- 418 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Diğer Seçenek
Güvenliğimiz için mi? Bir tabanca ve güvenlik… Mışıl mışıl uyuyan kedi… Taze ekmek kokusu… Fokurdayan çay… Ve evin bir yerlerinde de o buz gibi şey…
Koca bir şemsiye olmuş, onlara ağabeylik yapıyor dışarıdan gelebilecek tehlikelere karşı. Oysa bilmiyor ki en büyük tehdit kendisi…
Yarattığı çekim merkezi kilometrelerce öteden bile çağırıyor kendine insanı. Yaşamın en orta yerinde, kalkanların inik, çırılçıplak kaldığın bir anda çekiyor en çok da.
Tüm direncini un ufak ediveriyor birden. Kapalı durduğu o kutunun görüntüsü saniyeler içinde uçup konuveriyor burnunun dibine. Tam kendini toparlayıp eski haline dönmek üzere bir hamlede bulunacakken hem de… Yaşayacak gücü bulabilmek için parçalarını toplarken bir bir…
O siyah, karanlık şey çoktan kabullendiğin bir şeyi sorgulamana yol açıyor birden. “Yaşamak mı?!” diyor? “Tek seçenek bu değil ki!”
“Hayatım, bu kadar tedirgin olacaksan almayabiliriz de. Ben memnun olacağını düşündüğüm için söyledim. Daha dün yan apartmana giren hırsızdan söz eden sen değil miydin?”
Nasıl yani?! Birilerinin evine giren hırsız yüzünden ben evimin orta yerine ölümü mü sokacağım şimdi? Kahvaltı soframızda buz gibi rüzgârlar mı esecek çocuklar şakalaşıp ben ekmeğe reçel sürerken? Sırf dışarıda kötü insanlar var diye…
“Bana kullanmayı öğretir misin baba?” diyor Sinan, başka bir yüzünü daha göstererek o ölümcül şeyin… Onun sadece ölmek için değil öldürmek için de var olabileceğini gözümüze gözümüze sokarak… İki kocaman kuyu açılacak evde yani: Ölmek ve öldürmek… Çekip duracaklar bizi kendilerine ikide bir. İçimizdeki karanlıkta bir karşılıkları var çünkü.
“Anlaşıldı.” diyor Kenan. “Siz ana oğul bir oldunuz, tabanca falan aldırmayacaksınız bana.”
“Almamıza gerek yok ki zaten.” diyorum belki de sadece öylesine söylediği bu sözleri ete kemiğe büründürmek için… “Hırsız giren o dairede bütün gün kimse olmuyor. Karı koca çalışıyor zaten; çocuk da tüm günü, okulmuş, etütmüş dışarıda geçiriyor. O hırsız muhtemelen uzun zamandır o evi izliyordu. Gündüzleri kimse olmadığından emindi yani. Bizde öyle değil ki! Ben çoğu zaman evdeyim.”
Bir solukta söylediğim bu sözlerden sonra derin bir nefes aldım ve esas söylemek istediklerimi gözlerime havale ederek umutla sevdiğim adamın yüzünde açacak o güneşi bekledim. Eğer bu kara bulutlar uçuşmaya devam ederse gözlerinde, anlayacaktım: Ölüm çok yakın bir zamanda kol gezmeye başlayacak etrafımızda… Çocuklar varmış bu evde ve bir de hayatla kavgalı, her an küsüp gitmeye hazır bir kadın; zerre umursamadan…
“Tamam, almıyorum. Bu konu kapandı artık!”
Yüzüme bakarak söylemişti bunları. Ölümü mü görmüştü orada, yoksa sadece kendisinden bir şey rica eden karısını mı, bilmem… Ama gördüğü her neyse, aldığı bu kararda önemli bir payı vardı, buna eminim. Gözlerini yüzümden bir türlü alamıyordu çünkü.
YORUMLAR
Yaşamla ölümün düetiydi okuduğum. Etkileyiciydi. Yaşamak isteyenle ölmek isteyen aynı elbisenin içine sığmışlardı, itip kakıyorlardı birbirlerini. Neyse ki ölüm yenilgiye uğratılmıştı. Yaşamın her daim galip gelmesini istemişti üstelik yenilirken. Çünkü sevmişti o annenin gözlerinde, o kadının ruh sesinde, o nefesin buğusunda ölmek te yaşamayı.