- 700 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kimse..
KİMSE..
"Hatıraların aklına gelmediği, kelimelerini unutan bir adam vardı. Hissettiği tek şey, özlenen bir şeylerin olduğuydu. "
Ne kadar kendini bilmezlik dedi önünden geçen kimsesi.
-Anlamadım
- Şaşırmadım.
“Senin olayın ne?” deyiverdi günün ışıklarıyla değil, saatleriyle yaşayan normal bir adamın,gün içinde anormal bir durumla karşılaştığında ne yapacağını bilmeyen bir ses tonu aceleciliğiyle..
“Aydın olmanın kırıntılarını içinde aradığın o zamanlara ne oldu? “ dedi kimsesi.
- Sen kimsin ?
- Ben senin kimsenim..
- Kimsen kimsin, beni rahat bırak.
“ Af buyur! Diye bağırdı kimsesi. Ben olsam Kes lan! derdim. Ama onun kimsesinde biraz efendilik var.
Anlamadın mı hala ? Ben senin kimsenin, bilirim bu halini, bilirim, öteki hallerini. Ve üzülürüm gelecek öteki hallerine. Eğer beni dinlemezsen diye devam edecekti ki..
- Ne varmış bu hallerimde?
- Farkındalığını kaybettin. Derinliğini kaybettin. Hatta düşlerini bile kaybettin. Son 3 aydır dikkat ediyorum, rüyalarında bile şehirdesin. Hatırla ötenin çok çok öncesi rüyalarını. Uçuyordun bir rüyanda, çok eğlenmiştim seninle. Bana bakıp güldüğünde bak şimdi nereye gidiyoruz demiştin ve birden dağlardaydık. Sisin olmadığı, karların yumuşak bir yastığı andırdığı dağlardaydık. Sonra yer çekmişti bizi, bizi yer çekmişti.. Karların üstünde, soğuğu hissetmiştik. Güzel bir rüyaydı haa, hatırladın mı? Bir keresinde de, değişik vadilerin olduğu, tanımlayamayacağın ve coğrafya bilginin azlığından şikayet ettiğin ırmakların arasındaydık. Burası ne güzel demiştin sadece. Hatırladın mı ha, hatırladın mı?
Bir şeyler hatırlar gibi oldu adam. “Sanki”
- Bak bir gün dedin ki; var olmak değildir özün kendisi, var olmak sadece var olmaktır. Öz reddeder var olmayı farkettiğinde özgürlüğü. Çünkü var olmak bile, özgürlük için bir sınırdır. Özgürlük var olmak değilse, özgürlük hiç olmamaktan iyiyle var olmak arası bir şeydir.
- Ne demek istemişim?
“İşte kaybettiğin bu dedi” kimsesi. “Ne demek istediysen , ne demek istediğinin” anlamını kaybettin. Bunları gelip çaldığında senden, “hayat diye adlandırabileceğim, her geçen gün bilmem ne için anlamsız koşuşturmaların” , seni izliyordum ve kendine gelmeni bekliyordum. Bilirsin üstüne çok konuştuğumuz bir söz vardı: Kendine gel seni orada bekliyorum gibi bir şeydi. Ama sen gelmedin, gelmedikçe derinliğin, hayat algın ve standartların yükseldi ve en son nokta da, derinliğini kapatır bir hale geldi bu standartlar. Derinliğinden bir önü vardır. Bunu da unuttuğuna eminim. Derinliğin yükselmekle alakadar olmadığını, aksine dipleşmekle alakadarı olduğunu çokça konuşmuştuk seninle. Durağanlığın bile derinlik için yeterli seviyede olmadığı ama gene de, durağan insanlara saygı duyduğunu söylediğin gün , atmıştın bu fikri ortaya. Aslında derinliğinde bir önü var demiştin. Neden arkası olmasın ki diye sorduğumda, ulaşamamak için demiştin. Ulaşmak özün anlamını yitirirdi, bizim.
Şaşkındı adam. Kimsesi olduğunu iddia eden bir şeyin , özüne aykırı davranışlar içerisinde ki yaşamına söylenmesinin şaşkınlığıydı bu. Daha kimsesi ne demek onu bile bilmiyordu. Doğru olmasını istedi kimsesinin söylediklerinin. Bir zamanlar, bir yerlerde öyle yaşaması, o an ellerinin karıncalaşma hissine benzer bir şey olmalıydı. Ellerinin karıncalaşma hissini sevdi. Uzun zamandır hissettiği tek şey özlenen bir şeylerin olduğuydu. Işık doldu içine, birde şüphe.. Sordu..
- Peki ne oldu da böyle oldu?
- Aslına bakarsan anlam veremediğim karmaşıklar, zorunluluk diye adlandırmaya başladığın şeyler ve vicdanın arşa kadar yükselmesi diyorum ben bunun başlamasına. Geçiş dönemi yaşamadan, birden bunların arasında düştün. Seni aramaya çıktığımda renksiz bir dünyada olabileceğin hiç aklıma gelmedi. Üstesinden gelir diye düşünmüştüm. Gene bir yerlerde pinekliyordur deyip, bakmadığım gökyüzü, bakmadığım bilmem ne kuş kanatı kalmamıştı. En sonra bu renksiz dünyada bulduğumda seni; kırmızının trafik lambalarında, turuncunun banka fonlarında, yeşilin ve mavinin tablolarda olduğunun farkında değildin. Hiçbir renk yoktu aslında, sadece var olan bir ışık oyunuydu. Ekranların, bilgisayar ekranlarının, oyun ekranlarının, iş ekranlarının, doğrular ekranlarının vs vs vs. artmasını izledim ardından. Hepsi bir ışık oyunuydu. Senin izlemenle sevmediğin, sevmediğinin farkına varamadığın, farkına varamadıkça daha çok izlediğin, daha çok izledikçe bu ışık oyunların olması için çaba sarf ettiğin bir hale dönüştü yapay döngün. Yanılgı ve yansıma bir aradaydı. Yanıldıkça, yansımalar arttı. Hiç birinde kendini bulamadığın yansımalar.. Kendini göremedikçe de, arayışların bitmesi geldi ardından. Duvarlar, pencereler, kapılar ardına sıkışmış bir mutsuzluk çıktı ortaya. Şimdi ne demek istediğimi anlıyor musun ?
- Peki bu benim geçmişle mi yüzleşmem , bu anımla mı yüzleşmem?
- Bir isim vermek zorunda değilsin. O kadar alışmışsın ki her şeye isim verilen, herkesin bir sıfatı olduğu ve kısıtlamaların olduğu yaşamına, buna bile bir isim verme, bir sınırlama getiriyorsun.
- Ne yapacağımı bilmiyorum kimse. Bahsettiğin o rüyalara nasıl tekrar gidebilirim?
- Şunu bilmen yeterli; dayatmalarla gözlerini kapadın ve uyudun. “Rüya bitmedi, sadece uyuyorsun!” Uyandığın an, rüyana dönebilirsin. Çünkü sahip olduğun öz zaten senin rüyan. Özgürlüğünü uyuyarak geçirme, özünün aslında ne istiyorsa onu yapabileceğini ve özünün ne kadar güzel olduğunu bir ben biliyorum çünkü. Uyan!
- Kimsin sen?
- Ben senin kimsenim.
BEN..
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.