1
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
961
Okunma
Yaşadığımız toplumda, özellikle laik düşünceyi benimseyenler, keyiflerini kaçıran dini bir emirle karşılaştıklarında: “dinde zorlama yoktur” söylemini sıkça dillendirirler. Bu söyleme zaman zaman dini konularda söz söyleyenler de katılır.
Konuya temel teşkil eden Bakara suresinin 256. Ayetindeki “Dinde zorlama yoktur” ifadesidir. Tabi bu ifade bütün ayetlerin ve anlatılan bir konunun içinden cımbızla alınmış tek cümledir. Hemen herkes bilir ki, ne bir kitap, ne bir konu, ne de bir paragraf, içinden cımbızla alınan tek bir cümle ile anlaşılmaz. Eğer öyle olsaydı, paragraflara, konuların geniş anlatımına, kitaplara, makalelere ihtiyaç kalmaz, her şey tek cümle ile anlatılabilirdi.
Bakara suresinin ilgili bölümünü okursak, “(256) Dinde zorlama yoktur. Artık doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. O halde kim TAĞUTU reddedip Allah’a inanırsa, kopmayan sağlam kulpa yapışmıştır. Allah işitir ve bilir. (257) Allah, inananların dostudur, onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlere gelince, onların dostları da TAĞUT’TUR, onları aydınlıktan alıp karanlığa götürür. İşte bunlar cehennemliklerdir. Onlar orada devamlı kalırlar” denildiğini görürüz.
İslam’ın tebliği yapılmış, gerçekle yalan, doğrulukla eğrilik birbirinden ayrılmıştır. Kişilerin seçimlerine hiçbir zorlama yapılmayacaktır. Ancak, kim Allah’ın gerçeklerini, doğrularını değil de; Allah’a, yasalarına karşı çıkarak azgınlaşan, kendi arzu ve hevesleriyle yasalar koyanları takip ederse, sorumluluğunu üstlenecektir. Onlar doğru bir yol üzerinde değillerdir. Çünkü Allah ancak kendisine inananların, yolundan gidenlerin dostudur. Allah’a ve yasalarına karşı çakanlara uyanlar da, uyduklarıyla birlikte ebedi olarak cehennemle cezalandırılacaklardır.
Dinde zorlama yoktur söylemini söyleyenler genelde “mademki dinde zorlama yoktur; öyleyse bizi rahat bırakın, biz istediğimizi yapalım” mantığını taşımaktadırlar. Bunun böyle olmadığını ayetler açıkça belirtmektedir.
O halde dinde zorlama yok mudur, var mıdır? Konuya açıklık getirmek için bazı açıklamalar yapmakta yarar vardır.
Allah’a, ayetlerine, dinine inanıp inanmamak konusunda insanlara bir zorlama yoktur. İnsanlar Allah’a, ayetlerine, dinine ister inanırlar, ister inanmazlar. Hiçbir insan, bu insanlara niye inanmıyorsunuz, inanmak zorundasınız şeklinde baskı yapamaz. Allah ayetlerinde insanların inanıp inanmamasını serbest bırakmış. Ancak inanmayanlara nasıl bir ceza uygulayacağını da bildirmiştir. Allah’ın inanmayanlara vereceği “ebedi cehennem” cezası, biz inananları hiç ilgilendirmez. Bu konu Allah ile inanmayan arasındadır. Ölümden sonra cehenneme gitmeyi göze alanlara biz karışamayız. Kişiler, ister ölümden sonraki hayata inanırlar, ister inanmazlar. Allah onlar için, “onlar yeryüzünde yalanladıkları hayatla karşılaştıklarında ne yapacaklarını şaşırırlar” demektedir. Onların şaşkınlık içinde olmaları da bizi ilgilendirmez. Zira inanmayanlar “her koyun kendi bacağından asılır” mantığıyla, kendi bacaklarını cehenneme ebedi olarak astırırken, inananları ilgilendiren hiçbir şey yoktur. Onun için Allah En’âm suresinin 69. ayetinde “Takva sahiplerine, inanmayanların hesabından herhangi bir sorumluluk yoktur. Fakat belki korunurlar diye hatırlatmak gerekir” demektedir.
Allah’a, resulüne, dine inandığını söyleyenlerin durumu “dinde zorlama yoktur” ifadesinin dışındadır. Zira “dinde zorlama yoktur” ifadesi, ayetin tamamından anlaşılacağı gibi, dini kabul veya ret ile ilgili bir durumdur. Dolayısıyla dini kabul eden insan için bu ayetin hükmü geçerli değildir.
Dini kabul edenler üç konuda söz verirler ve verdikleri sözler nedeniyle sorumluluk yüklenirler. İnsanların yüklendikleri sorumluluklar neticesinde, Allah’ın hakları, peygamberlerin hakları, kulların hakları doğar.
1. Allah’ın Hakları: Dini kabul edenler, Allah’a bundan böyle, saygı göstereceklerine, yasalarına uyacaklarına, gereğini yapmadıklarında sorumluluklarını üstleneceklerine söz verirler. Bu durum Allah ile inanan insan arasındadır. Diğer insanları direkt ilgilendirmez. Allah’a saygı göstereceğine, yasalarına uyacağına dair söz verenler hakkında Allah, Ankebût suresinin 2. Ayetinde “İnsanlar, İnandık demekle imtihan edilmeden bırakılacaklarını mı zannederler” diye uyarıyor. Demek ki, Allah’a verilen sözün sınanması vardır. Allah “inandık, saygı göstereceğiz, yasalarına uyacağız diyenleri yeryüzünde sınayacaktır”. Bu sınamalar sonucunda, gerçekten inananlar için Ra’d suresinin 20. Ayetinde “Onlar, Allah’a verdikleri sözü yerine getiren ve sözleşmeyi bozmayanlardır” derken, sözlerini yerine getirmeyenler için de, Ra’d suresinin 25.ayetinde “Allah’a verdikleri sözü, pekiştirilmesinden sonra bozanlar, Allah’ın korunmasını emrettiği şeyleri korumayanlar ve yeryüzünde dinin yasalarına uymayarak fesat çıkaranlar var ya; işte lânet onlara, yurdun kötüsü (cehennem) de onlaradır” demektedir.
Allah’a inanıp, Allah’ı yaşamında kabul etmek, dine giriş sözleşmesindedir. Dine giriş sözleşmesi olarak bilinen “Allah’tan başka ilah yoktur” Cümlesinde, İlah; emretme, hükmetme, yasa koyma, cezalandırma şeklinde ayetlerde açıklanmıştır. Allah ilah olarak, insanları yaratmış, yasalar koyarak uymalarını istemiş, uymayanları da cezalandıracağını ifade etmiştir. “Allah’tan başka varlıkları ilah edinmek” fiilinin, Allah’ın hükümranlığını terk edip, başkalarının emir ve iradesine girmek, başka varlıkların yasalarına uymak, cezalandırmalarına razı olmak anlamında olduğu ayetlerde açıklanmıştır. O nedenle Allah, kendisini ilah kabul ederek dinine girenleri bu sözlerinden hesaba çekecek. Söz verenlerin yasalarına uymasını isteyecek. Uymayanları da cezalandıracaktır. Dolayısıyla Allah’ın dinine kelime-i tevhid olan “la ilahe illallah” “Ancak ilah Allah’tır” sözüne inananların, Allah’ın yasaları dışında başka yasalara uyma özgürlükleri ortadan kalkmıştır. Veya Allah’a bu şekilde söz verenlerin, “bugün veya şimdi benim canım Allah’ın yasalarına uymak istemiyor” deme özgürlükleri yoktur. Çünkü kişi Allah’a verdiği sözden sorumludur. Nitekim Allah Ahzâb suresinin 15. Ayetinde “ Andolsun ki, onlar, daha önce geri dönüp kaçmayacaklarına dair Allah’a söz vermişlerdi. Allah’a verilen söz ise sorumluluğu gerektirir” diyerek sonucu belirler.
Bakara suresinin 8. Ayetinde “İnsanlardan bazıları da vardır ki, inanmadıkları halde ‘Allah’a ve ahiret gününe inandık’ derler. Hâlbuki onlar gerçekten inanmamışlardır.” Allah (c.c.) onların halini Bakara suresinin 9-16 ayetlerinde şu şekilde açıklar. “Bunlar Allah’ı ve müminleri aldatmaya çalışırlar. Oysa sadece kendilerini aldatırlar da farkında değillerdir. Kalplerinde münafıklıktan kaynaklanan bir hastalık vardır. Allah da onların hastalıklarını artırmıştır. Söyledikleri yalana karşılık da onlara elem dolu bir azap vardır. Bunlara, "Yeryüzünde fesat çıkarmayın" denildiğinde, "Biz ancak ıslah edicileriz!" derler. İyi bilin ki, onlar bozguncuların ta kendileridir. Fakat farkında değillerdir. Onlara, "İnsanların inandıkları gibi siz de inanın" denildiğinde ise, "Biz de akılsızlar gibi iman mı edelim?" derler. İyi bilin ki, asıl akılsızlar kendileridir, fakat bilmezler. İman edenlerle karşılaştıkları zaman, "İnandık" derler. Fakat şeytanlarıyla (münafık dostlarıyla) yalnız kaldıkları zaman, "Şüphesiz, biz sizinle beraberiz. Biz ancak onlarla alay ediyoruz" derler. Gerçekte Allah onlarla alay eder (alaylarından dolayı onları cezalandırır); azgınlıkları içinde bocalayıp dururlarken onlara mühlet verir. İşte onlar, hidayete karşılık sapıklığı satın almış kimselerdir. Bu yüzden alışverişleri onlara kâr getirmemiş ve (sonuçta) doğru yolu bulamamışlardır”
2. Peygamberin Hakları: Hz. Muhammed’i Allah’ın peygamberi kabul ettiğine dair Allah’a söz verenler. Allah’a bu konuda söz verenler birinci bölümdeki konular kapsamında verdikleri sözden sorumludurlar. Ben sadece Allah’a inanırım, Muhammed’in peygamber olduğuna inanmam diyenler yanılmışlardır. Allah bu konuda Nisa suresinin 150-152 ayetlerinde: “Şüphesiz, Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler, Allah’a inanıp peygamberlerine inanmayarak ayrım yapmak isteyenler, "kimine inanırız, kimini inkâr ederiz" diyenler ve böylece bu ikisinin arasında bir yol tutmak isteyenler var ya; işte onlar gerçekten kâfirlerdir. Biz de kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır. Allah’a ve peygamberlerine iman edenler ve onlardan hiçbirini diğerlerinden ayırmayanlara gelince, işte onlara Allah mükâfatlarını verecektir. Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir” Allah’a peygamberlerine inanacaklarına dair söz verenler, aynı zamanda peygamberlerini, insanlığın liderleri örnekleri olarak göreceklerine, yollarında yürüyeceklerine de söz vermişlerdir. Bu konuda Kur’an’da birçok ayet vardır.
3. Kul Hakları: İnanan insanların birbirlerine karşı sorumlulukları, birbirlerinden hak talepleridir. Allah’a ve dinine inananlara mümin denir. Mümin; kelime anlamı olarak güvenilen, emin olunan kişidir. Güvenilmenin, emin olunmanın kriterleri ise, ilişkilerde samimi olmak, verdiği sözleri yerine getirmek, Allah’ın yasaları çerçevesinde insanların hakları olan konulara uymaktır. Bu kriterler çerçevesinde her mümin diğer kardeşine karşı bu sorumlulukları üstlenirken, mümin kardeşlerinden de aynı şekilde sorumluluklarını yerine getirmesini ister.
Elbette insanlar, yaşam içinde zaaflara düşerek sorumluluklarını yerine getirme, haklarını koruma noktasında hata edebilirler. Bu durum doğduğu zaman Allah müminlere Âl-i İmrân suresinin 114. Ayetinde, “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır” diye belirttiği gibi, müminlere görev yüklemiştir. Nedir bu görev, müminlerin insanlara iyiliği emretmek, onları kötülükten menetmektir (uzaklaştırmaktır).
Allah’a göre iyilik, yasalarının insanlar tarafından hayata geçirilmesidir. Allah’ın yasaları ikiye ayrılır. Yapılması gereken yasalar. Bunlara din literatüründe farz denir. Yapılmaması geren yasalar. Bunlara da din literatüründe haram denir. Farzlar ve haramlar içinde yapılacak, yapılmayacakların konumu farklı olabilir. Yani, Allah’a karşı yapılacaklar, yapılmayacaklar. Peygambere karşı yapılacaklar, yapılmayacaklar. Müslümanlara karşı yapılacaklar, yapılmayacaklar. Müslümanlar dışındaki insanlara karşı yapılacaklar, yapılmayacaklar. Hayvanlara yapılacaklar, yapılmayacaklar. Doğaya yapılacaklar, yapılmayacaklar.
Allah gönderdiği ayetlerde yasalarını her konum için bildirmiştir. Allah’ın yasalarına uyacağını söyleyen Müminler / Müslümanlar, belirtilen bütün yasalara uymak zorundadırlar. Allah ayetlerinde bütün yasalarına uymayı iyilik, yasalarına aykırı davranmayı, uymamayı kötülük olarak belirtmiştir. Bu nedenle Müminler / Müslümanlar, Müslüman kardeşlerinin yasala aykırı davranışlarını gördüklerinde, onlar üzerine Allah’ın emriyle iyilikleri emretmek zorundadırlar. Müslümanların kardeşlerini Allah’ın yasalarına uymaya davet iyiliği emretmek. Onları yasalara aykırı davranışlardan uzaklaştırmak kötülükten menetmek olarak değerlendirilmiştir.
Müslümanların Müslüman kardeşlerine iyiliği emretmesi, onları kötülükten uzaklaştırması sosyolojik açıdan farklılıklar teşkil eder. Bu farklılıkları şu şekilde sıralayabiliriz.
Ferdi sorumluluklar: Müslümanlar fert olarak, diğer Müslüman kardeşlerine iyiliği tavsiye eder, kötülükten uzak durmalarını ister. Allah’ın istediği şekilde kendisini uyaran Müslüman kardeşine, diğer Müslüman şöyle diyemez. “Arkadaş sen ne karışıyorsun. Sana ne benim dinimden, ben istediğim gibi hareket ederim. Ben sana sorumlu değilim ki. Ben Allah’a karşı sorumluyum.” Müslüman kişinin kendisini usulünce uyaran Müslüman kardeşine bu şekilde tepki göstermesi yanlıştır. Zira Müslüman kardeşi ona bir tavsiyede bulunuyorsa Allah’ın emrini yerine getiriyor. Müslüman kardeşinin iyiliğini düşünüyordur.
Ailevi sorumluluklar: Müslümanlar, eşlerinin, çocuklarının, hatta akrabalarının, Müslümanlıkları gereği, Allah’ın yasalarına göre hareket etmelerini tavsiye etmeleri. Sözlerinin geçeceğini umduklarına bu konuda ısrar etmeleri... Emir ve yönetim olarak söz sahibi olduklarına uygulattırmaları gerekir. Çünkü emir ve söz sahibi oldukları kişilerin sorumlulukları aileden sorumlu kişilere aittir.
Toplumsal sorumluluklar: Müslüman bir toplumu oluşturanlar birbirlerine karşı Allah’ın yasalarından doğan hak ve sorumlulukların uygulanmasını istemek zorundadırlar. Çünkü aralarındaki ilişki, hem insani, hem de inançları gereğidir. İnandıkları dinin yasalarına göre hareket edeceklerine söz vermişlerdir. Söz verenler verdikleri sözleri yerine getirerek, sorumluluklarını yerine getirirler. Sorumlulukları yerine getirecek insanlardan da diğer Müslümanlar “sözlerinizi yerine getiriniz, bunu istemek hakkımızdır” deme haklarına sahiptirler.
Devletin sorumlulukları: Müslüman toplumlar aralarından seçtikleri yöneticiler vasıtasıyla bir otorite / erk / iktidar (yani devlet) oluşturmuşlarsa, seçtikleri yöneticilere uymakla görevlidirler. Müslümanları yönetmek için seçilen yöneticiler Âl-i İmrân suresinin 114. Ayetinde, “Onlar, Allah’a ve ahiret gününe inanırlar; iyiliği emreder, kötülükten menederler; hayırlı işlere koşuşurlar. İşte bunlar iyi insanlardandır” hükmünü uygularlar. Müslüman toplumların kendi yönetimlerini oluşturmasıyla, Allah’ın yasaları artık bir devlet düzeninin yasaları haline gelmiştir.
Bütün bu seyir içinde, kendisinin Müslüman olduğunu söyleyenlerin, ne Müslüman kardeşine, ne ailesinden sorumlu olanlara, ne topluma ve ne de devletine, “ben özgürüm, benim dinim beni ilgilendirir, sizi ilgilendirmez, ister dinin yasalarına uyarım, ister uymam” deme hakkına sahip değillerdir. Çünkü Müslüman’ım demek, bütün insanlığın önünde, ben Allah’a inanıyorum, Allah’ın yasalarına uyarak insanlarla ilişkilerimi kuracağım diye, Allah’a, peygamberlere, Müslümanlara ve insanlara söz vermektir. İnsanı insan yapan değerlerin başında verdikleri sözleri yerine getirmek vardır. Ne Allah’a, ne Resule, ne Müslümanlara, ne de insanlara karşı verilen sözlerin, hafife alınacak, keyfi uygulamalarla, ben ister yaparım, ister yapmam denilecek yanı yoktur. Çünkü insanı insan yapan değer, verdiği sözlere göre sorumluluklarının bilincinde olmaktır.
Söz verip de yerine getirmeyenlere karşı, sadece Müslümanların değil, bütün insanların, “arkadaş hem Müslüman’ım deyip söz veriyorsun, hem de Allah’ın yasalarına ister uyarım ister uymam diyorsun. Böyle Müslümanlık olmaz. Ya inandığın gibi ol, ya da inancını değiştir, neye inanıyorsan onu söyle” deme hakları vardır. Hatta Müslüman toplumda iktidar olmuş yöneticilerin, bu tutum ve davranışı, verdiği sözlere aykırı davranmak, inançlarına, inandığı devletin yasalarına karşı çıkmak olarak değerlendirmesi, buna göre yine Allah’ın yasalarına göre cezalandırmaya gitmesi doğaldır. Hiçbir inanç hafife alınmayı istemez. Hiçbir toplum da, sözlerini yerine getirmeyen, dürüst olmayanları aralarında istemez. Allah’ın yasalarına göre oluşmayan devletlerde bile, devletin yasalarına karşı çıkanlar durumlarına göre cezalara çarptırılırlar. Mesela içinde yaşadığımız toplumda hiç kimse, “ben Türkiye Cumhuriyetinin vatandaşıyım veya bu ülkede yaşayan yabancı uyruklu biriyim ama ben devletin yasalarına uymam, kimse beni bu konuda zorlayamaz” diyemez. Bunu dediği anda devletin savcıları görev başı yapar. Kişi tutumunda devam eder. Yasaları çiğnerse Türk Ceza Hukukundaki maddelere göre cezalandırılır. Bunun böyle olacağını bilenlerin, Allah’ın yasalarının da hafife alınması, keyfi olarak uygulanmaması karşısında cezalanacaklarını bilmesi gerekir. Kİ, Allah insanların oluşturduğu otoriter güçlerden daha güçlü bir otoriteye sahiptir. Ayetlerinde inandıkları halde yasalarına keyfi uymayanlar, karşı çıkanlar hakkında en ağır cezaları verdiğini, vereceğini belirtmektedir. Ayrıca Müslümanlar üzerine iktidar olan yönetimlere de, yasalarına uymayanlar için cezai kurallar belirtmiştir.
“Dinde zorlama yoktur” evet, hiçbir insan İslam’a davet edilirken zorlanmaz. İslam baskıyla insanlara kabul ettirilmez. İnsanlar İslam’ı seçim seçmemekte hürdür. İslam’ı seçmemelerinin bedelini ölümden sonraki hayatta Allah’a verirler. Onların hesabından başka birileri sorumlu değildir.
“Dinde zorlama vardır” evet, dine inandığını söyleyen herkes, verdiği sözler doğrultusunda hareket etmek zorundadır. Çünkü dinin hükümleri, Müslümanlara, aileye, topluma, devlete sorumluluklar yükler. Hiç kimse İslam’a inandıktan sonra, keyfi olarak, ben dine inanıyorum ama ister uygularım, ister uygulamam, bu hiç kimseyi ilgilendirmez diyemez. Zira İslam’a inananların hak ve sorumluluklarını İslam’ın yasaları belirler. İslam’ın yasalarına uymayanlar verdikleri sözleri çiğneyenlerdir. Sözlerini yerine getirmeyenlerden, sözlerini yerine getirmesini istemek, herkesin hakkıdır. Çünkü insan ilişkileri, insanların insanlara verdiği sözlerden, inançlarına dair hak ve sorumluluklardan oluşur.
Günümüzde İslam’a inandığını söyleyenler ne yazık ki, işin ciddiyetinin farkında değillerdir. Allah’a, Müslüman olduklarına dair söz verip çiğnerler. İnsanlara Müslüman olduklarına dair söylemde bulunup, İslam’ın yasalarına uymazlar. Keyfi davranışlarıyla, arzu ve heveslerine uygun davranışlarıyla toplumda kişilikleri karışmış olarak yaşarlar.
İnsanlık dediğimiz şey, insan kimliğinin, insanın benliğinde bütünleşmiş olmasıdır. İnsan neye inanırsa inansın. Hangi ideolojiye, dine inanırsa inansın, öncelikle inançları doğrultusunda hareket etmesi gerekmektedir. İnançlarına aykırı hareket eden hiçbir insan güvenilir değildir. Allah inançları doğrultusunda hareket etmeyen, keyiflerine göre, bir şöyle, bir böyle olanlara, ikiyüzlü, riyakâr, münafık demektedir. Bu kavram sadece İslam’a inandığını söyleyip, İslam inancına münafıklık yapanlar için değil. İslam dışı inançlara, ideolojilere inanıp, kendi inançlarına karşı ikiyüzlülük yapanlar içinde geçerlidir.
Müslüman, İslam’ın yasalarına göre hareket ettiği müddetçe Müslüman’dır. Ateist ateizmin ilkelerine göre hareket ettiği müddetçe ateisttir. Yahudi Yahudiliğin yasalarına uyduğu müddetçe Yahudi’dir. Hıristiyan Hıristiyanlığın yasalarına göre hareket ettiği müddetçe Hıristiyan’dır. Solcu, solun yasalarına göre hareket ettiği müddetçe solcudur. Kişiler inançlarının yasalarına aykırı davranıyorlarsa, ikiyüzlü, riyakâr ve münafıktırlar.
Hiçbir toplum, çıkarları için inançlarının yasalarına uymayarak, ikiyüzlülük, riyakârlık, münafıklık edenlerle ilânihaye devam edemez. Bir toplumda bu tür çarpık kimlikler yaygınsa o toplumların başı beladan kurtulmaz. Orada bencillik, çıkarcılık ve zulüm egemendir. Bunların önüne geçmenin tek yolu herkesin inandığı gibi olması, inançlarının yasalarına uyması, hak ve sorumluluklarının bilincinde olmasıdır.
Ne var ki, içinde bulunduğumuz toplumda, insanların çoğunluğu inançlarının cahili olup, yaşamlarında bireysel çıkarlarını öne çıkarma anlayışı içerisindedir. O nedenle bir Müslüman’ı: “ben özgürüm, ister Allah’ın yasalarına uyarım, ister uymam” diyerek, Allah’ı, yasalarını hafife alan, dalga geçen bir yapıda görebilirsiniz. Bir solcuyu, kapitalizmin doruklarında, çalan, çırpan, sol ideolojiyi istismar eden yapıda görebilirsiniz. Bir ateisti, çevresini, dine inanmadıkları halde, öldüklerinde cenazelerini camiden kaldırdıklarını görebilirsiniz. Bir laiki, dünya yaşamını Allah’ın yasalarına göre kurmanın inancına aykırı olduğunu söylerken, işine geldiğinde dinden imandan söz edip, çıkarları doğrultusunda Allah’ın yasalarını uygularken görebilirsiniz.
Bütün bu karışıklıklar düzelmeden. İkiyüzlülükler, riyakârlılıklar, münafıklıklar ortadan kalkmadan, ne insanlık düzelir, ne de toplumlar düzelir.
1 Tağut: Allah’ın yasalarına karşı çıkan. Arzu ve heveslerini kendine Tanrı edinerek, kendi yasalarıyla insanlara hükümran olan...
2 Takva: Müslümanların Allah’ın dininin yasalarına samimiyetle uymasıdır.
.