Eflatun
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Eflatun
Söyle, kaç öyküden geçebildin
Kimliğini yitirmeden.
Kendine kaç kere döndün, yanlış
Zaman ve yanlış yerden
(A.Erbah)
Daha çıplak, daha yalın söylenebilir mi böylesi karmaşık bir yaşam gerçekliği? Hepimiz ne çok öykü eskittik ve de bu aynı öyküler bizleri ne çok eksiltti. Ama hangi yağmur sonsuza dek sürebilir ki? Tanrı’nın bereket diye değil de akıbet diye gönderdiği o uzun yağmur bile dinmedi mi? Bekleyen için, sabreden için, inanan için güneş güneş damlamadı mı o uzun yağmurlar da.
Tanrısızlık. Yağmurların kokusunu eksiltti. Neden omuzlarına böyle ağır bir yük alıp uykularını kabuslara çevirir ki bir insan? Yani ne bileyim, gökyüzünü görmek gibi bir şeydi bu apaçık, kocaman kafanı kaldırıp baktığın an görebileceğin uzaklıkta. Oysa her can için olanaklı değil sadece bir lüksmüş, mısraların somutlaşması, yağan yağmurun yere düşmeye ramak kala donup havada asılı kaldığını görmek, görebilmek mucizesi.
“Hayatın neresinden dönülse kardır” demişti; ruhu baharda, bedeni kışta asılı kadın. Bütün hırsı karanlığa yol alan. Onu tutmak istiyorum bazen döndürmek; bahara doğru, denize doğru. Ama tarihi geçti işte bu kurtarışın da.
“İçimiz hep bir hoşça kal ülkesi” dedi.(C.Zarifoğlu)
Biz içimizdeki o vurucu hoşça kal ülkesiyle baş edemedik, o da içindeki hoşça kal ülkesiyle baş edemedi..
Her şeysiz devam edebiliyor da hayat bir tek umutsuz devam edemiyor. Ve umut bir tek Tanrı’nın olmadığı yerde tükeniyor. Yaşamın olduğu her yer güllük diyemem elbet yaşamın zemheri anları da oluyor. Kaybetmekten korktuğumuz her yüzün birer birer siluete dönüşerek, sonsuzluğa çıkıp gitmeleri... Masalsı bir varlığın yerini rüyası bir yokluğun alışına neden bu kadar öfke, sitem?
“Kaç türlü girilirdi anılardan içeri” (E. Cansever)
Kızğınlığımızın koca koca şehirlere küstürecek boyutta olduğu yüzler tırmanıyor yüreğimizin zirvelerine.. Ve oynadığımız kelimesizlik oyunu, içimizdeki oyuğu gözümüzden akanla doldurduğumuz görünmez anlar... Boğulmak hissi ama mavide değil de koyu bir karanlığa gömülerek. Nasıl bir ateş, nasıl bir keder bu… Oysa biz’e “o” vardı, bizde o vardı. Meğer gönlü o’nunla gibi yapmışız biz onca zaman… Hayat denen şu karanlık dehlizde vakti zamanında yakmış olduğumuz mumları yine kendi ellerimizle perdelemiş ve ayrı bir karanlığa yol almışız.
Ama onca sıkışmışlığa ve darlığa rağmen fikrimiz hür ve sözcüklerimiz kelepçesiz .
işte bu hürlükte yine senden yardım istiyorum Tanrım, söylenmeyecek “sözler” o isyan giyinmiş tek harf dahi, ne kalbimin odalarına buyursun, ne aklımın kıvrımlarına yaklaşsın, ne de dilimin ucuna yanaşsın.
Ve her kederde dahi cıvıl cıvıl kuş seslerinin duyulduğu eflatun bir bahçe olsun yaşam.
Sinem Ilgın Omay
YORUMLAR
" Ve umut bir tek Tanrı’nın olmadığı yerde tükeniyor. "
Yazının tümünü okumayı bitirdiğimde kendine çağıran başka satırlarla birlikte dikkatimi özellikle bu cümle çekti.Etkisinin hemen geçmeyeceği de öylesine belirgin ki...
Yazarına has üslubuyla inceden dokunmuş bir anlatım yine dinginlik, duruluk veren akışıyla bitiverdiğinde farkettim ki aslında çok daha kapsamlı ve bir o kadar da çetrefilli bir konuyla karşı karşıyaydık.Hangi ara eflatun bir umuda geçiş yaptık pes doğrusu .. :)
Uçuruma götüren o "sözler" den de, akıbetten de uzak etsin Rabbim sizi.
Eflatun bir bahçeye selamlar.
"ey iki adımlık yerküre senin bütün arka bahçelerini gördüm"(n.m)..
ama bilmeyiz ki gördüğümüz, gördüğümüzü sandığımızdır..
durduğumuz yer belirler bakışımızı..evet o yer umudun tükendiği yer..
o yer ise, tanrıyı öldürdüğümüz yer...
umuda nietzsche ,"kötünün en kötüsü.."işkenceyi uzatır" derken ..
bir çerkes atasözü ise ,"umudunu yitiren süvarinin atı koşmaz olur"diyor..çok da yanlış söylemiyor :)..başarmanın yarısı inanmaktır..
pembe ve mavi karışımı güzel yazınızı önemsiyorum..
akşamın eflatun saatlerine çok yakıştı "eflatun"...
sevgi ve selâmllarımla