- 2039 Okunma
- 18 Yorum
- 2 Beğeni
MİZAHA SIĞINMAK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
PERDENİN ÖNÜ İLE KULİS O KADAR FARKLIDIR Kİ BUNU ANCAK O OYUNDA ROL ALANLAR BİLİR. BİR DE ROLLERİ DAĞITAN…
1994- İzmit- İstanbul
Bir telefon sesi ile irkildim. Oldum olası telefon sesi beni hep korkutmuştur. Çünkü ben genelde hayırlı bir iş için aranmam pek. Üstelik o gün telefonun sesi sanki çatıya konmuş bir baykuş gibi ötüyordu. Dışarıda da bir köpek uluyup durmaktaydı sanki birileri ölmüş gibi.
Ahizeyi kaldırdım..Ağlamaklı sesi ile bir küçüğüm olan kardeşim Raci’nin hanımı Türkan.
-Sami Abi anne çok hasta..Acele gelin.
-Türkan, annemin hasta olduğunu biliyorum zaten. Hem sen niçin ağlıyorsun bakayım.? Bir şey olduysa açık açık söyle.
-Abi gelin işte yaaa..Gelin.
-Kızım ne oldu? Açık açık anlatsana. Annem öldü mü yoksa?
Her ne kadar ‘’ Annem öldü mü yoksa ?’’ Diye sorsam da hiç ihtimal vermiyorum. ‘’O güne kadar hayatında bir aspirin bile almamış olan annem bir hafta öncesinde Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları hastanesine yatmış olsa da neticede ruh hastalığından ölmez insan.’’ Diye düşünüyorum.
Türkan artık dayanamadı. Hıçkıra hıçkıra annemin öldüğünü söyledi.
Hemen çocukları ve hanımı alıp İzmit’ten İstanbul’a geldik. Önce abimin evine bıraktım bizim hane halkını. Sonra cenazenin başına gitmek görevi bana verildi ve ben gittim Bakırköy’e. Öteki kardeşler hayatlarında hiç ölümle yüz yüze gelmemişlerdi. Bir hastane morgundan ceset çıkarmamışlardı. Bu konuda tek tecrübeli bendim(!) On sen kadar önce ilk evladımı çıkarmıştım morgtan..Bu ikincisi olacaktı.
Hastanenin morguna gittim. Dolaptan annemin kaskatı olmuş, donuk naaşını çıkarıp cenaze yıkayıcılar ile birlikte gasilhaneye taşıdık ve buzunun çözülmesini bekledik. İki saat kadar bekledim. Gelen giden yoktu. Cenaze yıkayıcılar ‘’ Kimse gelmeyecek mi?’’ diye sordular. Ben de ‘’ Bilmiyorum’’ Dedim.
Tam yıkama işlemi başlayacaktı ki teyzem geldi ( O da rahmetlidir şimdi ) Gassal bayanlarla birlikte annemi yıkadılar. O anda abim de geldi. Teyzem cenaze yıkama işi bitip annemi sarıp sarmaladıktan sonra bize ‘’ Gelin annenizle vedalaşın.’’ Dedi. Abim korktu. İçeri giremedi. Ben gittim. Annemin alnını öptüm ve tabuta koyduk sonra .
Onu Alibeyköy mezarlığında toprağa verirken düşündüğüm tek şey babama olan öfkemdi. O kadar çektirmiş, o kadar acılarla doldurmuştu ki zavallı kadını boşandıktan yıllar sonra o acılar unutulmamış hele de hayattaki en büyük dayanağı babası( Hacı dedem ) öldükten sonra tamamen aklını yitirmesine , hayatının son haftasını akıl hastanesinde geçirmesine sebep olmuştu.
Annem bu şekilde öldüğüne göre babam kesinlikle çeke çeke, inleye inleye, kan kusarak ölecekti. Daha doğrusu öyle ölmeliydi. Çünkü Allah’ın adaleti öyle diyordu. Benim beş vakit namazlı-niyazlı, alnı seccadeli , dili dualı melek annem son nefesinde ağzına bir damla su damlatan olmadan, başında iki ayet kur’an okuyan olamadan öldüğüne göre her akşam bir yetmişlik rakıyı deviren, evde terör estirip her gün annemi ve bizleri döven, hovarda, zampara, karı-kız düşkünü, bizim nazarımızda baba= korku olan babam kim bilir nasıl ölecekti?
Annemi toprağa verirken benim de diğer kardeşlerimin de düşündüğü tek şey buydu.
2005 yılı- Fethiye
Komşumuz Hacı amcanın evinin önünde bir kalabalık birikmiş millet feryat edip duruyordu. Dışarı çıktım. Herkesin dilinde ‘’ Hacı Amca ve Hacı Anneye bir şey olmuş ‘’ Lafları vardı. Hacı Amca, bir komşu olan Hasan Hoca’ya telefon edip ‘’ Hacı anne öldü..Bizim eve gelin..Sen de hakkını helal et’’ Demişti. Komşular Hacı Amcanın evine gelmişler ama kapı hafif aralık olduğu halde işin içinde ölüm olduğu için içeri girememişlerdi. Dışarıdan bakınca Hacı Anne lavabonun altında boylu boyunca yatıyor görülüyordu. Hacı Amcadan ise ses seda yoktu.
Benim eski hanım gözü karadır. Daldı içeriye ve az sonra seslendi. ‘’ Hacı Anne ölmüş..Hacı Amca yok.’’ Bir kaç saniye sonra bir komşu bayan daha daldı içeriye ( Bir öğrencimin annesi ) Odalara girdi ve o da seslendi. ‘’ Hacı Amca kıpırdıyor..Ölmemiş daha . ‘’
Yarım saat sonra ambulans geldi. Hemen peşinden de jandarma…Hacı Anne ölmüştü. Bir münakaşa sonuna onu iterek başını lavabo taşına çarptıran ve ölümüne sebep olduğu için sonra pişmanlık duyup evdeki tüm ilaçları içerek intihara kalkan Hacı Amca yaşıyordu.
Hacı Annenin cesedi İzmir’e otopsiye gönderildi. Hacı Amca ise önce hastaneye, iyileştikten sonra ise mahkemeye çıkarıldı ancak otopsi sonucu çıkana kadar tutuklanmadı.
Hacı Amca...O melek insan artık tüm mahallelinin gözünde eli kanlı bir katildi. Artık hiç kimse ona neredeyse selam bile vermiyordu. Tamamen yalnızlığa itilmişti.
Hacı anne..O melek kadın otopsi için kafatası parçalanacak ve öylece toprağa verilecekti. Hacı Anne bu şekilde ölüp bu şekilde toprağa verilecek olduğuna göre katil Hacı Amcanın ölümü kim bilir nasıl olacaktı? Kim bilir ne azaplarla ölecekti.?
Hacı annenin ölümü ve defninin üzerinden bir ay geçmişti. Hacı Amca kışa hazırlık olmak üzere bahçesindeki kuru çam dallarını kesmeye çalışıyordu hızarla. Benim iki no lu oğlum Tuğrul’a ‘’ Şu dalları kes sana para veririm’’ dedi ama Tuğrul duymazlıktan geldi Hacı Amcayı..
Tuğrul hazırlanıp evden dışarı çıktı ve az sonra bir feryat..’’ Koşuun..Hacı Amca’ya bir şey olmuş. Ağaçların altında kıpırdamadan yatıyor.’’
Millet toplanmış öylece mal mal bakıyor..Hemen yaklaştım. Nabzına baktım atmıyor. Göz kapaklarını kaldırdım, hareketsiz...Ölmüş…Ama hayrettir ki yüzünde bir gülümseme, alnında boncuk boncuk ter… Aynen hadislerde anlatılan bir imanlı insanın ölüm hali…’’ Olamaz ya..Bu katil böyle ölmemeli’’ Diyorum ama sonra aklıma geliyor: ‘’ Sizin bilmediklerinizi Allah bilir.’’ Demek ki Yüce Rabbim Hacı Amca kulunun intihar ederek öteki aleme imansız gitmesine razı olmadı. Zaten Hacı Amcanın ölümünden sonra gelen Hacı Annenin otopsi raporunda Hacı Annenin beyninde baloncuk olduğu yani ölümünün an meselesi olduğu, Hacı amcanın itmesiyle birlikte oluşan korku sebebiyle olayın tetiklendiği , yani Hacı Annenin, kafasını çarpma sonucu değil korku sonucu baloncukların çatlaması, patlaması artık her ne ise o sebepten öldüğü bildirilmişti.
Ve 2006- Yine Fethiye.
Fethiye- Antalya- İzmir derken nihayet yine Fethiye Devlet Hastanesi oldu babamın son durağı. Artık devrilmekteydi bu koca çınar. Kalp ve göğsü iflas etmişti. Bir ay yatırdığım İzmir Tepecik Göğüs Hastanesinde altıma gazete serip taş zemin üzerinde yatmaktan illallah ettiğim bir gün içimden de olsa ‘’ Artık öl be baba ‘’ Dediğim babam nihayet ölüyordu.
Aylardan Ramazandı aynen bu gün olduğu gibi…Baktım uyuyor…Hastane bahçesindeki mescide gidip teravih namazını kıldım ve her şeye rağmen sağlığına kavuşması için dua ettim babamın. Tekrar odasına geldim. Oturdum baş ucunda kur’an okumaya başladım. Sahur vakti oldu. Hasta bakıcılar yemek getirdiler…Babam hala uyuyordu. Ben kendi yemeğimi yedim. Sonra babam hafifçe gözlerini açtı ‘’ Sami bak tavanda kuşlar ve bem beyaz ayaklar var görüyor musun ?’’ Dedi..Gayrı ihtiyari tavana baktım. Ne kuş vardı ne de ayak. ‘’Ben bir şey göremiyorum baba’’ Dedim. ‘’ Hayret’’ Dedi. Sonra ‘’ La ilahe illallah Muhemmedün Resulullah’’ Dedi . Gözleri kapanıyordu. Ağzına önce bir kaşık meyve suyu verdim. Yutamadı. Onu pamukla alıp çay kaşığı ile su verdim . Onu da içemedi. Dudakları ıslandı o kadar. Ben Kur’an okumaya devam ettim.
Beş dakika kadar sonra babam fena halde kusarak içinde ne varsa çıkardı. Hasta bakıcıları çağırdım. Çarşaf, yorgan ne varsa değiştirdiler. Sabaha kadar kıpırtısız yattı.
Sabahleyin hemşire geldi. Babamın ateşine, nabzına bakmak istedi ve hemen odadan çıktı. Az sonra doktoru ile yeniden geldiler. Doktor babamın ayaklarına baktı. Ayak parmakları hafifçe morarmıştı ama bence bu çok da yadırganacak bir durum değildi. Çünkü babamda yer yer morluklar hep olurdu.
‘’ Sami Bey, babanızı yoğun bakıma alıyoruz.’’ Dedi doktor. Buna da alışıktım..Son bir kaç aydır o kadar çok girmişti ki yoğun bakıma. Allah biliyor ya sevindim…Çünkü yoğun bakıma hasta yakınını sokmuyorlardı. Bu da eve gideceğim ve sırtım rahat bir yatak yüzü görecek anlamına geliyordu. Ama sevincim kısa sürdü…Ben eşyalarımı toplayıp hastaneden çıkmak üzereyken hemşire gayet olağan bir şeymiş gibi ‘’ Sami Bey babanız öldü. ‘’ Dedi. Ben ise ‘’ İnne lillah ve inne ileyhi raciun= Hepimiz O’ndan geldik ve ona dönücüleriz’’ Ayetini okudum .
Göz yaşı mı? Ancak defin ruhsatı alırken doktor telefon edip de ‘’ Hocam çok üzgünüm . Allah sabır versin, başın sağ olsun. ‘’ Deyince iki damla kadar indi aşağıya hepsi o.
Kadir gecesinden bir gün sonra, arefeden bir gün öce bir Ramazan ayında toprağa verdik babamı. Başında bir tek ayet okunmadan, ağzına bir damla su verilmeden ölen annem, ve bir Ramazan gününde son nefesinde Kelime-i tevhid getirerek, başında kur’an okunarak hayata gözlerini yuman babam.
Niçin mi mizaha sığınıyorum? Niçin olacak hem kafayı oynatmamak için hem de korkudan..Daha çok korkudan...
NOT: BU ANI YAZISINI YAZMAMDAKİ EN ÖNEMLİ SEBEP SİTEMİZİN DEĞERLİ ŞAİR/ YAZARLARINDAN GÜLHUN ERTİLAV’IN YAZDIĞI SON NEFES ADLI EŞSİZ ŞİİRDİR...O ŞİİRDEN ALDIĞIM İLHAMLA TAMAMI GERÇEK OLAN BU ANIMI YAZMA CESARETİ BULDUM
DEĞERLİ ARKADAŞIMA ÇOK ÇOK TEŞEKKÜR EDİYORUM.
YORUMLAR
Cenab-ı Hakk son nefeste kime neyi nasip ediyor görüyor duyuyoruz
iman ile paranın kimde olduğu belli olmaz derler..
hayatta çok ufak görünen bir iyilik büyük değerler taşıyabiliyor Hakk katında
yazınızı okurken "insan neler görüyor, neler çekiyor" dye geçti aklımdan
Rabbim cümle ölmüşlerimize rahmet eylesin
selamlar saygılar
Merhaba Sami hocam, yazınızı üzülerek okudum. Bizim gibi orta yaşı geçmiş insanların çoğu ölümle karşılaşmıştır. Hele bu ölüm ana, baba, kardeş olunca daha bir burkar insanın içini. Ben de birçok ölüm yaşadım ve nasıl yaşarım bundan sonra dediğim anlar çok olmuştur. Rabbim dayanma gücü veriyor ve bizler acılarımızı mizahın ardına saklıyoruz çoğu zaman. Sen gibi, ben gibi, niceleri...
Duygulu bir yazıydı, tebrikler.
Selam ve sevgimle...
Şimdi...
Alışmıştık mizaha mizahla cevap vermeye.
Bari ölüme de ölümle yanıt verelim.
Kardeşim hastane odasında telefonla arkadaşıyla konuşurken fenalaştı.Kriz vurduğunda ben yanında ona sarılmıştım. Korkmamasını iyileşeceğini bunun normal bir kriz olduğunu söylüyordum.Yoğun bakıma giderken "beni kaldır abi" dedi.Biraz çektim beceremedim.O iki elinden kuvvet alıp sedyeye dik vaziyette oturdu.
Bir kaç saat sonra doktor gelip "emin olun kardeşine ne kadar uğraştıysam o kadar çabaladım.fakat biz Tanrı değiliz .Maalesef kardeşinizi kaybettik" deyince "İnna lillah ve inna ileyhi raciğun" dedim gayri ihtiyari.Ve "eğer Allah öyle istemişse ,kim durdurabilir ki Hocam" dedim.
Otuz dokuz yaşında iki küçük çocuğu yollarını gözleyen adamı toprağa koyup eve döndük.
Biz bu dünyada yolcuyuz sami abi.Fakat kalmaya gelmiş gibi bir havamız var.Gidene değil kalana ağlamalı.
Kardeşim mükemmel bir müslümandı.Öyle Müslümanlık bulaşmıoş değil,her huyu ve davranışı düşüncesi ile Allah'ın boyasıyla boyanmış idi.
Annem ağlayor bazen "Ah Adnan olsaydı şu üzümü severdi,şu ağaç onundu" diyor.
Allah'ın bu nimetleri veremeyeceğini mi zannediyor acaba insan?
Önemli olan kul hakkı olmadan ve müslüman olarak ölebilmek.
Yıllarca taşıdığım "Devrimci" düşünceler bana "insan" adlı değerin bir ölümle yok olamayacağını haykırıyor.
Yoksa çoktan "Azraile karşı omuz omuza" veya " Ölmek var Gömmek yok" sloganlarıyla Zincirlikuyunun kapısına dayanmıştık.
Fakat ölüm...bir gerçek.
Ve en büyünyoldaşlarımız nasıl öldüyse
bütün Faşistler de öyle öelecek.
Kahrolsun Ölüm ve yerli İşbirlikçileri"
yaşasın devrimci demokratik yaşama hakkımız".
"Bir ölür bin doğarız"
Sonra o bin de ölür tabii.
Mizaha sığınmak mı?
aslında biraz öyle.Birazı da farklı bakabilmek aslında.
Sakin ol....
Önemli olan ölmeyi bilmek ve kardeşim rahmetlinin dediği gibi "hayırlı ölüm nasip etmesi Allah teala'nın.
Bir de sağa sola "Ölürsem kabrime gelme istemem" diye yazma.
Bir gün en güzel sesli imamaın "er kişi niyetineeeee" diye haykırdığını duyunca heyecanlanma...O sen değilsin.
Korkma...
tebrik ederim...
Selam ve saygı ile.
Bir insan yaşamını çok rahat ve mutluluk içinde geçiriyorsa,hem de kötü olduğu halde belki de Yaradan tarafından asla Cennete gitmeye uygun görülmeyeceği bilindiği içindir sonsuzda. Tersi durumda ise melek gibi biri yaşarken dünyada çok acı çekiyorsa , kötü bir yaşam sürdürüp ve sonra da haketmediği biçimde ölüyorsa, dünyada çektikleri yüzünden Cennet'te çoktan yerinin ayrılmış olması ihtimali yok mudur ? Ben hep böyle düşünmek istiyorum iyiyi ve kötüyü eşitlemek için kafamda , bu düz dünyada...
Yazınız bana dedi ki
Gülümsetmeliyiz yüreğimizi, pekiştirmeliyiz inancımızı
Sığınarak olumlamaya
Yücelterek mizahı ruhumuzda
Durup insanlığın karşısında
Bol bol gülümsemeliyiz zorluklara
Çıldırmamak adına...
Yapılacak başka birşey de olmuyor aslında...
Çok doğru , çok haklı bir yazı incelikle aktarılmış.
Saygılarımla
Benim "Nefes" yazım, Gülhun hanımın "Son nefes" şiiri ve şimdi;
Sizin ibret verici ve yüreğimi kanatan yazınızla birlikte bir kez daha hüzünlere boğuldum...
Yazan yüreğinize ve ilham olana teşekkürlerimle... :(
Dün ve bugün iki defa okudum yazıyı ve hepimizin de hayatımızdan kesitler buldum.
Çünkü düğün girmeyen ev oluyor da, ölüm girmeyen ev olmuyor deriz hep; maalesef...
Dünyanın kanunu böyle... Rabbim evlat ateşi göstermesin cümlemize de...
Verdiğimiz kayıplarımıza, ölmüşlerimize de gani gani rahmet eylesin inşAllah...
Günün anlamlı yazısını ve yazarını kutlarım..
Saygım ve selamlarımla Sami hocam...
Yazınızı okurken kendi anılarıma döndüm. Babamı düşündüm ölüm anında. Ağzına suyu ben veriyor, kardeşim ve gelinimiz Kur'an okuyordu. Suyun artık gitmediğini farkettim. soluk vardı.
Sanki otomatiğe bağlanmış gibi aynı tempoda.. Sonra kesildi. Halamın oğlu, öldü dedi.
Ne yapacağımı şaşırıp salona geçip sessizce ağladım.
Anne ve banıza Allah'tan rahmet diliyorum. Bazı şeyleri biz bilemeyiz. Her şeyin doğrusunu Allah bilir,
selâm ve sevgilerimle..
esasında yazıyı öylesine okumaya başladım.
ne yalan söyleyeyim.
ama sonrasında hemen sona gelmedim.
belli bir süreden sonra daha fazla kavramaya çalıştım.
ilk cenazenizi alışınız
beynimden vurdu.
babam da çocuğunun cenazesini almıştı
yıllar önce ve geçen sene da kayınvalidem almıştı çocuğun cenazesini
hep beraber almıştık.
o anda anlatılanın gerçek olması daha fazla sıktı canımı, acıttı.
sonrası hiç.
söylenecek sözlerin kurşunlandığı bir anda
söylenecek tek söz hiçtir.
ben annemi 12 yaşlarında da kaybettiğimde hissettiğim hiçti
sonrasında o hiçin faturası çok ağır oldu ama o zaman hiçti
Bu gece vakti benide duygulandırdın ve anılarımın tekrar üşüşmesine sebep oldun.
Annenemi yaklaşık 3 yıl önce kaybettim. Anneannem benim peynirci anneannemdi onu hatırladığımda, sağlılıyken ve ben çocukken yaptığı ve yemeye doyamadığım güzel lezzetli peynirler aklıma gelir.
Anneannem, günah diye televizyon izlemezdi, erkekle konuşmaz yüzüne bakmazdı, erkek sesi duyarım diye radyo dinlemez telefona bakmazdı. Başını örttüğü zaman eskinin feracelerinden giyer ve sadece gözleri gözükürdü. Bir vakit olsun namaz kaçırmamıştır. Oğulları dışında hiç bir erkek (damatları dahil) saçını göstermemiştir. Hatta ben onu yazın kuma gömerdim. Herkez denize doğru oturrken o denizde çıplakları görmemek için yönünü dağlara çevirirdi. Öyle bir kadındı ama 10 sene yatakalak olarak yattı. Altını bezlediler, yürüyomiyor sürekli yatıyordu ve çok çekti. Babam anneannemi hiç sevmezdi ve babamın evinde vefat etti.
Hani Ömer ile Elif diye bir hikaye yazmıştım orafa Halime vardı. O Halime (geçen sene vefat eden halamdır) o hikayede anlattıklarım az bile daha bir çok kötülükler yaptı. Evladını trafik kazasında 27 yaşında kaybetti ama yinede iyi bir insan olmadı. Anlı secdeye deydiğini sanmıyorum. Orucunu pek tutmazdı. Anne babası Almanyada yaşayan kocasının karkeşinin çocuklarına olmadık eziyetleri yaptı. Hastanede vefat etti öldüğü zaman yüzü çok kötüymüş ama yıkandıktn sonra yüzü genç kız gibi pespembe olmuş. Ölürkende eziyet ettiği ölen oğlunun karısı kuran okurken can vermiş.
Yine o yazdığım hikayedeki Fehmi de babam olur. Kız kardeşini döverken parmağını kırmış, Kız kardeşi Elifin sevdiği çocuk olan Ömer'i ölesiye diğer amcamla dövüp hendeğe atmış. Döverek atını öldürdü, buzağının birinin böğrüne döverken demir kazık soktu. Benimde ''Cam Kırıkları hikayemde anlattığım şekilde çook dövdü 46 yaşındayım ve 10 yıl öncesime kadar kızım demedi.
8 Yılönce zeytin ağacından düştü beyin kanaması geçirdi. O vakte kadar camiye bayramdan bayrama gidiyordu.Oruç tuttuğunuda hiç hatırlamıyorum. Kazadan sonra cumalara gitmeye başladı. Bir gün bana ''Okadar cumalara gidiyorum ama Allah beni iyi etmedi'' dedi ben şok olmuştum Allah la pazarlık ediyordu.
Her seferinde Allah sana ikinci bir şans verdi herkese bu nasip olmaz bunu iyi değerlendir gıybet yapma kalp kırma, insanları ve bizleri üzme desemde değişmedi. Benim günahım yok kalbim temiz der sürekli. Ben iyi biriyim ama Allah bana bu derdi verdi o kadar kötü insanlar var onlara bir *ok olmuyor deyip duruyor.
Küçük dayım kanser ölümle mücadele ediyor ve karıncayı incitmemiştir. Allah adamıdır ne diyeyim
Dayım Ankara Onkolojide yatarken küçücük kanserli çocukları görürdüm. Allahım bu çocukların günahı ne o kadar kötü insanlar varken bunlar neden kanser ve küçük yaşta bu acıları çekip ölecekler diye sorardım. Artık sormuyorum Allahın bir terazisi ve düzeni var. Derlerki bu dünyada çok çeken günahlarının bedelini bu dünyada ödermiş. Hastalıklar günahhların kefaretiymiş bende böyle teselli buluyorum. İnşallah öyledir. Allah herşeyi gören ve bilendir.
Çok güzel bir yazı benimde içimdekileri döktürdün.
Selam ve sevgiler
Öncelikle sizi bu kadar üzeceğimi, yani anılara dalıp tekrar üzüleceğinizi bilseydim paylaşmazdım şiirimi.
Yaptığınız yorumun altına da yazmıştım bir yazıya ya da bir şiire vesile olmak güzeldir diye.
Üzgünüm hocam,
Yazınızı okurken, ağladım, yeminle ağladım, babamı, sevdiklerimi kaybederken yaşadığım birçok sahneyi bende tekrar yaşadım.
Rabbim kimseyi evlat acısıyla sınatmasın diyorum, büyüklerin acısına alışmak zor da olsa katlanılır belki ama evlat acısı çok zordur.
Hocam bu yazının üzerine belki bir sayfa yazacak kadar doldum şuan ama inanın ekranı göremiyorum gözyaşlarımdan.
Acınızı da bizimle paylaştınız, sevincinizi de.
Meğer ne güzel bir aile olmuşuz biz.
Saygılarım değerli kalem, saygılarımla hocam.