- 1045 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
CAN İLE CANAN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Hazar Gölü’nde eskiden büyülü bir ada varmış. Adada birbirinden güzel kokulu çiçekler, cıvıl cıvıl öten kuşlar, elmas renginde pulcukları olan balıklar yaşarmış. Kıyıdan adaya bakan insanlar, bu güzel çiçekleri koklar, cıvıl cıvıl öten kuşların seslerini dinler, suyun yüzeyinde parlak görüntü oluşturan elmas renginde pulcukları olan balıkları izlermiş. Adanın karanlık olduğu hiç görülmezmiş. İnsanların bu güzelliği yok edeceğinden korkan cinler periler, adaya ayak basmak isteyen kral, padişah, bey, prens demeden, herkesin başına türlü oyunlar getirir, gemilerini batırır, sonra onları kargaya dönüştürerek yerleri yurtları nereyse oraya uçururlarmış. Zamanla bu duruma alışan insanlar artık adaya gitme fikrinden vazgeçmiş. “Çiçek, dalında güzeldir.” diye düşünerek adayı kıyıdan izlemenin keyfini çıkarmaya çalışırlarmış.
O dönemde Elazığ Kalesi’nde zalim, kurnaz bir kral ile güzelliği dillere destan bir kızı yaşarmış. Prensesin upuzun, badem renkli saçları, elma yanakları, ahududu dudakları varmış. Kral o bölgede rakip tanımazmış. O kadar güçlüymüş ki... Bir gün kızı o adayı görmek istediğini babasına söylemiş. Babası kızını çok sever, bir dediğini iki etmezmiş. Hemen bir atlı araba hazırlatmış, kızını yanına alarak sefere çıkar gibi geziye çıkmış. Sivrice tarafına gelince arabadan inmişler. Halk “Ne oluyor” diye merakla, kral ile prensesi seyre koyulmuş. O esnada, onlardan habersiz, sırtında ağır demir malzemelerinin olduğu kefeyi taşıyan iri yarı, mavi gözlü, kızıl saçlı, uzun boylu bir genç çarşıdan geçiyormuş. Prensesin beyaz, ince peçesinin altındaki açık yeşil gözleri ile genç adamın gök mavisi gözleri, bilinmeyen bir güç tarafından -her nasılsa- birbirine kenetlenmiş. O an yürekleri aşk aleviyle tutuşmuş. Prenses, adaya bakmak için geldiğini unutmuş, aklı fikri demirci gencin gözlerinde kalmış. Babasından korktuğu için bu durumu ona anlatamamış. Aşkın çaresizliğinden kısa sürede yatağa düşmüş; yemeden, içmeden kesilmiş. Kral, kızını iyileştirmeleri için en ünlü hekimleri çok uzak diyarlardan getirtmiş. Hekimler her türlü ilacı kıza vermiş ama onu ayağa kaldıramamışlar. Kral üzüntüden kahrolmuş. Çareyi büyücülerde aramış. O dönemin en ünlü büyücüsü, kara elbiseler içinde kralın huzuruna çıkmış. Büyücü, kızın hastalığının nedenini çok kısa sürede ortaya çıkarmış. Kral bunu öğrenince inanmak istememiş ama başka çaresi olmadığından kabul etmek zorunda kalmış.
Genç demirci ise her gün yüksek bir kayanın üzerine çıkar çaresizce adayı izlermiş. Genç adamın ailesi yoksul, halktan insanlarmış. Annesi ile babası oğullarının derdini biliyor ama ona nasıl yardımcı olacaklarına akıl sır erdiremiyorlarmış. Köyün ileri gelen âlim insanlarına danışmışlar. Onlardan akl-ı selim bir karar çıkmayınca, son çare olarak kralın huzuruna çıkmaya karar vermişler. Bu halde kralın karşısına alınmayacaklarını bildiklerinden, köyün en yaşlı, bilge adamını yanlarına alarak yola koyulmuşlar. Kral, yaşlı bilge adama verdiği değerden dolayı onları huzuruna kabul etmiş. Anne ile baba, krala oğullarının çaresiz durumunu anlatmış, dertlerine derman olması için ona yalvarmışlar. Kral buna çok öfkelenmiş:
- Siz kim oluyorsunuz da benim biricik, güzeller güzeli kızıma aşık olan aptal oğlunuz için yardımcı olmamı bekliyorsunuz. Tez huzurumdan çekilin! diyerek onları kovmuş.
Prenses bir deri bir kemik kalmış. Hekimler krala, prensesin böyle giderse ölebileceğini söylemişler. Büyük krallıkları deviren, girdiği savaşlarda burnu bile kanamayan zalim kral, köşeye sıkıştığını hissetmiş. Önce kızını bu hale koyan oğlanı öldürtmeyi düşünmüş; ama kızının acılı durumu bunu kolayca unutmasını sağlamış. Yanındaki kara elbiseli büyücüye ne yapıp edip kızını kurtarmasını, yoksa boynunu vuracağını söylemiş. Büyücü, günlerce düşünmüş ve en sonunda bir çare bulmuş. Krala, eğer dediği yapılırsa hem kızını iyileştireceğini hem de o gençten kurtulacağını söylemiş. Kral, adamın fikrini beğenmiş ama yine de içinde bir korku varmış. Elçilerini huzuruna çağırarak onlara:
- Tez elden prensese aşık olan genci ailesi ile birlikte huzuruma getirin, demiş. Kralın askerleri hemen yola koyulmuş. Sivrice’ye varmışlar. Genç demirci ile ailesine hiçbir açıklama yapmadan, onları önlerine kattıkları gibi yaka paça kralın karşısına çıkarmışlar. Anne ile baba, kral bizim oğlumuzu öldürecek diye çok korktukları için kralı görür görmez hemen ayaklarına kapanmışlar.
- Ne olur kralım! Biricik oğlumuzu bize bağışlayın. Ne isterseniz yapmaya hazırız ama oğlumuza dokunmayın, diyerek ağlamaya başlamışlar. Kral onların bu haline içten içe sevinmiş ama bozuntuya vermeden onlara yarı şaka yarı ciddi:
- Başınıza talih kuşu konmuş, siz karşıma geçmiş çocuklar gibi ağlıyorsunuz, demiş. Aile şaşırmış. Kral sözlerine devam etmiş:
- Merak etmeyin oğlunuzu öldürmeyeceğim, sadece ondan üç şey isteyeceğim, eğer bunları yerine getirirse hiç düşünmeden kızımı ona vereceğim.
Kralın huzuruna geldiğinde mutsuz, zayıf görünen genç adam; birden canlanmaya, kralın konuşmalarını dikkatle dinlemeye başlamış. Kral:
- Oğlunuzdan ilk dileğim Hazar Gölü’nde çok güzel kokulu çiçeklerden bir tanesini sağ salim koparıp getirmesidir. Ondan sonra ikinci dileğimi söyleyeceğim, demiş. Anne ile baba, krala yalvararak o adaya henüz kimsenin sağ salim çıkamadığını, adada cinler periler olduğunu söylemişler. Kral onları dinlememiş. Genç demirci ise prenses ile evlenmesi için doğan umut ışığını söndürmek istememiş ve yiğitçe, kralın önünde eğilerek ona:
- Emrin başım gözüm üstünedir kralım. Ama yola koyulmadan önce sizden bir şey isteyeceğim. Eğer kulunuzu kırmazsanız değil bir çiçek size binlerce çiçek getiririm, demiş. Genç demircinin ne istediğini anlayan kral, önceden hazırlığını yapmış, hasta kızına durumu anlatmıştı. Bunları duyan prensesin yüzüne renk gelmiş. Açık yeşil gözleri ışıl ışıl parlamıştı. Sarayın kapısından, rengarenk çiçeklerle işlenmiş, ipek kıyafeti ile boynunda inci gerdanlık olan güzel prenses içeri girmiş. Birbirlerini sadece bir defa gören aşıklar, sanki uzun yıllardır tanışıyormuş gibi çok derin ve sıcak bakışmışlar. Bundan rahatsız olan zalim kral, demirci gence, zaman kaybetmeden adaya gitmesini buyurmuş. Genç adam ile prenses istemeyerek de olsa birbirlerinden ayrılmak zorunda kalmışlar.
Genç adam, silahlanıp kuşanmış. Yiyeceğini ve içeceğini yanına alarak sandala binmiş. Var gücüyle küreklere asılmış. Birden çok tuhaf bir durum olmuş. Genç adam, suya daldırdığı sol küreği kaldıramadığını fark etmiş. Büyük bir taşa denk geldi diye düşünerek küreğe daha güçlü asılmış. Ne yaptıysa da küreği kımıldatamayan genç adam kan ter içinde kalmış. Gölün berrak suyuna bakmış, dipte çakıl taşlarından başka bir şey görememiş. Mecburen üstündekileri çıkararak suya dalmış. Tahta küreğin ucunda rengi ve dokusu çok farklı, küçük bir midye görmüş. “Kocaman kürek, şu küçük midye yüzünden mi hareket etmiyor? ” diye şaşırmış. Midyeyi oradan alarak sandala getirmiş. Avucunda tuhaf tuhaf incelemeye çalışmış. Birden midyenin içinden, garip sesler gelmeye başlamış. Genç demirci korkuyla midyeyi, sandalın bir kenarına fırlatmış. Midyenin içinden dev bir cin çıkmış. Dev cin kollarını ovuşturmuş bir halde genç adama:
- Korkma ben iyi cinim. Benden sana kötülük gelmez. Biz cinler arasında kötüler olduğu gibi iyiler de var. Ben şu karşıda görünen o güzel adada kalıyordum. Bir gün kıyıda siz insanları gözetlerken karşıma kötü bir cin çıktı. Başıma türlü oyunlar getirerek beni şu midyeye hapsetti. Sen de midyenin kabuğunu ovunca sihir bozuldu, ben de kurtuldum. Biz iyi cinlerin bir özelliği var. Bize yapılan iyiliğe üç defa iyilik yaparak karşılık vermek zorundayız. O yüzden dile benden ne dilersen! Şunu unutma ki benden ne istersen anında yerine getireceğime iyi cinler adına söz veriyorum, demiş. Genç adam şaşırmış, ne diyeceğini bilememiş. Düşünmüş, ona başından geçenleri ve ondan ne istediğini anlatmış. İyi cin, genç adamın dileğini çok tuhaf karşılamış. Ona:
- Bak oğul, o ada yeryüzünün en güzel, cinler periler ile de en efsunlu adasıdır. O adada her şey birbirine bağlıdır. Senin alacağın bir çiçek binlerce çiçeği öldürür, kuşları yasa boğar, balıkların da elmas pulcukları kalmaz. Sen çok akıllı, iyi, cesur bir gence benziyorsun, istiyorsan prensesi kaçırır, adaya getiririm. Ve onunla ömür boyu misafirimiz olarak adada kalırsın. İyi düşünmeni istiyorum, demiş. Genç demirci:
- Krala ve prensese söz verdim, ne olursa olsun o çiçeği götüreceğim, demiş. İyi cinin yüreği burkulmuş. Ama verdiği sözden dolayı onu adaya götürmek zorunda kalmış.
Genç demirci adaya geldiğinde kendini cennette sanmış. Güzel kokular, tatlı sesler, parlak görüntüler onu mest etmiş. İyi cin doğru söylemiş, yeryüzünün en güzel yeri burası diye ona hak vermiş. İyi cin, adadaki cinler perilere başından geçen kötü olayları üzgün bir şekilde anlatmış. Bu duruma içerleyen cinler periler, çaresizce genç demircinin dileğini kabul etmişler. Genç demirci, güzel prenses beni bekliyor diyerek daldığı efsunlu rüyadan uyanmış. Elini güzel kokulu bir çiçeğin dalına doğru uzatıyormuş ki çiçekten dokunaklı sesler duymaya başlamış.
- Ne olur beni koparma! Yoksa güzelliğim ve kokum gider. Genç adam kendini bir düşte sanarak çiçeği acımadan koparmış. Sandala atladığı gibi kalenin yolunu tutmuş. Onu gören, kral ve büyücü dışında, hemen herkes sevinmiş. Büyücü, kralın kulağına:
- Aşk bu kralım! Buna ne akıl ne sır erer. Ben bunu düşünerek üç zor dileği size sundum. Birincisinde şansı yaver gitti, ikincisinde bakalım ne yapacak? demiş. Genç adam eğilerek çiçeği prensese vermiş. Çiçek prensesin elinde solmuş, eski güzel kokusu yitmiş. Herkes buna çok şaşırmış. Prenses ile genç adam birbirleriyle hasret gidermeye çalışmışlar. Kral onlara yine engel olmuş. Genç adama dönerek ona:
- Beklemenin sırası değil, senden ikinci isteğim o adadan bana elmas pulcukları olan balıklardan bir tane getirmendir, demiş.
Genç adamın aklı prensesin gözlerinde kalmıştı. Çaresizce adaya yeniden gitmiş. Adada büyük bir değişiklik varmış. Genç adamın gördükleri çok tuhafına gitmiş. Suda yüzen, elmas parlaklığında pulcukları olan balıklar sanki bir şeylere üzülmüşler gibi kafalarını hiç sudan dışarı çıkarmıyormuş, güzel kokulu çiçeklerin hepsi kurumuş, cıvıl cıvıl öten kuşların ise dilinden acılı ezgiler okunuyormuş. Genç demirci, bu durumu düşünmeden ikinci dileğini iyi cinden istemiş. Verdiği sözden dolayı pişman olan iyi cin, boynu bükük bir halde ona:
- İstediğini alabilirsin, demiş. Genç adam, elmas parlaklığında pulcukları olan balıklardan bir tanesini sudan çıkarırken balıktan ilginç sesler duymuş:
- Ne olur, beni sudan çıkarma, yoksa ölürüm! Genç adam yine düş gördüğünü sanmış. Balığı içi su dolu bir kovaya atarak yola koyulmuş. Genç demircinin yolunu dört gözle bekleyen halk, onun gelişine çok sevinerek şarkılar, türküler söylemiş; eğlenceli oyunlar düzenlemişler. Kral bu kez oldukça kızmış. Büyücüye:
- Genç demirci son isteğimi de yerine getirirse seni onunla birlikte öldüreceğim. Bunu böyle bilesin! demiş. Büyücü ise onu teselli etmeye, kendini savunmaya çalışarak:
- Bu son isteği ömrü billah başaramaz, bana güvenin kralım, demiş. Prenses kovadan elmas parlaklığında pulcukları olan bir balık çıkmasını bekliyormuş. Elini uzatıp balığı almaya yelteniyormuş ki balığın pulcukları avuçlarında solmuş ve prensesin şaşkın bakışları arasında balık oracıkta ölmüş. Hiç kimse dönen ilginç olaylara anlam verememiş. Herkesin tek düşüncesi genç demircinin, kralın son isteğini sağ salim yerine getirerek prenses ile evlenmesiymiş. Kral, genç demirciye:
- Son isteğim yine o adadan olacak. Bana cıvıl cıvıl öten kuşlardan bir tane getirirsen, artık kızımla evlenmene hiçbir engel kalmayacak, demiş.
Genç adam zaman kaybetmeden, ne de olsa bu son isteği de rahatça yerine getirir ve prensesle evlenirim diye düşünmüş. Adaya yaklaşınca hiç ummadığı bir durumla karşılaşmış. Elmas parlaklığında pulcukları olan balıkların öldüğünü ve suyun yüzeyini sararan yapraklar gibi kapladığını görünce yüreği burkulmuş. Adada iyi cin ile acılı öten kuşlar dışında kimse kalmadığını gören genç adam, iyi cinin yanına gelmiş. Onu üzgün, dertli görmüş. İyi cin, eliyle işaret ederek istediğini alabileceğini söylemiş. Genç adam adadaki diğer cinler perilere ne olduğunu sormuş. İyi cin ona dönerek:
- Sen daha iyi biliyorsun, demiş. Verilen yanıta çok şaşıran genç demirci, başından sonuna kadar yaşadığı olayları düşündükçe, yüz hatları değişmeye başlamış. Hep ışıl ışıl parlayan adayı, alacakaranlığa gömen, bu güzelliği yıkan, binlerce güzel kokulu çiçeği solduran, binlerce elmas parlaklığında pulcukları olan balıkları öldüren benim” diyerek bir suçlu gibi yaptıklarından çok utanmış. Acılı ezgiler söyleyen binlerce kuşa bakmış. Ne yapsam da günahlarımdan arınamam diye düşünerek, kuşların yürekleri parçalayan acılı ötüşlerine kulak kabartmış. “Benim yolumu bekleyen bir güzel prenses var ama o bile benim açgözlülüğüme, bu katliama çare olamaz.” diyerek bir kayanın üzerine çökmüş ve bir daha oradan kalkamamış.
Güzel prenses, evleneceği genç demirciden haber alamayınca yeniden hastalanmış. Kral, kızının mutsuz haline dayanamayarak, bu işlerin baş suçlusu olarak gördüğü büyücüyü idam ettirmiş. Güzelliği solmuş prenses, bir sabah saraydan kaçmış. O hasta haliyle delice at koşturarak Sivrice’ye gelmiş. Sevgilisini kurban verdiği adaya isyan edercesine bakmış ve sonra kendini gölün sularına bırakmış...
Şeyhmus Közgün
YORUMLAR
keloğlan diye bir film vardı televizyonda... Aynı ona benzemiş diyecektim ama sonu çok kötü bitmiş...yine de güzeldi gerçekten...