- 672 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
Ben'e
Ben. Kocaman bir bilinmezlik. Ben, ben’i ne kadar biliyor ve tanıyorum? Belki az, beklide hiç. Ben’i tanıyor olsa idim, ben’e karşı tutum geliştirir, onunla mücadele ederdim. Ben ben’e karşı bir şey yapamıyorum. Çok zaman boyun eğiyorum duygularına, isteklerine…
Ben bana eziyet ediyor onu dinlemezsem. Ben’i dinlemek, isteklerini yapmakta mutlu etmiyor çok zaman. Hatta bazen üzüyor, pişmanlıklara sürüklüyor, gözümden kanlı yaşlar akıtıyor, uykusuz bırakıyor, akla hayale gelmeyecek oyunlar oynuyor, oynuyor benimle.
Ben bana düşman mı diye sormadan edemiyorum. Onu dinlemekte, yok saymakta ızdırap veriyor çok zaman. Peki, nasıl bir çıkmazdır bu, yapmakta yapmamakta acı ise ne yapmalı ya da ne yapmamalı? Hem acıtan ben ise acıyan kim? Her ikisi de aynı şey mi? Hangi şey bile bile kendini acıtır ki? Hem acıtıyorsa onda akıl, onda sağlık, onda mantık aranır mı hiç? Vicdan bulunabilir mi? Eğer vicdansız bir ben’le savaşıyorsam, vicdanım hangi bende? O zaman iki tane mi ben var peki? Biri acıtan ben, biri acıyan ben. Hangisinin bana seslendiğini nereden bileceğim o halde? Tek çare vicdanı ayna tutmak mı yoksa? Hadi aynaya baktım, sen acıtan bensin seni dinlemeyeceğim dedim. O zaman canım acımayacak mı? Eğer her iki durumda da canım acıyorsa hangi ben’i tercih etmeliyim? Neden?
Anladığım kadarıyla acı kaçınılmaz. Acı, her halükarda var. Var olacak. Ya vicdanım rahat iken acı çekeceğim ya da hem acı çekecek hem de vicdanımın sızlamasına izin vereceğim. Eğer faydacılığı esas alırsam sadece acı çekmek daha mantıklı. En azından vicdanım rahat olacak. Yok, hazcılığı düşünecek olursam, vicdanım sızlarken aldığım hazdan dolayı acımı küçülteceğim. Belki bir müddet sonra vicdanımı perdeleyeceğim. Büyük hazlarla geçen mutlu zamanlar. Kulağa ne hoş geliyor. Ama bir gün, bir gün vicdanım karşı koyamayacağım bir güçle geri gelir biliyorum. O zamanlar kendimi pişmanlığın sağanağında buluyorum. Bilmem kaç şiddetindeki depremin sarsamayacağı kadar derinden sarsıyor ben’i. Hıçkırıklarım arşa yükseliyor. Her damla gözyaşımla pişmanlıklarım siliniyor sanki vicdanım ayan beyan ortaya çıkıyor. Duyduğum hemen hemen bütün hazlar, dilimden dökülen pişmanlık nidalarıyla kopuyor bedenimden. Her kopuşla hafifliyor ruh. Bir anda sevgi doluyor yüreğime, her yan sevgi oluyor. Sevgi konuşuyor, sevgi bakıyor, sevgi kokuyor… Görende sevgi görülende… Oracıkta o dakikada can verme isteğiyle çırpınıyor ruh. Şu halde kopabilse bu bedenden uçup gidecektir sevgiyle, sevgiye, sevgiliye doğru.
Acı yok,
ölüm yok,
zulüm yok,
soru yok.
Sonsuz bir sükût.
Ilık bir sevgi.
Azad oluş…
Ne var ki o en mesut halde iken tüm çırpınışlarına rağmen ölmüyor, ölemiyor insan. İşte o vakit acı, vahşi bir piton gibi sarıyor bedeni sıkıyor sıkıyor, nefesin tükenene kadar sıkıyor ve yine bırakıyor. Az önce arşta kanat çırpan sen, maddenin en katı haline bürünüyorsun.
Ahh ben. Ahhh sen var ya sen. Sen görünmeyen düşmanım, ezelden ebede savaşımsın. Senle mananın enginliklerine varıyor, senle maddenin atomuna hapsoluyorum. Senle sevgi senle nefret oluyorum. Kah bulutlara çıkıyor, kah yere çakılıyorum. Sen, kopamadığım yarımsın. Sen var ya ben, ezelden ebede savaşımsın.
Naciye ÜRÜN
Üsküdar-Kasım 2008
YORUMLAR
hazcılığı düşünecek olursam, vicdanım sızlarken aldığım hazdan dolayı acımı küçülteceğim.
Freud a göre insan iki temel iç güdü ile harekket edermiş: saldırganlık vecinsellik..
Saşldırganlık ile ilişkili olarak mazoşitsilk de geliişen bir kavramdır...
Yani sonuçta bence insanalrın çoğu ki buna ben de dahilim hazcılık ilkesi ile hareket ederler...
selam
en azından kendini bilmek ben_ liğinle savaşmak adına bir çalışma içindeki çatışmanın dışa vurum olgusu
kendini tanıma arzularına gem vurmak nefis yada kendine söz geçirme en güzel tarafı bu işin bir ben var benim içimde diyebilecek kadar cesur olmanız taktire şayan bir davranış .... sağlıçakla kalın.