- 1101 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FELSEFE, BİLİM, DİN VE BİZ
Bazı sorular vardır yüzyıllardır tartışılan, felsefenin belkemiğini oluşturan, "Evrenin ilk maddesi nedir? Evren nasıl ve niçin oluşmuştur? Gerçek nedir? Varlık nedir? Biz kimiz? Nerden, neden, ne amaçla geldik, nereye gidiyoruz?"....vb gibi.
Bu sorulara tarih öncesi çağlarda ve ilk çağın başlarında dinler ve mitolojiler kendilerine has üsluplarla yanıtlar vermişlerdir. İnsanlar geliştikçe o cevaplar artık onları tatmin etmemeye başlamıştır. Zenginliğin ve fikir özgürlüğünün bulunduğu Antik Yunan da ilk çağ fiozoları ortaya çıkmış ve evreni akılla ve mantıksal süreçlerle açıklamaya çalışmışlar ve bu amaçla sürekli sorgulamışlardır, böylece fesefe doğmuştur...
Yüzyıllar boyu felsefe ile din sürekli çatışmıştır, bazen de kol kola yürümüşlerdir, ittifakları hep kısa ömürlü olmuştur. Çünkü doğaları gereği ikisi birbirne zıttır.
Felsefede kesin, genel geçer cevaplar yoktur. Felsefenin özü sorgulamaya dayalıdır ve düşünceler akıl ve mantık içerisinde bir bütünlük arzetmelidir... Çelişkili ve mantık ilkelerinden uzak olanın felsefede yeri yoktur. Dinde ise vahiy yoluyla gelen bilgilere sorgulamadan, akıl ve mantıkla açıklanamayan olaylar dahi olsa inanmak esastır. Kısaca felsefe "sorgula, şüphe et" der, din ise "sorgulama sadece inan, şüphe edersen dinden çıkarsın " der. O yüzden birbirleriyle uyuşamazlar.
Felsefe 15. yüzyıldan itibaren bilimleri doğurmuştur, bilimlerin alanı genişlerken felsefenin alanı giderek daralmıştır. Felsefede amaç olan şüphe ve sorgulama bilimde araç haline dönüşmüştür, bilim kesin, genel-geçer bilginin peşine düşmüştür. Buna da sadece deneyle gözlemle ulaşılabileceğini savunmuştur. Deneyi ve gözlemi yapılamayan soyut alanlara girmek istememiştir (Metafizik gibi..). Bu alanlar din ve felsefenin hakimiyetinde kalmıştır.
Bilim niçin ne amaçla gibi sorulara cevap aramaz, nasıl sorusunu cevaplandırmaya çalışır...
Bilim adamı nasıl sorusuna cevap ararken dini inançlarından, felsefi düşüncelerinden ve önyargılarından arınmak zorundadır, yoksa gerçeği olduğu gibi değil görmek istediği gibi görür, bu da bilimin nesnellik ilkesine aykırı düşer, bulunan şeyin gerçek olup olmadığı tartışmalı hale gelir.
Ne yazık ki bilim adamları her zaman nesnel davranmamıştır, bazı ideolojik düşünceler kanıtlanmak için sahtekarlıklar yapılmıştır. Bazı kesimler de inançlarını desteklemek için bilimsel verileri çarpıtarak sunmuştur... Bu gibi şeyler günümüzde de devam etmektedir.
Somut bir örnek vermek gerekirse Evrim Teorisini savunanlarla karşı çıkanların mücadelesinde bu gibi durumlar sık sık yaşanmaktadır...
Ben bilimsel verilerin tüm inançlara, tüm bilinenlere, tüm ideolojilere aykırı da olsa olduğu gibi kabul edilmesi tarafsız bir şekilde analize tabii tutulması taraftarıyım... Böyle yaptığımız sürece şüpheden uzak gerçek bilgilere ulaşabiliriz... Aksi takdirde hiç bir bilgi güvenilir değildir...
Bana göre çağdaş bir insan eleştirel düşünme yöntemlerini öğrenmeli ve duyduğu, gördüğü ve okuduğu her bilgiyi, her olayı ve her olguyu o gözle değerlendirmelidir. Felsefi düşünceyi öğrenerek evreni, nereden geldiğimizi, nereye gittiğimizi, nasıl davranmamız gerktiğini, hangi ahlaki ilkelere uymamız gerektiğini ve niçin uymamız gerektiğini sürekli sorgulamalıdır.
Böyle yaptığımız sürece hiçbir şeye körü körüne inanmayız ve kültür robotları haline dönüşmeyiz. İşte o zaman daha özgün ve daha anlamlı bir hayatımız olur...
YORUMLAR
Uzayda tencere kapağını görünce Ufo sandılar. Yani ayda varolduğu sanılan cismin bir tencere kapağından ibaret olduğu gerçeği vb gibi bir sürü yalan yanlış inanışlar. Felsefe iki çeşittir sayın yazar bir ateist olan diğeri tasaffuf ağırlıklı. İlk yol kolay olanı yani inkarı seçiyor (Allah'ın varlığını ) Her bilim adamının dediğini doğru kabul etmek mantıksızlık olur. Güzel bir dokunuştu.