- 684 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BIRÎNDAR
Her hikayenin de kendine göre bir hikayesi vardır...
Göz kapaklarının altında resimler fıldır fıldır... Çoğu çocukluğundan kalan hikayeler, belki de kendi uydurduğu olur olmaz şeyler işte... Ama hepsi de hüzün ve korku dolu... Geçmiş, gelecek, düş, gerçek iz ve işte Birîndar... Anıların ortasından son fotoğraf... Pencereden akan karın geride bıraktığı yol... yol... yol.. Biraz kırık, biraz silik ama Birîndar, çok belirgin tıpkı Ay’sız bir gecenin siyahi rengindeki saçları ve her daim korkuyla bakan iri zeytin gözleriyle..
Kar hiç durmadan kimbilir kaçıncı kez, kaçıncı katını oluşturmak için yağıyordu. Ayşe öğretmen, cama vuran kar taneciklerini izlemeye başladı. Kimi yavaş yavaş süzülürken kimisi de hafif tipiyle beraber bir yere yetişircesine havada sağa sola savruluyordu...
Her yer gecenin siyahi karanlığı, karın beyazlığı ve gökyüzünün siyaha yakın kızıllığındaydı... Arada bir dağların doruklarından yankılayan kurt ulumalarına köyün tüm köpekleri bir ağızdan havlayarak cevap veriyordu...
-M’elım m’elım!
İrkildi birden Ayşe öğretmen. Yanılıyor muydu acaba! Ses dışarıdan mı geliyordu. Gayri ihtiyari bebeğinin beşiğine doğru yöneldi. Bebeği mışıl mışıl uyuyordu. Tam eğildi ki bebeğini öpmeye, aynı ses kapıdan tekrar geldi.
-M’elım, benim ben.
Yüreği ağzında kapıya yöneldi. Zira bu saatte, bu fırtınada, kimse evinden dışarı çıkmaz. Hayırdır inşallah dercesine kapıyı açtı.
-Birîndar sen miydin? Korkuttun beni kız!
-He benem m’elım.
-Gel gel, şöyle sobanın başına geç. Bakayım hele, oy oy ellerin buz kesmiş, üşümüşsün. Dur ellerini ovayım biraz.
-M’elım keşke sen beni anasî olaydın! Mishef ben seni çox sevêrim.
-Ben de seni çok seviyorum, hem annen olmak için seni doğurmuş olmam gerekmiyor. Söyle bakayım niye geldin? Sen bu saatte hiç gelmezdin. Nerdeyse tüm köy uyumuş durumda.
-Heç canım sıxıldî geldim.
-Babana söyledin mi?
-He m’elım söledim. Babam yatêr.
-Söyle söyle, şu dilin altındaki baklayı çıkar bakayım. Ben seni tanırım, yine ne esti kafana?
-M’elım ben başımi yıxamax istêrim. Yarın d’evete (düğüne) gidêrıx, bizim ev savoxtır, hem de odunlar bitmiş, sen her zaman yıxamêrsin başımî, bu sefer de yıxa ma ne olî?
-Tamam da sabah olsun yıkayayım Birîndar. Bu karanlıkta nasıl olacak ki? Neyse sen otur hele ben sana yiyecek bir şeyler getireyim, sonra da banyoyu hazırlayayım, banyonu yaparsın.
Ayşe öğretmen yiyecek bir şeyler hazırlamak için mutfağa geçti. Kafası iyice karışmıştı. Birîndar’ın bu gelişine ve bu saatte banyo yapma istemine de şaşmıştı doğrusu.
Birîndar, on beş yaşlarında, esmer, siyah zeytin gibi iri ve güzel gözlü, ortadan ikiye ayırdığı siyah iki örgülü saçlarını her zaman başına taktığı üçgen şeklinde bağladığı eşarbıyla gizlemeye çalışan, köylünün “
Birîndar’a gej, sevîya sêyfek (Deli Birîndar, yetimin safı)” dedikleri bir kız çocuğuydu. Annesini doğum esnasında kaybetmiş, yetim kalan bebeğe ad koymak kimsenin aklına bile gelmemiş. Gelen giden acıdıklarından olsa gerek yaralı anlamına gelen
“Birîndar” diye bebeği sevmeye başlamışlar, böylece adı “Birîndar” kalmış. Yaşlı babası Xalê Seyfo’yla bir başlarına baraka denilen deprem konutlarının birinde yaşıyorlardı. Barakaya bir taraftan üflesen öbür taraftan çıkardı. Çevresinin tuğlayla veya çamurla örenlerin ki bir nebze ısıyı tutuyordu. Ama Birîndarların barakası prefabrik panolardan ibaretti ve gerçekten de soğuktu. Zira tabiat çok haşin, iklim çok sertti bu köyde. Kar bir yağdı mı altı ay tüm doğa kara gömülü kalırdı. Kar karın üstüne yağardı. En az iki süren tipili günlerde ise ayı dahi başını ininden dışarı çıkaramazdı bu yörede. İşte Birîndar’la Xalê Seyfo böylesi zor bir iklimde o soğuk baraklarında deyim yerindeyse yaşamaya çalışıyorlardı. Yoksulluk da cabasıydı onlar için… Ailenin erkek çocukları geçim derdine gurbet ellerdeydiler. Ablaları da başka köylere gelin gitmişlerdi. Yarım akıllı bir kız çocuğu, yaşlı bir baba ve yoksulluk horlanma için yeterliydi… Köyün merhametli bazı kadınları pişirdikleri bir kap yemeği, yaydıkları bir tas ayranı ve bir parça ekmeklerini esirgemiyorlardı bu yaşlı baba ve kızından ama az da olsa bitli olur düşüncesiyle kapılarından içeri sokmayanlar da vardı…
-Isındın mı Birîndar? Gel hele önce karnını doyur, sonra yıkanırsın.
-Yox m’elım, ben yêmirim, aç değilim.
-Birîndar, sen bu akşam biraz tuhafsın, çabuk otur bakalım, karnını doyur, tamam ben seni yıkarım.
-M’elım, sahan bî şê sölîyem, bahan elbiselerinden vêrirsin? Benimkiler yoxtur. Abem Alamanya’dan gönderecax ben de sahan vêririm.
-İlahi Birîndar çok hoşsun ne vermesi ne elbisesi. Tamam ne istersen vereceğim ama bu aceleni anlayamıyorum.
-Sen çox êyisin m’elım.
-Kurban olayım Birîndar, sabah ola hayr ola.
-Yox m’elım olmaz, sebex tezden d’evete gidêrıx.
-Anlaşıldı, hangisini istiyorsun hazırlayayım?
-Puntır sür (kırmızı pantolon), beyaz yelek, çiçekli fiston (çiçekli entari) îstêrim. çox gözeldir.
-Al hepsi senin olsun.
-Benim saçisîda maşadan yapêrsin? Hani o Gulê’nin gibi olsın.
-Birîndar sende bir haller var ama ben anlayamıyorum, sanki bu gece gelin gideceksin gibi. Hayırdır inşallah!
-Veribê veribê (keşke keşke)!
-Ne dedin, anlayamadım?
-Hêç bî şê sölemêrim. Hemamî yaxtın?
-Sen tutturdun, başka çarem yok, şimdi hazırlarım.
Ayşe öğretmen şaşkınlıklar içindeydi. Ne yapacağını bilmiyordu. Birîndar’ın ısrarlarına dayanamayıp banyo sobasını yaktı, istediği elbisleri hazırladı. Sadece yelek çok büyük geldiği için Birin’dar beğenmedi.
Çok acırdı bu zavallıcığa. Her zaman boynu bükük, gözlerinde şaşkın bir ifadeyle döner dolaşırdı köyde kapı kapı. Çok konuşmazdı, zira konuştuklarını kimse kayle almazdı. Zaman zaman Ayşe öğretmene uğrar, köy çeşmesinden su getirir, Ayşe öğretmenin işi varsa bebeğe bakardı. Ayşe öğretmen de karnını doyurur, üstünü başını yıkar, saçını tarar, bir isteği olursa iki etmez karşılardı.
-Birîndar hade gel banyo hazır, ben yıkayayım mı başını?
-Yox m’elım sen işen bax, ben yıxîyabîêrim.
-Tamam ama sırtını liflemek için beni çağır.
-Homa to ra razî bo m’elım. (Allah senden razı olsun öğretmen.)
Birîndar banyodayken Ayşe öğretmenin aklından bir sürü olasılıklar geçti: Evde sabun mu yoktu? Bitlenmiş miydi? Lambada gaz mı yoktu? Odunları mı bitmişti? Tüm bunları düşünürken vakit bir hayli geçmişti ama Birîndar öğretmeni çağırmamıştı. Kapıyı tıklatarak içeri girmek istedi. Birîndar izin vermedi. Neden ama? Oysa ki her zaman ana kız gibi Birîndar’ın banyosunu öğretmen yaptırırdı. Kafası karmakarışıktı, önce geç saatte banyo ısrarı, elbise istemesi ve şimdi de banyoya girmesine izin vermemesi. Bir anlam veremiyordu. Birîndar’ı dinlemeyerek içeri girdi. sürecek
Birsen İnal