- 496 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Uğur Böceği
Çocuklar dokunsun bir kez de bu duvarlara. O zaman ben de hiç değilse bir ikisini aşabileceğime inanabilirim belki.
Yeğenimi de getirdim bu yüzden yanımda. Görünürde parka geldik. Ben tipik bir hala, alesta bekliyorum düştü düşecek bir uçurumun başındaymış gibi yeğenim. Diğer çocukların arasına karışıp kayboldu çoktan. Örümcek adamlı tişörtü de olmasa seçmekte zorlanacağım onu nerdeyse.
O kalabalıkta, yeğen kimliğinden tamamen sıyrılmış, çırılçıplak bir çocukken sadece, ben de yarınki zorlu buluşmayı düşünüyorum.
Bir deniz kıyısında, her şeyi küçültmek, gerçek yerine oturtmak nasıl daha kolaylaşırsa; bu parkta da aynen öyle… Ne olmuş yani O’nunla buluşacaksam? Gözlerinin rengiyle bu dünyadaki konumum ya da ayaklarımın yere ne kadar sağlam basıp basmadığı arasında ne gibi bir bağlantı olabilir ki?
Tamam, kabul ediyorum; mavinin çok başka bir tonu bu… Tüm mavilerden onu ayıran çok özel bir tılsımı var sanki. Ama yeğenimin az önce takılıp düşme tehlikesi yaşamasına yol açan o taş misali ben de ona bir kez takılıp kalırsam, o mavi mavi olmaktan çıkar birden, dünyanın en koyu siyahına döner. İçine karışıp kaybolmam da an meselesi olur o zaman.
Yeğenim sadece bir çocuk olmaktan sıkıldı galiba, biraz örtünmek istiyor yaşama karşı. Kimliklerini yeniden giyinmeye ihtiyacı var. Burnunu çeke çeke hala deyip duruyor. Yanakları sırılsıklam… Ne oldu kimbilir?
Çocuklar inanılmaz acımasız olabiliyorlar bazen. O kadar büyük bir içtenlik bazı yaraları acıtabiliyor tabii. Bazen yalana da ihtiyaç olabiliyor. Ama nasıl anlatırsın ki bunu bir çocuğa?! Hem dürüst olmanın erdemlerinden söz edip dur, sonra birden yüz seksen derece çark edip “arasıra yalan da söyleyebilirsin” de… Kelimeleriyle yaşamı arasına koca bir duvar çek böylece… “İncitmemek için” diye de ekle ardından… Sanki yalanı yalan olmaktan çıkaran sihirli bir formül sunmuşsun gibi…
Ama yeğenim de öyle bir ağlıyor ki! Dürüstlük ve onun boncuk gözlerini pırıl pırıl parıldatan bu yağmur arasındaki bağ bu kavramı uzun bir sorgulamadan geçirmeme yol açacak kadar güçlü görünüyor şimdi. Yeniden dürüst biri olabilmem için epey bir zaman geçmesi gerekecek galiba.
“Bir şey mi söylediler?” diyorum hemen.
“Koca kafa diyorlar bana.”
Hayır, dürüslük falan değil bu… Düpedüz insafsızlık… Üstelik de yalan… Rolleri değişiyoruz şimdi. Duvarları yıkan o oyun sever çocuk ben oluyorum, O da duvarın karşısında kara kara düşünen yetişkin…
Galiba büyüklerin dünyasıyla küçüklerinkini arasıra böyle içe içe geçirmek gerekiyor. Onların güle oynaya geçtiği o duvarların önünde nasıl kala kalıyorsak biz yetişkinler, onlarınki de bize öyle geliyor aynen. Bu yüzden bir küçükle bir büyüğün kendi evrenlerine birbirlerinin gözlerinden şöyle bir göz atmaya ihtiyacı oluyor bazen.
Daha şimdiden yatışmaya başladı bile. Nasıl baktıysam kimbilir, ona anlatmışım demek ki; şimdi bu kadar hayatını karartan şey aslında o kadar küçücük bir şey ki!
“Peki sana dünyanın en güzel çocuğu olduğunu da söylediler mi?” diyorum yanağından bir damlayı parmağımla silerek… Başıyla gövdesi arasında bir orantı sorunu olmadığına onu ikna edebildim mi, bilmem. Ama artık o çocukların söyledikleri, zihninde önceki kadar güçlü yankılar uyandırmıyor, anlayabiliyorum bunu…
Yeğenim son iki dakikadır büyülenmiş gözlerle, oturduğum bankta gezinen bir uğur böceğine bakıyor çünkü. Dünya bu küçücük, şirin şeyi merkez almaya başlıyor bir anda sanki… Diğer her şey kenara çekiliyor büyük bir saygıyla. Yeğenim on dakika önceki o mutlu çocuk oluyor yine.
Dünya bir uğur böceğinin çevresinde dönerken çok daha güzel bir yer oluyor çünkü.