- 814 Okunma
- 6 Yorum
- 2 Beğeni
ÇÖREKÇİ BİBİ...1
- Neçe çörek?
- 40 kepik!...
- Bir tane alayım!...
Telafuzumdaki değişikliği hemen fark etmiş olacak ki, bakışlarını yanmasın diye pür dikkat izlediği ekmeklerinden kaldırdı, gözlerimin içine, bir yerden tanıyormuş da çıkarmaya çalışıyormuş gibi uzunca baktı.
Hayat ile mücadelenin, alnında ve şakaklarında bıraktığı derin izler arasından aheste aheste süzülen terlerini, kirli önlüğünün eteği ile kurularken;
- İki al!... diyor.
- Bir tane olsun!...
- Satamamışam bugün, iki al da! Özüme kalacak yoksa!...
- Bir neferim sadece!... Fazla olur iki tane!... diyecek oluyorum ama vazgeçiyorum son anda. Zira, yorgun ve bezgin bakışlarının derinlerinde gezinen çaresizliğin,fakirliğin, bezginliğin gölgelerini fark ediyorum, yüreğim acıyor.
- Peki!... İki ver diyorum, bir buçuğunu asla tüketemeyeceğimi bildiğim halde.
Bir buruk sevinç rüzgarının gezindiğini hissediyorum belli belirsiz tebessümlerinde.
Telaşla bir poşet arıyor karışık dükkanın içinde, arada da söyleniyor kendi kendine, birilerine öfkeli küfürler gönderiyor anladığım kadarı ile. Davranışlarını ilgi ve sempati ile takip ediyorum.
Bir yerlerden, daha önce de kullanıldığı belli olan bir poşet buluyor, çörekleri ikiye katlayıp içine yerleştiriyor.
İtiraz etmiyorum. Hijyen konusundaki problemlere alışmış gibiyim.
- 80 kepik!...
Bir manat uzatıyorum, raftan aldığı, ayakkabı kutusuna benzeyen bir kutunun içini epeyce karıştırdıktan sonra, iki adet 10 kepik çıkarıyor, unla bulanmış parmakları ile uzatırken, yine yüzüme mahzun mahzun bakıyor. Ellerinin kiri için özür dileyen bir bakış bu.
Hafif bir tebessümle, problem değil gibilerden bir karşılık veriyorum, rahatlıyor.
- Düz oldu?...
- Oldu!..
- Sen Türksün?
- Türküm!...
- Ne iş işlersin burada?
- Mühendisim!...
- Her zaman gelesin!... Seherde isti çörehlerim var. Yedinin yarısı açıh burası!...
- Sağ ol!... diye karşılık veriyorum...
Bu arada küçük dükkanı incelemekle meşgulüm.
Allahım!... Her yer pislik içinde. Olmaması gereken her şey var burada. Sağda solda kirli bez parçaları, yırtık kağıtlar, irili ufaklı odunlar, hamurun yoğrulduğu bir tekne, (ki bunu tarif etmeyeyim, ekmek yeme sıkıntınız olabilir yoksa) çöreklerin(ekmeklerin) soğumaması için üzerlerinin örtüldüğü oldukça kirli bir bez parçası.
Tüm bu olumsuzluklara rağmen, her sabah büyük bir iştahla yediğim ve tatları ile Türkiye’yi hatırlatan sıcacık tandır ekmekleri...
Başımı hafifçe öne eğerek selamlıyorum satıcı bayanı. Azerbaycan’lılar, gerçekten bayanlara karşı son derece saygılı insanlardır.
Mesela, toplu taşıma araçlarında, büyük olsun, küçük olsun tüm bayanlara yer verilir. Bu kurala riayet etmeyenlere de iyi gözle bakılmaz, hatta anında uyarılır.
Tandır ekmeği yapan küçük fırının önünden ayrılıyor, tenha ve yüksek kara dut ağaçları ile çevrili sokaktan, her zaman olduğu gibi, çevremdeki tüm varlıkları, olayları, en küçük ayrıntısına kadar sessizce irdeleyerek, evime doğru ahete aheste yürümeye başlıyorum.
Sıcacık tandır ekmeğinin kokusu iştahımı kabartıyor ama, bir yandan da evde yemek hazırlayan birinin olmadığını hatırlamak moralime kurşun sıkıyor.
Yabancı ülkede yaşıyorsanız, en büyük sorununuz yemek, daha ziyade ekmek konusudur muhakkak. Bu konuya uygun bir çözüm bulabildiğinizde, diğerleri çokça canınızı sıkmayacak seviyede kalırlar.
Yaklaşık bir kilometre, belki az daha uzak bir mesafede alışveriş yaptığım market ve şehrin tek pazar yeri.
Yeni evime taşındığımda, ilk işim ev ile bu merkezler arasındaki en kestirme yolu araştırmak oldu ve sonuçta bu dut ağaçları ile gizlenmiş sevimli sokağı keşfettim.
Ama, asıl keşfim sokak değil, şehrin kuytu bir köşesine gizlenmiş olan bu tandır ekmeği dükkanı olmuştu.
Sonuçta, ekmek problemimi böylece çözdüm, açlık sınırından az biraz uzaklaşmış olduk.
O günden sonra, devamlı ekmeğimi oradan almaya başladık.
Alıştılar bana, yabancı olduğumdan mıdır, insanlara sempatik yaklaşmasını becerebildiğimden midir bilmiyorum, önemli müşterileri arasına aldılar sanıyorum.
Benim çöreğim hep en güzeller arasından seçildi, en güzel pişmişi paketlendi.
Diğer arkadaşlarıma da tavsiye etim, günlük çörek alımımızı ona kadar çıkardık.
Aradan günler geçti.
Bir gün, ilk çörek aldığım yaşlı bayanla karşılaştım yine... Yine boncuk boncuk terler şakaklarında, elleri yine una bulanmış, kirli önlüğü yine önünde.
Ama, bu gün diğerlerinden farklıydı.
Farklı olan şey, anlında biriken terlerle birlikte, göz pınarlarından usul usul dökülen yaş damlacıklarını da silmeye çalışmasıydı.
Önce tandırın sıcağından olmuştur diye düşündüm ama, merak var ya serde, insanları inceleme, araştırma, yoklama, dert-sevinç paylaşma alışkanlığı var ya, bırakmıyor insanın yakasını, sordum hemen;
- Ne oldu bibi? Bir derdin mi var?(Bibi hala anlamına geliyor)
Önce yüzüme baktı uzunca bir süre. O bakışta, çaresizliğin hüzün bulutlarını gördüm, yüreğim acıdı.
Sonra tandıra döndü yine, derin derin iç çekti.
Önemli bir derdi olduğu, her halinden belli oluyordu.
B.T.H.-17.07.2013- Sumqayıt-Azerbaycan
YORUMLAR
Çok doğaldır Azerbeycan halkı ve doğallığı ve doğayı sever ve çok gururludurlar. yürekleri sevgiyle doludur..Bu yüzden sanata çok düşkündürler..hayatlarını notaya dökerler..hijen konusuna katılıyorum. dağ insanının kirli olur elleri :)) ama yüreği değil..Türküm insanı gibisi var mıdır dünyada çok uzatmak istemiyorum hele sizi gibi analizatörün yanında..sizi favorilerime aldım ilgiyle takip edeceğim yurdumun haberlerini ve yaşam kesitlerini.... bekliyorum heyecanla Azerbeycana Türkiyeden selam
saygılarımla esen kalınız