- 1718 Okunma
- 8 Yorum
- 2 Beğeni
Ustalar ve Anneleri
II. Meşrutiyet’ten Cumhuriyet’e kadar onurlu ve yaşam gerçeklerine karşı direnmesini bilen güçlü annelerin oğulları… Şairlerimiz. Mehmet Akif Ersoy, Nazım Hikmet Ran, Necip Fazıl Kısakürek, Cemal Süreya ve Cezmi Ersöz. Hayatlarında anneye dair etkilendikleri ve etkiledikleri…
Emine Şerif Hanımdan doğma Mehmet Akif Ersoy
Fatih’te bir evde, annesinin kucağında haylaz bir çocuk. Masal dinlemeden asla uyumayan bir çocuk. Çalışkan ama yaramaz. Okuldan döner dönmez sokağa fırlayan, ağaçlara tırmanan, ele avuca sığmayan bir çocuk.
İlk din terbiyemi bu evde, bu mahalle de, ilk mektep ve rüştiye tahsilinde aldığım telkinler vermiştir. Bilhassa evin bu husustaki etkisi büyüktür. Annem çok ibadet eden ve günahlardan kaçınan bir hanımdı; babam da öyle... İbadetin vecdini, zevkini, heyecanını tatmışlardı.
Mehmet Akif Ersoy şiirlerinde, neredeyse kadınların tamamı anne oluşları önemli bir unsurdur. Akif’in dünyası ya da Akif’in içinde kendini bulduğu dünya, tam da orasıdır.
Torunu Selma Argon şöyle özetliyor;
Annesini, babasını gerçekten çok seviyordu, çok sevgiyle bahsediyordu. Anlatırdı mesela,
Babam çayını kendi demlerdi. Güzel çaylar alırmış, güzel zamanlarda. Evde kendi demlermiş semaverde kimse yapsın istemezmiş. Limon konulmasını istemezmiş çünkü çayın has kokusunu koklamak istermiş. Annesi astımdan tıkandığı dönemlerde onu yemeğe sırtında alıp indirirmiş dedem.
Celile Hanımdan doğma Nazım Hikmet Ran
90 Yaşında bir anne. Gözleri çok az gören, dizleri tutmayan ve on üç senedir çektiği acılarda hiçbir annenin çekmediği bir Celile Hanım. Oğlu Nazım Hikmet.
açlık grevinde. Ondan habersiz dertlerine çözüm arayan, tehlikede bulunan hayatını belki kurtarabilirim diye ölüm orucuna başlayan bir anne.
Halini soranlara şunları anlatıyor;
İki gündür hiçbir şey yemiyorum. Yalnız günahtır dedikleri için akşamları biraz su içiyorum. Bu grevden oğlumun haberi yoktur. Şimdi imza topluyorum. İnönü’ye istida ile müracaat edeceğim. 13 senedir ağlamaktan gözlerime perde indi. Oğlum açlıktan ölecek, ben de ölmek istiyorum. Bu işe beni kimse teşvik etmedi. Vicdanımın sesini dinleyerek karar verdim. Merhamet sahiplerinin vicdanına güveniyorum. İki gün şehirde dolaşacağım. 20-30 bin imza toplayacağıma inanıyorum.
Sonuç; Celile Hanım, polisler tarafından apar topar emniyet müdürlüğüne götürülür. İfadesi alınır.
Suç; yolu tıkayarak, trafiğe engel olmaktır.
Mediha Hanım’dan doğma Necip Fazıl Kısakürek
Necip Fazıl’ın anne yazgısı, acılar denizinden geçer. Daha çocuk yaşlarda iken babasının evi terk etmesiyle tanışır. Hayata dair ne aldıysa, annesinden, biriktirdiği bütün acılar, Kasımpaşa, Okmeydanı civarında bir evde, dayısının yanında annesiyle birlikte toplamaya başlar. Evet, baba kolları ikinci plandadır. Bu yüzden baba tarafı kapalıdır onda, yalnız anne tarafı açıktır.
Kardeşi Selma’nın ölümü annesini çok derinden sarsar, önce ağır bir beyin hummasına tutulur, sonra verem hastalığına yakalanır. Yurt dışında bir sanatoryumda tedavi gören Mediha Hanım 90 yaşında vefat eder.
Şairliği on iki yaşında başlar. Bahanesi tuhaftır.
Annem hastanedeydi. Ziyaretine gitmiştim. Beyaz yatak örtüsünde, siyah kaplı, küçük ve eski bir defter. Bitişikte yatan veremli genç kızın şiirleri varmış defterde… Haberi veren annem bir an gözlerimin içini tarayıp:
- Senin dedi, şair olmanı ne kadar isterdim!
Annemin bu dileği bana, içimde besleyip de 12 yaşıma kadar farkında olmadığım bir şey gibi göründü. Varlık hikmetimin ta kendisi... Gözlerim, hastane odasının penceresinde, savrulan kar ve uluyan rüzgara karşı, içimden kararımı verdim;
- Şair olacağım
Ve oldum
Gülbeyaz Hanımdan doğma Cemal Süreya
Süt içirmenin tek bir yolu var; Annesi Gülbeyaz’ın anlattığı hikayeler ve süt içmemek için çoğunlukla kandırılan bir anne. Sonrasında yedi yaşındayken acılarla yüzleşen, çok küçük yaşlarda annesini kaybeden bir çocuğun, bütün şiirlerinde, kadın duygularında annesini arayan bir Cemal Süreya.
” Annem çok küçükken öldü.
Beni öp, sonra doğur beni “
Annesinin ölümünden sonra “Evde bir kadın dolansın, anne diyelim.” diye de düşünen bir çocuk;
Evet, Esma çok kötü çıktı. Kardeşlerime işkenceli bir çocukluk yaşattı. Örneğin saçlarından tutup kuyuya sarkıtırdı. Bu yüzden kardeşlerimin saçları gür değildir.
Üvey annesini “deli” diye tanımlarken bir yazısında üvey ikinci annesinden de bahseder;
Esma Hanım, Bir fırıncıyla kavga edip adama vurunca ve adam yerinden kalkamayınca öldü sanıp Bilecik’ten kaçtığını belirtir ve ekler: “Esma kaçınca, babam Refika’nımı aldı. O iyi çıktı. Kardeşlerim onu anne bildi.
Yani, Annemle babam Bilecik’te Sosanın yanında yan yana iki mezarda uyuyorlar. Annem 1938’de, babam 1957’de öldü. İki ölüm arasında 20 yıllık bir ara var. Ama işte ikisi de yan yana yatıyor.
Melek Hanımdan doğma Cezmi Ersöz
Her şairin / yazarın annesi ile ilgili bir şiiri, bir yazısı olduğu kadar elbette unutulmaz anları, hikayeleşen anıları da vardır. Sevgili Cezmi Ersöz ile daha önce gerçekleştirdiğim bir söyleşide annesi ile ilgili bir tane anısını bakın şöyle anlatmıştı.
Annem huzurevinde... Neyse ki annemin gelip gideni, ziyaretçisi çok. Ama öyle yaşlılar var ki orada, yıllardır kimsesi gelip hatırını sormamıştır. Bu yaşlılardan biri de 76 yaşındaki Münevver Teyze’dir.
Başında beyaz tülbenti, elinde tesbihiyle koridorda volta atıp durur. Anneme her ziyarete gittiğimde mutlaka karşılaşır, elini öper, hayır duasını alırım. Bir gün beni Münevver teyze’yle konuşurken görünce; "Gel, buraya; konuşma onunla, çabuk!" diye bağırdı.
Ne yapacağımı bilemedim. Annemin odasına girdim. "Anne, niye öyle yaptın? Ayıp oldu Münevver Teyze’ye, ne oldu ki şimdi durup dururken?" "Bir daha konuşmanı istemiyorum onunla; selam da verme!.." "Anne o senin arkadaşın neden selam vermeyecekmişim? "Orospu o!" dedi annem birden.
"Anne nasıl olur, Münevver Teyze seninle yaşıt değil mi; bu yaşta oluyor mu böyle şeyler, yani sakın bir iftira olmasın, hani?"
Gerçek şuydu: Münevver Teyze, huzurevinin erkekler bölümünde hem de bir adamla sevişirken görevliler tarafından yakalanmıştı!
Münevver Teyze’nin yaşadığı bu tatlı kaçamak huzurevinin tarihine karanlık bir skandal olarak geçmişti hiç şüphesiz. Münevver Teyze, geleneklere, tabulara başkaldıran biri olarak benim gözümde artık sıra dışı bir insandı.
Aradan iki gün geçmeden annemi aradım. Halini hatırını sordum. Niyetimi hissetti hemen: -- Münevver’i merak ediyorsun, değil mi?
Bugün, basın toplantısı gibi bir şey yaptı. Evet yaşadım, yalan değil, sizden mi saklayacağım? Aranızda benim orospu olduğumu düşünenler olabilir. Ama değilim, bunu iyi bilin. Ben o adamla para karşılığı için değil, istediğim için birlikte oldum. Bu yaştayım diye, duygularımı bastıramam. İçinizden geliyorsa, siz de yapın, anlarım, hatta saygı duyarım.
Dayanamadım, iki gün sonra yine aradım annemi: Artık ona selam verip konuşanlar var. Hem hoşgörülü olmak lazım, evladım deyiverdi.
Zeki Çelik / Deve Dergisi - 2013 Mayıs sayısı
YORUMLAR
Şimdiki yaşım genç olmasına karşın bir anı geldi aklıma
2000 lerin ilk seneleri hatırlamıyorum da şimdi Okuldan gelmiştim daha konuşamıyordum 1 sınıfı okuyordum Bir kitap verdi öğretmenimiz onu okumamı istemişti (konuşamadığım halde daha) aldım kendimi zorladım ama Zambak kelimesinde takımıştım Annem birisine sinirlenmişti heral sonra da yanıma geldi oku onu dedi bende tekeliyor kekeliyor ağzımdan çıkmıyordu diyemedim annem o sinirle ağzıma bir vurdu burnum kırılmış kanamıştı
Güzel yazınıza teşekkürlerimle
Söyleyecek şeyi bulunan ve bunları söyleyebilen insanlardan korkmamalı. Söyleyecek şeyi olup ta susan, hele de söylemeyi becerebildiği halde susanlar ürkütmeli hepimizi.
Susmamış, seslere susamış insanların yaşam kesitleri ve anneleriyle kurdukları teması ne hoş dillendirmiştiniz böyle? Başlık çok pusattı yalnız. Ustaların şairler mi, yoksa onları var edenler mi olduğunu münazara ediyordu kendi içinde. Okudum, anladım, idrak ettim yazınızı. Tebrikle.
Cumhuriyetten çok yıllar sonrayız...
Yollarımız yapılandırılmış. Reklamlara çıkıyor moda oda olan adamlar ama küçük kadınlar yine moda evliliklerinde, yine moda yaşlı kadınlar yollarda ellerinde ağır yükle yürümekte.
Kulağıma gelen seslerle döndüm ki:
-kadın altına işiyooooorrrrr
-a a aaa kadına bakın kadınaa
-kadına bakın, kadına
-ayıp değil mi be kadın
Kadın sadece yürüyor. İki eli de dolu dolu paket, eve mi gidiyordu ki üstündeki basma desenli elbisesi ile... Alay konusu olmuştu çevreden geçenlerin diline. Gözleri, eski moda siyah beyaz filmlerin başrol oyuncularından birisine ne kadar da benziyordu.
Ben onları düşünürken bile, o devam ediyordu...
Telefonumla 112. acili aramak geçti içimden. Düşünmek, yapmanın yarısıdır.
-hemen lütfen, çok zor durumda. Felç geçiriyor olabilir.
Kimseyle alay etmeyelim. İntizar da etmeyelim. Düşünün ki; bugün yarın olacak.
Yerinizi işgal ettim. Sevgiyle kalın Zeki Çelik.
Başlığı gördükten sonra hemen atladım okumaya,sonra Murathan Mungan'ın ''Paranın Cinleri'' adlı otobiyografik özellikler taşıyan eserinde anlattığı şu olayı hatırladım.
"Annemin,aslında öz annem olmadığını on yedi yaşında öğrendiğimde,kaç yılın kuruntusunun gerçek çıkması;ablamın gerçek ablam;ağabeyimin gerçek ağabeyim olmadığını öğrenmek;dayılarımın,teyzelerimin,herkesin,her şeyin,benden bir adım geri çekildiğini ve zaten hep yabancısı olduğum bu gezegende,o güne dek bir kenarına ilişmeye çalıştığım bir dairenin hepten dışına sürüldüğümü hissetmek....Yüzünü hiç görmediğim yabancı bir kadının,İstanbul'da yaşayan bir kadının beni doğuran öz annem olduğunu bilmek,ama nerede,nasıl,kim olduğunu bilmemek.Ve hepsinden önemlisi,neden?neden?neden?
Yüreğim üveylik yaralarıyla dolu.
Üstelik hiçbiri üvey gibi değildi ki...Ne annem,ne ablam,ne diğerleri.Hep sevildim,gözetildim,şımartıldım.Hele annem.Ama sorun,bu değildi....Nitekim onlarla kurduğum ilişki,bu "hakikatin" öğrenilmesi sonrasında da hiç değişmedi.Sadece dünyayla kurduğum "gerçeklik" yara almıştı bir kez.!"
Devam edelim isterseniz:
"Urfa'daki evin salonundayız.Liseyi bitirmişim.Annem,benimle konuşmak istediğini söylüyor.Hayvani bir içgüdüyle konuşmak istediği şeyi seziyorum.İçim karmakarışık.Göz göze gelmekten kaçınıyorum.O konuşurken pencereden dışarı bakıyorum.Hiç unutmam:Karşı inşaatta,ince bir rüzgarın şişirdiği bir bez afiş hafif hafif dalgalanıyor.Bir pavyon afişi.O zamanlar bir tek Urfalıların tanıdığı mahalli bir sanatçının amatörce yapılmış bez afişi bu:İbrahim Tatlıses."
***
Kaç zamandır bunları yazacak bir yer arıyordum bende.Ne kadar güzel denk düştü sayfanız.
son söz:
Her şair bir anneye ihtiyaç duyar!