- 575 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ROSEMARY'NİN KOKUSU
ROSEMARY’NİN KOKUSU
Çocukluk yıllarında evimizin yakınındaki tren yolundan geçen, sabah bizi erkenden çuf çufları ve tiz düdüğü ile uyandıran,o günlerde uzak köy kasaba ve şehirlerden aldığı umutları taşıyan birbirine eklenmiş insan dolu odaları, bu odaların ard arda sıralanmış küçük pencerelerinden sızan sarımtırak ışıkları,içindeki insanları ve gittiği şehre umutlar götürdüğüne inandığım; o günlerde binmek ve beni de umutlara, gittiği şehre götürmesini dilediğim kara treni hiç unutmamıştım.Bu gün çuf çufları ve tiz düdüğü çoktan unutulmuş birer tatlı hatıra olarak kalsa da ben hala seyahat aklıma geldiğinde trenle yolculuk yapmayı düşlerim. Yıllar sonra toplantı için gideceğim şehre trenle yolculuk yapmaya karar vermiştim.İlkbahar ortaları ,mayıs ayının son günleriydi. Gar binasından gazetelerimi alıp yürüdüğümde peron numarası ve saati verilen trenin kalkmakta olduğu anons edilince koşarak trene binmiş karşılıklı dört kişinin oturabileceği aralarında masa bulunan pencere kenarına koltuğa oturmuş önümdeki masaya gazetelerimi bırakmıştım.Yol boyunca camdan baktığımda göreceğim köyler ve kasabaların gizemli gibi görünen siluetlerinin önünden hızla geçip gitmeyi, bilinmez hayal ve umutlara ulaşmayı yine düşlüyordum.Vagonumuza binen insanları gözlemliyordum ki tren ağır ağır hareket edip hızlanmaya başlamıştı. Şimdi geçte olsa yıllar önce ertelenmiş çocukça umutlarımı büyütmüş, onlara gider gibiydim.Önünden geçtiğim art arda değişen resimlerdeki köyler, kasabalar,yeşil ovalar,tarlalar, limanlar, fabrikalar ve bacalarının siluetleri oturduğum vagonun penceresinden hızla geçip giderek geride kalmış ve ben hayal ettiğim şehre varmıştım. Trenden inip kocaman gar binasının içindeki kalabalığın koşuşturmacaları arasından dışarı çıktığımda kıskanılacak güzellikteki o şehrin denizin eşlik ettiği manzarası karşımda duruyordu.Otelime gitmek için bir aşağı bir yukarı koşuşturup duran vapurlardan birine binmiş kıyıdan ayrılmıştık. Havanın serinliğine aldırmadan güverteye oturmuş manzarayı seyre dalmıştım. Akşam olmaktaydı ve şehrin manzarası muhteşemdi.Bu şehrin aşık olunduğunda yüreğimize saplanacak korkusu veren ufuktaki hançeri kulelerini, akşam ufuktaki ve kıyıdaki ışıkların denize yansıyan siluetlerinin rengarenk kristal danslarını ,martıların gece karanlığında kaybolan Leandros’u kaybolduğu karanlık sulardan çıkarıp Hero’ya ulaştırmak ister gibi bağırış çığırışlarını, vapurların sevgililerine koşanların iç çekişlerini andıran düdüklerini, önümüzde uzanıp giden gündüz mavi, gece koyu yeşil ve bazen grileşen denizini ve güverteden görünen geride bıraktığımız beyaz köpüklerini, her şeyini her zaman çok sevmiştim.
Akşam oteldeki odama yerleşmiş sabah toplantı saatini beklemek ve vakit geçirmek için kafeteryaya inmiştim. Onu yıllar sonra yine işimle ilgili birkaç günlük toplantı için geldiğim bu şehirdeki otelin kafeteryasında bulmuştum. Onu görünce zihnimin derinliklerinden çıkagelen tanıdık bir hayal, bu yüz ve sima ile eşleşmiş, bu yüz ve simayı tanıyıp bildiğimi ama bunca yıl hiç hatırlamadığımı farkettirmişti.Ben salona girdiğimde pencere kenarında bir masa ötemdeki masasında yalnız oturuyordu.Salon pek fazla kalabalık değil ve sessizdi.Fonda çalan’’ a-time for us’’tan çıkan kemanın sihirli nağmeleri, sessiz salonu kasvetinden koparıp romantizme dönüştürmek ister gibi iç çekiyordu. Askılı, omuz ve kolları açıkta bırakan beyaz üzerinde kırmızı gül desenli bir elbise giymiş,boynunda pembe fular, saçlarını kıvırcıklarını bozmadan arkadan tek tokayla gelişigüzel tutturmuş,başında geniş gölgeliği olan hasır bir şapka,burnunun üstünde yakın gözlükleri, elinde kahve fincanı önünde birkaç kitap ve karalanmış kağıtlar bir şeyler yazıyordu.Zaman ona cömert davranmış hala eskisi kadar güzeldi. Yıllar önceki farkettiğim tavır ve asalet hala üzerinde ve tanıdıktı.Başlarda onu nereden hatırladığımı bulmak için zihnimi epey zorlamış bulamamış biraz düşününce bir sonbahar sabahı karşılaştığım yosun yeşili kahverengine çalan göz ve kıvırcık yüzüklü saçları hemen hatırlamış, tamam demiştim. Zihnim beni yanıltmıyorsa o olmalıydı.
Zihnimin derinliklerinden çıkagelen o hayal ve burada eşleştiği karşımda oturan bu kadınla ilk defa yıllar önce bir sonbahar günü oturduğum semtte sabah işe giderken yolda karşılaşmıştım . Uzun kirpik yosun yeşili kahverengiye çalan gözleri, kıvırcığı yakın yüzüklenmiş saçları, yanağındaki belli belirsiz iki beni , dolgun dudakları dikkatimi çekmişti. Beni farkettiğinde şaşkınlık ve hayretle bakmış, sorar gibi ama cevabını kendi verebileceği bir bakışla yanımdan geçip gitmiş, ben arkasından gayri ihtiyari bakarken biraz yürümüş baktığımı bildiğini söyler gibi geri dönmüş , gülümsemiş tekrar yoluna devam etmişti.Aynı semtte yaşıyorduk ama ben onu hiç farketmemiştim.Bir kaç gün sonra da ona otobüs durağında dikilirken rastlamıştım. Koyu mavi renkli, mavi beyaz ton çiçekleri olan, lacivert bir bluz ve kot pantolon giymiş, kıvırcık saçlarını kulaklarının üzerinden iki tokayla tutturarak omuzlarına doğru serbest bırakmış,rüzgarda savrulan saçlarını sürekli elleri ile düzelterek asi bir tavırla dikiliyordu.Bu sefer beni farketmemişti. Haberi olmadan ona farkedebileceğim uzaklıktan daha dikkatli bakma isteği duymuş, incelemiş, sempatik biri olduğu bu güzel ve sempatik duruşunun altında gerektiğinde asi ve yırtıcı bir kuş kadar tehlikeli olabileceği hissi uyandıran,özgün,kendine güven duyan, asil bir kişilik olduğu kanaatine varmıştım.Onu ilk görüşümün üzerinden birkaç gün geçmişti ki iş çıkışı öğlen yemeğine gitmiş, yemekte ara sıra görüştüğüm arkadaşlarımla oturmuş laflarken yine rastlamıştım.Yemeğin sonuna doğru o da başka masadan masamıza gelerek selam vermiş, oturmuş bana bakınca yüzü al al olmuş ve sohbetimize katılmıştı .Ara sıra ilk günkü bakışlarını fırlatmaktan da geri durmamış tanışma faslına geçtiğimizde ilgisini alabildiğince yansıtan ilgisiz kalıyormuş tavrı takınmıştı.Aynı şey benim içinde geçerliydi eminim o da anlamıştı.Arkadaşlar tanıştıralım deyince ’’Ben Rosemary’’ demiş elimi sıkmış bende elini sıkarken bilerek biraz uzunca tutmuş, geri bırakmamış gözlerinin içine bakarak’’bende Andrew’’ diyerek muzipçe gülümsemiştim, o da gözlerimin içine bakmış kendini gülümsemekten alıkoyamamıştı.Sohbet esnasında arkadaşlarımla aynı işyerinde çalıştığını anlamış devam eden günlerde böyle birkaç kez daha öğlen yemeklerinde ortak arkadaşlarımızla oturup kısa sohbet fırsatı bulmuştuk. Sohbetlerimizde her ne kadar ilgisiz davranmaya çalışsak da çoğunlukla birbirimizi dikkatle izlediğimizden, birbirimize duymaya başladığımız sempatiden olacak farkında olmadan çoğunluktan koparak ikimize ait gündem yakalıyor, ortak ilgi alanlarımızdan kısa sohbetler yapıyorduk . Sesi o kadar güzeldi ki ona hayranlık duyuyor o konuşurken dünyanın en güzel melodisini duyuyormuş hissine kapılıyordum.Müzik edebiyat ve güncel konulardan konuşmuştuk. O gün hafif bir sesle salona yayılan Natalie adlı şarkıyı dinlemesini istemiş ona bu şarkıyı her duyduğunda beni hatırlamasını belirtip duyduğunda çalındığı yerde olabileceğimi çevresine bakınmasını söylemiştim.Kısacası iki iyi arkadaş olmuştuk ve zihnimin derinliklerinde iz bırakmıştı.
Daha sonraki günlerde de birkaç kez karşılaşmış selamlaşmakla yetinmiş, sonraları ikimizde kendi dünyalarımızın yoğunluğunda kaybolmuş birkaç yıl içinde başka şehirlere taşınmış yılların bize neler getireceğini bilmeden devam etmiş, kısa arkadaşlığımızı yarım bırakmış, hiç görüşmemiş, karşılaşmamıştık. O zaman da şimdi ki gibi yarım kalması kader miydi bilmiyorum
Otelin kafeteryasında ben yerime oturduktan sonra o bir ara çevresine bakınırken orada oturan birkaç kişiden biri olan beni görmüş anlamsızca bakmış sonrasında ise kaçamak bakışlar fırlatarak önündeki işine dönmüştü. Yanına gidip sormayı düşünmüş yüzünde beni tanıdığına dair hiçbir emare göremediğim için sonrasında biraz cesaretim kırılmış ya benzettiysem, ya o değilse diye vaz geçmiştim. Eskiyi unutmuş bilmeden galiba bu günkü Andrew’a bakıyordu .Zaten zihnime kazınan hayal ve o şarkı hariç aramızda geçmişte iz bırakabilecek çok şey de yaşanmamıştı.Garsonu yanıma çağırdım ve fondaki müziği değiştirip değiştiremeyeceğini sordum.Ne istediğimi sorunca ’’Natalie ‘’dedim. Birazdan salonun atmosferi yıllar önce birlikte dinlediğimiz ve beni hatırlatmasını umduğum şarkının sihirli melodisi ile doldu. İşini bıraktı ,elini çenesine koyarak zihninin derinliklerine yolculuk yapar gibi hüzünlü bir eda ile şarkıyı bitene kadar hareketsiz dalgın pencereden dışarıya arada da bana bakarak dinledi ve bittiğinde tekrar işine döndü .Garsona işaret ettiğimde şarkı yeniden çalınca tekrar işini bırakmış fakat kendi iç dünyasından çıkmadan bir bilemeceyi çözmek ister gibi etrafına anlamsızca bakınmıştı.Dinleme şeklinden bir şeyler hissettiği fikri edinmiştim ama bakışından beni hatırlaması ümidim çoktan suya düşmüştü çünkü bana baktığında tepki vermemişti.Bir ara dışarı çıkıp içeri geldiğimde yerinde olmadığını gördüm.Masasındaki eşyaları da yerinde yoktu.Merakımı giderme isteği beni rahat bırakmıyordu. Gitmiş olduğu kanaatine vararak bir daha görememe korkusu ile aceleyle caddeye çıkmış ve caddenin her iki yönüne de birkaç kez aşağı yukarı koşmuş onu bulmaya çalışmış göremeyince ellerim iki yanda’’ allah kahretsin’’ demiş kalakalmıştım.Ümidimi kaybetmiş tam otele geri dönecekken, caddenin karşısındaki unlu mamuller satan yerden çıktığını gördüm.Elinde kağıt bir paket ve az önceki masadaki eşyalarıyla dikiliyordu. Hızla karşıya geçtim tüm cesaretimi toplayıp, karşısına dikilerek ‘’bakarmısınız’’ deyip bakınca o sihirli kelimeyi söyledim ‘’Rosemary, isminiz Rosemary değil mi?’’ dedim .Ciddi bir tavırla başıyla onaylayıp;’’Evet’’ dedi ‘’tanışıyormuyuz?’’ .Beni hatırlamadığını anladığımda onun bunca zaman sonra beni hatırlamaması doğal olmasına rağmen yeni bir heyecanın son kırıntılarını kaybetmiş olmanın hezeyanı ile biraz içten içe kırılmıştım. ’’Bilmiyorum tanıştığımızı düşünmüştüm ama, sanırım siz beni hatırlamadınız öyleyse sizin için tanışmıyor olabiliriz lütfen beni bağışlayın rahatsız ettiğim için çok özür dilerim’’dedim, hızla geri dönerek otele gitmek için birkaç adım atmıştım ki‘’heeey durun nereye gidiyorsunuz ?’’ diye seslendiğini duydum.Baktığımda avucu yukarı dönük kolunu uzatmış yüzündeki ciddi tavır sempatiye dönüşür gibi olmuş duruyordu. Geriye döndüğümde yelkenlerimi çoktan suya indirmiştim göz göze geldiğimizde gülümseyerek ‘’bana bir açıklama borçlusunuz’’demişti.Açıklama yaparım ama bir şartla; bir fincan kahve içme teklifimi kabul ederseniz, ‘’yanlızca bir kahve içimi kadar zaman’’ demiştim. Otele doğru bakmış kararsız kalmış birkaç saniye düşünmüş ve tamam demişti .Birlikte otelin kafeteryasına gitmiş ve pencere kenarında onun oturduğu masaya yönelmiş sandalyesini tutup çekmiş omuzları ,kolları,saçları muhteşem görünen bu güzelliği seyredip o oturuncaya kadar beklemiş ve bende yerime oturmuştum. Biraz önceki endişeli hali gitmiş, güven duygusu geri gelmiş kendinden emin bir şekilde gözlerini gözlerimden kaçırmadan bana karşı belirdiğini hissettiğim bir sempati ile gülümseyerek ‘’ hadi anlatın bakalım’’ demişti. ‘’Kahveler’’ demiş garsonu çağırmış, kahveleri söylemiştim.Garson tam hareket edecekken o görmeden az önceki şarkıyı yeniden çalmasını işaret etmiş ,medet umduğum şarkının sihirli melodisinin ilk notaları salona yayılınca yüzüne bakmış, ne yapacağını merak etmiş,tepkisini beklemeye başlamıştım.Yine o hüzünlü edayı takınıp bir an pencereden dışarı bakarak derin düşüncelere dalar gibi olmuş ve sonra aniden bana dönerek dipsiz bir uykudan uyanmış gibi ‘’evet’’ ‘’siz , siz az önce o şarkıyı isteyende sizdiniz sizi görmüştüm’’ sonra boşluğa bakarak’’ ama kim’’? Tekrar bana dönerek ‘’Bu şarkıyı nereden hatırladığımı biliyor olmam lazım ama hatırlayamıyorum yardım edin,kafam karıştı lütfen bu bilmeceyi çözmeme yardım edin’’ demişti.Kahveler gelmiş yudumlamaya başlamıştık.Elinde tuttuğu masaya bıraktığı paketten iki tane elmalı turta çıkarıp birini bana uzatarak’’size nasipmiş isminizi hala bilmiyorum’’ demişti.’’Andrew’’ diyerek yüzüne bakmış bilmeceyi çözemediğini görünce yıllar önceki birkaç kısa karşılaşmamızın hikayesini anlatmıştım.Yüzünde çakan şimşekler cılız olmasına rağmen beni umutlandırmıştı, yanılmamıştım.’’Evet şarkıdan hatırladım başta hatırlayamadığım için çok üzgünüm şarkıyı,sizi,ortak arkadaşlarımızı şimdi hatırlıyorum çünkü bu şarkıyı sizin sayenizde dinlemiş sevmiştim ama aradan çok uzun zaman ve yıllar geçti’’ dedi.Oyuncağını bulan çocuk edasıyla’’Biraz önce de bu şarkıyı nereden hatırladığımı düşünmüştüm,aslında sizi de görmüştüm’’ demişti.Kahvelerimiz ve elmalı turta bitmiş saatime bakmış ve toplantıyı kaçıracağımı farketmiştim. Toplantı konusunda kısa bir açıklama yapmış’’ sizinle yeniden arkadaş olabildiğimiz için çok mutlu oldum’’ dediğimde,manalı bir şekilde ‘’evet’’ dedi ‘’sadece iki iyi arkadaş’’. Onu tekrar görüp göremeyeceğimi sordum.Elini uzattı’’ tekrar karşılaştığımıza ,yeniden tanıştığımıza memnun oldum lütfen toplantınıza geç kalmayın hoşça kalın’’ dedi.Gözlerinde beliren endişe ve beni şaşırtan bir hareketle gelişigüzel ve aceleyle eşyalarını toplayarak ani olarak kalktı hızlı hızlı kaçar gibi yürüyerek çıkış kapısına yöneldi.Bende aceleyle arkasından gidip onu kapıya kadar geçirdim, arkasına bakmadan gitti. Toplantıma geri döndüm ,toplantıda neler yapıldığını neler konuşulduğunu hiç hatırlamıyordum.Gece odama çıkıp yattığımda sabaha kadar gözüme uyku girmemişti. Yıllar önce beğendiğim o zaman sempatik ama sıradan olan, baktığım ama göremediğim bu kadın bu gece beni uyutmuyordu.Neden öyle acelece aniden hiçbir şey söylemeden kaçar gibi gidişini de çözememiştim.Odanın her köşesinde, duvarların her zerresinde, gündüz masada otururken bana doğru bakan şimdi muhteşem diyebileceğim bir hayal vardı. Uzun kirpik ve kahverengiye çalan yosun yeşili gözleri,dolgun dudakları,yanağındaki belli belirsiz iki beni bütün duvarları ve gecenin karanlığında her yeri aydınlatacak hissi veren bir ışık gibiydi. Tanrım ne kadar güzel bir kadındı yıllar önce bu güzelliğe bakıpta göremediğim için kendi kendime kızıyor neden benim değil benim olmalı diye iç geçiriyordum.Gidiş şeklinden bir daha gelmeyeceğini düşünmüş izin verdiğim için kendime çok kızmıştım.Ertesi gün toplantı öncesi kafeteryada aynı masaya oturarak heyecan ve umutla gelmesini beklemiş, gelmeyince hayal kırıklığına uğramış,o gün orada olmayışına çok üzülmüş, toplantıya çıkmış bir türlü bitirememiştim.Toplantı sonunda son ümit kırıntısı ve onu orada bulma arzusu ile aşağı inmiş, onu aynı masada otururken görünce çığlık atmak istemiş ama konuşmaya çalışınca nefesimin kesildiğini,sesimin çıkmadığını kalbimin yerinden çıkarcasına attığını farketmiş vazgeçmiştim.Beyaz puantiyeli yeşil bir elbise giymiş,saçlarını serbest bırakmış tüm ihtişamı ile oturuyordu .Masanın üzerinde yine önceki günkü eşyaları vardı. Sık sık saatine ve etrafına bakınıyordu . Dünkü gidiş şeklinden beni görünce ne yapacağını kestiremiyor korkuyordum.Beni gördüğünde gözlerindeki ışığı görünce ümitlenmiş ona doğru yönelmiştim. İçten bir gülümseme ve sempati ile ayağa kalkmış elini uzatmıştı.Ellerini sıkıca tutup dudaklarıma götürmüş, baktığımda gözlerinin içindeki yeniden beni rahatlatan ifadeyi görmüş ilk defa kokusunu hissederek öpmüştüm.’’Dün bir daha buraya gelmeyi düşünmüyordum ama bu gün geldim, neden geldiğimi bilmiyorum’’ dedi.’’Ben biliyorum’’ deyince gülümsedi .Aramızda başlayacak olan ikimizin de engel olamayacağı adı konmayan bir çekim gücü olacağını o an anlamıştım .O gün gece geç saatlere kadar birlikte vakit geçirmiştik. Çok uzun yıllardır bu şehirde yaşadığını söylemiş şehrin özelliklerini bir bir anlatmış ve çok sevdiğini belirtmişti. Bende ona yaşadığım küçük şehirden bahsetmiştim. Sorular zinciri ile birbirimizi tanımaya çalışmış, geçen zamanın hayatımızda meydana getirdiği değişimleri,sevinçleri ,mutlulukları,üzüntüleri,hayal kırıklıklarını her şeyi konuşmuş,birbirimize içtenlik ve samimiyetle açılmıştık.İkimizde birbirimizin sohbetinden müthiş zevk alıyor ortak noktalarımızı keşfediyor bunların bizi birbirimize yakınlaştırdığını hissediyorduk.Onu daha yakından tanıdıkça hayranlık duymaya da başlamıştım.Doğru gibi dayatılanlardaki çelişkileri görme yetisi beni inanılmaz etkiliyordu.Yaşamın tüm evreleri ve insan ilişkileri konusundaki özgün yaklaşımları inanılmazdı,kendisi olabilmeyi becerebilmiş ender insanlardan biri olması onu daha asil ve daha da çekici hale getiriyordu.İkimizde hala müziği ve edebiyatı seviyorduk ama o bu konularda benden çok öndeydi masanın üzerindeki eşyalardan bunu görebiliyordum.Üzerinde çalıştığı bir kitap olduğunu, şehrin değişik mekanlarında vakit geçirerek gözlemler yaptığını ve masadaki kağıt yığınlarının bu notlar olduğunu söylemişti. Bende birkaç hikayeden bahsedince ilgisini çekmiş ve beğenisini belirtmiş sende yazabilirsin diye teşvik etmişti.O akşam da bana hiçbir şey söylemeden kaçar gibi gitmiş ama yarın yine gelmişti. İkimizde başımıza geleceği tahmin ediyor ve korkuyorduk ayrılırken bir şey söylemiyor ama ertesi gün yine artan bir heyecanla aynı yerde aynı masada birbirimizi bekliyor oluyor buluşuyorduk. Aramızdaki engel tanımayan çekimin gücü sürekli bizi birbirimize yaklaştırıyordu. Şimdi bu şehirde hiç vazgeçemeyeceğim, bu şehrin tüm güzelliklerinin hepsini gölgede bırakacak bir kadın olacağının bana her şeyi unutturacağının korkusu ve heyecanını birbirine karıştırmış, kararsız, kendimle savaşıyor bu şehirden ayrılamıyordum.Her akşam bir daha gelmeyecek gibi kaçıp, ertesi gün yeniden gelmesinden onun da benim korkularımla yaşadığını, kendisiyle savaştığını biliyordum.O günden sonra buluşmalarımız sıklaşmış, korkularımızı yenmiş, birbirimize açılmıştık. İlk gün gördüğünde ve sohbetten sonra bunların yaşanacağını hissettiğini, endişe ile bir şey söylemeden oradan kaçtığını,yattığında kendisiyle çok mücadele ettiğini,ikilemde kaldığını ertesi gün dayanamayıp geldiğini , birlikte oturduğumuz zamanlarda ne hoş adam bu adam benim olmalı diye iç geçirdiğini, itiraf etmişti.’’Aşık kadınlar hünerli bir çalgıcının elinde dile gelebilecek keman gibidirler, sevildikleri zaman en zor ve en güzel melodileri çıkarmakta hiç zorlanmazlar’’ demişti. Bir kaç günlüğüne gittiğim bu şehirden, aslında ondan bir türlü kopamıyordum.İlk akşam yemeğimize çıkıp masamıza oturduğumuzda yemek seçimlerini benim yapmamı istemişti.Kırmızı şarap ,çeşitlendirilmiş peynir tabağı , soslu biftek,kaşar soslu fırında enginar,akdeniz salatası, tatlı olarak cheesecake istemiştim.Kadehlerimizi geç kalmış baharın kurumaya yüz tutmuş filizleri yeniden yeşertmesini ikimizin gölgesinde oturacağımız kocaman bir ağaç haline getirmesini dileyerek kaldırmıştık. Birbirimizin gözlerine bakmaktan ve koyulaşan sohbetten fırsat bulup yemeğimizi bitirememiştik. Ona her bakışımın , sevgimi ifade eden her sözümün, kanatlarının üzerine konup sevgisini güçlendirdiğini beyaz bulutların üzerine uçurduğunu bu rüyadan hiç uyanmak istemediğini söylüyordu.Yemek ve devamında terimizin buğuları birbirine karışana kadar dans etmiş,tenlerimizin birbirine karışan kokularını içimize çekmiştik.her gece otele döndüğümde üzerime sinen teninin ve parfümünün kokusu ile yatıyor uyuyordum.Kalbimin içine kadife kaplı duvarları, fildişi kuleleri olan ondan başka kimsenin fethedemeyeceği kocaman bir kale inşa etmişti .
O şehirden ayrılma ve kendi hayatıma geri dönme zamanı gelip çatmıştı. Son kez birlikte bir gün geçirmek için şehir dışına kırlara gitmeye karar vermiştik. Güneşli bir gündü , yolun bizi nereye götürdüğüne aldırmıyorduk. Önümüze çıkan kıvrımlı şose yoldan dönmüş sık çam ormanının arasında devam eden yol önümüze harika bir manzara çıkarmıştı. Ormanın bitiminde de bir alana çıkmıştık. Önümüzde sırtını ormana dayamış önünde kocaman bir göl, geniş bir bahçe içinde , etrafı ağaçlarla kaplı iki katlı ahşap bir köşk görmüştük.Evin manzarası bizi çok etkilemişti ve böyle bir evde yaşamanın çok hoş olacağını birbirimize söyleyip merak ettiğimizden köşke yönelmiştik.Güneş bulutların arasına girmiş hafif bir yağmur çiseliyordu. Bahçede özenle yetiştirdiği rengarenk çiçekleri ile uğraşan elinde küçük küreği ve toprak kovası bulunan yaşlı kadın bizi görmüş işini bırakmış gülümseyerek karşılamıştı.Tanışma faslına geçtiğimizde isminin İrene olduğunu öğrenmiş bizde isimlerimizi söylemiştik.Bu evi çok merak ettik ayrıca konaklayacak bir alan arıyoruz dediğimizde manzarayı işaret etmiş ‘’her yerde konaklayabilirsiniz ama yağmur çiseliyor ıslanmayın’’ demiş eve doğru yönelip eliyle işaret ederek ‘’ hadi gelin önce benim misafirim olun,merakınızı giderin ’’ diyerek eve yürümüştü. Bizde bahçe kapısından geçmiş onun arkasından evin içine girmiştik.Geniş oturma odasına geçmiş pencere kenarında bulunan göl manzaralı yuvarlak masayı işaret ederek bizi oraya oturtmuştu. Karşımızdaki şömineden içeriye yayılan ısıyı, odunların çıtırtılarını duyuyorduk.Etrafı ahşap kalaslarla kaplı içi taştan yapıldığı belli olan şöminenin karşısında çiçek desenli kumaş kaplı genişçe bir kanepe, çaprazında aynı kumaşla kaplanmış iki adet berjer koltuk,duvar dibinde bir büfe ve önünde bayan İrene ve ailesine ait olduğunu düşündüğümüz yılların birikimi resimler,ahşap kaplı yerde küçük bir halı, yine ahşap kaplı duvar ve tavan vardı. Lütfen ikramımı kabul edin deyip biraz önce hazırladığı belli olan sıcak yöresel böreği masaya koymuştu. Vakit hayli geçtiği ve karnımız çok acıktığı için itiraz etmemiştik.Çay hazırlamış, yanımıza gelmiş birlikte oturmuş sohbete başlamıştık.Bayan İrene buraya çok insan gelmediğini, çevredeki birkaç evde yaşayanlardan başka kimse olmadığını,çocuklarının şehirde yaşadığını ayda birde olsa ziyarete geldiklerini yalnız yaşadığını eşini kısa bir süre önce kaybettiğini ve buradan ,anılarından ayrılmak istemediğini anlatmış bizi ağırlamaktan çok mutlu olduğunu söylemiş büfedeki aile resimlerini sırasıyla gösterip, tanıtmış sohbet eşliğinde leziz börekleri yemiştik .Dışarıda güneş yeniden çıkmış pencereden görünen göl manzarasının üzerinde ona eşlik eden bir gökkuşağı belirmişti.Ufuk çizgisine bir mızrak boyu yaklaşan akşam güneşi pencereden içeriye aksediyor Rosemary’nin kabartarak arkasına topladığı saçlarının kıvırcıkları arasından huzmeler yaratarak gölden aldığı gökkuşağının renklerini yansıtırcasına oturduğumuz masaya ve evin içine dağılıyordu.Bayan İrene bize vitrinin üzerindeki resimlere gösterip tanıtırken ellerimle topladığı saçlarından ensesi ve kulak arkasına dökülen zülüflerine dokunmuş yüzüklerini parmaklarıma dolamıştım o an şefkatle ellerimi tutmuş,gözlerini kapatarak ellerimi ensesinde gezindirmiş boynuna dolamış yine Rosemary’nin kokusunu hissetmiştim..Bu son günümüzdü ve hiç bitmesini istemiyordum ben yalnızca bu muhteşem kadını ve ışıkların onda yarattığı görselliği izliyor bilinçaltıma nakşediyordum. Gün batışına yakın evden çıkarak çevrede gezinti ve piknik yapmaya karar vermiştik.Bayan İrene bahçedeki incir ağacının altındaki metalden yapılmış ayakları çiçek desenli, üzeri cam kaplı minderleri ve örtüsü kırmızı ekose kumaş kaplı masa ve sandalyeleri göstererek kahve içmemizi önermiş ağaçların gölgesinde ,çiçeklerin arasında bahçeye gelen kuşların cıvıltıları ile birlikte kahve içmiştik. Kahveleri bitirince bayan İrene falımıza bakmış ikimiz için, öncesini bilmeden içinden geçirdiği dilekler olacak bizi uzun ve mutlu bir yaşamın beklediğini,hiç ama hiç ayrılmayacağımızı söylemiş bizde birbirimize bakarak muzipçe gülümsemiştik.İrene’den izin istemiş evden göle doğru uzanan çimenlerin üzerinde gelişi güzel döşenmiş kesme taşlarda yürürken bayan İrene arkamızdan seslenmiş bu akşam bizi bırakmayacağını misafiri olmamızı istediğini söylemişti. Gölün üzerine doğru uzanan küçük tahta rıhtıma varmıştık. Gölün önümüze doğru uzanan yeşille mavinin birbirine karıştığı geniş yapraklı nilüferlerle kaplı yüzeyi,kenardaki sazlıkları,güneşten yansıyan ve küçük dalgacıklarla etrafa saçılan ışıkları, arkamızdaki çam ormanının göle yansıyan koyu yeşil aksini de sayarsak renk cümbüşü yaratan harika bir manzarası vardı. Göl kenarındaki çiçeklerin arasında dans eden kelebekler,bal toplayan arılar, papatyalar ve birkaç gelincik çeşit çeşit çiçeklerle kaplı yeşil çimenlik alan arkamızdan yukarı yamaçlara çıkıldıkça dikleşiyor ileride geniş ve sık bir çam ormanına dönüşüyordu.Rıhtımdan inip yamaca yöneldiğimizde Rosemary birden hızla yürüdü gördüğü birkaç kırmızı siyah gelincikleri işaret ederek eğilip hepsini tek tek okşadı bana dönerek’’ bunlar hiç solmamalı değil mi ?’’dedi. Başımla işaret ederek onayladım. Batmakta olan güneş gökyüzündeki seyrekleşen bulutları, ufku kızıla boyamış ,akşamla beraber grileşmiş yerini koyu lacivert yıldızlı ve ufukta beliren dolunayın gizemli aydınlığıyla, siyahi geceye bırakmıştı.Birlikte yamaca çıkmış, ellerimizi ağzımızın iki kenarına koyarak ‘’Rosemaryyyyy’’ ve ‘’Andrewwww’’ diyerek bağırmış karşı yamaçlardan gelen yankıları dinlemiştik.Rosemary isimlerimizin bu yamaçlarda sonsuza kadar yankılanacağını söylemişti.Rosemary yola çıkarken hazırladığımız piknik sepetini alıp getirmemi istemiş geldiğimde bulduğu düzlüğe örtü sermiş ay ışığında birkaç yiyecek hazırlayıp bütün lokmaları bölüştürüp yeme isteğini belirtmiş öyle yapmış, kahvelerimizi yudumlamıştık.Sonrasında çimen ve papatyaların üzerine onun şalının üzerine birlikte sırtüstü uzanmış geceyi ve sessizliği gökyüzünü yıldızları seyre dalmıştık.Bir zaman sessiz kaldıktan sonra Rosemary kayan birkaç yıldızı parmaklarıyla işaret etmiş sonra da ‘’ Provenceli Çobanın Öyküsü’’ne dayandırarak gökyüzünde gösterip tek tek tanıttığı Küçükayı,Büyükayı, Kutupyıldızı,Çobanyıldızı ve diğer yıldızların hikayelerini sesinin beni büyüleyen muhteşem melodisi ile anlatmıştı.O an gökyüzünün en parlak yıldızlarını toplayıp saçlarına taç yapmayı, kayan tüm yıldızların kuyruklarında ışıldayan parlak tozları omuzlarından aşağı dökmeyi, bu peri kızını gönlümün tahtında sonsuza kadar kraliçe yapmayı düşlüyordum.Hava soğuyordu üzerinde oturduğumuz şalını alıp doğrularak ikimizin omuzuna atmış üşüdüğünü söyleyerek bana sokulup sarılmış, kıvırcık saçları yanağıma değecek şekilde başını omuzuma yaslamış sözleri şöyle olan ‘’ merhaba düşüncemde yalnız sen varsın, ve düşlerimde dudaklarını binlerce kez öptüm, bazen seni kapımın önünden geçerken görüyorum, merhaba, aradığın ben miyim? bunu gözlerinde görebiliyorum, bunu gülüşünde görebiliyorum, sen benim ömrümce tek istediğimsin’’diye devam eden şarkıyı mırıldanıyordu. Gölün üzerindeki sarı kristallere dönüşüp huzmeleri gökyüzüne uzanan ayın yakamozları oynaşıyor, nilüferlerin üzerine yansıyan çam ağaçlarının gölgeleri hafif esen meltemlerlerin yarattığı küçük dalgacıklarda titreşip birbirine değerek bizi görüp alkışlıyor gibiydi .Birazdan Rosemary’nin hareketlerinin yavaşladığını hissettim düşmemesi için kollarımla onu sardım uyumak ister gibiydi .Kısık bir sesle Tom Wingo’nun hikayesini anlattım.Duyup duymadığını bilmiyordum.Ahşap köşkün pencerelerinden yansıyan cılız ışıklar da göle aksetmiş yüzeyde titreşmesi oturduğumuz yerden görünüyordu.Karanlığın içinde bize doğru yaklaşan bir başka titrek ışığın elinde küçük bir fenerle bayan İrene olduğunu farketmiştim. Havanın soğuduğunu ve üşüyeceğimizi söyleyerek gündüz yaptığı daveti hatırlatıp bizi evine davet etti.Sesle beraber Rosemary’de canlanmıştı başı göğsüme yaslanmış saçları dudaklarımda ayağa kalkmıştık.Gökyüzüne bakıp işaret edip ‘’bak zamanı gösteren yıldız Orion orada’’ demiş vaktin gece yarısını ne zaman geçtiğini sormuştu. Kollarım omuzunda onun elleri belimde beraber öylece yürüyerek bayan İrene’nin evine geldik, bahçe kapısından geçip girişteki merdivenin basamağına gelince takılacağını düşünüp onu ani bir hareketle kucağıma almıştım, düşmemek için kollarını boynuma atmıştı.Saçları yüzüme dağılıyor,yanağım dudaklarını hissediyor, teni tenime değiyordu. Teninin kokusunu çok iyi hissediyor içime çekiyor ve ezberlemeye çalışıyordum.ROSEMARY’NİN KOKUSU tanrım dünyada bundan daha güzeli olamazdı. Bedeni kucağımda kolları sıkı sıkıya boynuma sarılmış eve girdik.Şöminenin kalın kütüklerle beslenmiş ateşinin karşısındaki geniş kanepeye onu bırakırken yarı uykulu, yarı uyanıktı boynumdaki kollarını bırakmak istemiyordu. Onu kanepeye yatırınca yanına oturmamı istedi ve ben kanepenin ucuna oturunca başını dizlerimin üzerine koydu. Bayan İrene bir battaniye getirmiş ve Rosemary ‘nin üzerini örtmüştük. Rosemary kucağımı yastık yapmış uyuyor gibiydi. Bayan İrene kısık bir sesle burada kalmamızdan mutlu olduğunu oda hazırladığını oraya geçebileceğimizi söylemiş bende Rosemary’yi uyandırmak istemediğimi böyle iyi olduğunu yatabileceğini söylemiştim. Daha sonra uyumak için izin istemiş yatmaya gitmişti.Rosemary uyurken şöminedeki alevlerden odaya yayılan kızıl ışıkların duvarlarda, dansedip yüzüne vuran şavkıyla onu seyretmiş,yüzünde,saçlarında,gözlerinde ellerimi gezdirmiş, başı kucağımda sabaha kadar onunla ilgili bir sürü hayal kurmuş,kısık bir sesle hepsini ona anlatmış, düzenli nefes alışlarından uyuduğunu düşünmüş, rüyalarını merak etmiş, uyandırmamıştım.Sabah olduğunda kafasını kaldırıp yüzüme bakıp ‘’sen uyumadın mı?’’dediğinde onunla olan zamanın çok değerli olduğunu uyuyarak geçirmek istemediğimi söylemiştim. Gece gördüğün rüyaların hepsini anlat dediğimde; gözlerinde yanan muzip bir ışıkla bana bakmış rüyasında, uzak bir köyde hep senin beni yıkadığını görüyorum demiş, ardından da benim gece ona anlattıklarımı bana gördüğü rüyalar olarak tekrar etmişti.O zaman sen uyumuyor beni dinliyordun dediğimde ,başıyla onaylamasına rağmen’’ bilmiyorum’’ demişti . Hepsini dinledin dediğimde muzipçe gülümsemiş yine ‘’bilmiyorum ‘’ demişti. Dudaklarına bir buse kondurduğumda iki eliyle yanaklarımı tutmuş kendine çekmiş incir yer gibi ihtirasla o da beni öpmüştü. Bu onu ilk ve son öpüşümdü, dudakları bir yanardağın volkanı kadar yakıcı olmasına rağmen, nemi çoşkun ve berrak akan nehirler kadar serinleticiydi.Dudağının ıslağının kokusunu da biliyordum artık.
O gün son günümüz,o gece son gecemiz olmuştu. Sabah erkenden kalkmış, İrene’nin mutfağında bulduklarımla bahçeye kahvaltı hazırlamaya çalışıyordum.İrene geldiğinde gülümsemiş bulamadıklarımı da o getirerek masayı tamamlamama yardım etmiş çok mutlu olmuştu. Rosemary eve her giriş çıkışımda beni durduruyor, yattığı yerden muzipçe gülümseyerek gece anlattığım hayalleri rüyaları olarak anlatmaya devam ediyordu. Birlikte neşe içinde kahvaltı yaptık.Bayan İrene’ye ilgisi için teşekkür edip yine gelme sözü vererek oradan ayrıldık. Avuçlarının terini hissettiğim eli elimde şehre dönmüştük.Bir ara kaybolmuş,gelmiş beni uğurlamak için birlikte gar binasına kadar yürümüştük. Yanında bir hediye paketi getirmiş yolda açmamı söylemişti.İkimizde yaşanmış bir masaldan bir rüyadan uyanmış gibi,hiç konuşmadan ellerimiz birbirine kenetli oturtuğumuz bankta trenin saatini bekliyorduk.Önümüzden geçen kalabalıklara baktığımda; gelenlerin hepsinin sevinçli, gidenlerin hepsinin hüzünlü olduğunu sanıyordum.Gar binasının duvarlarında ve yüksek tavanında gördüğüm tüm resimleri silip her yere onun resimlerini yapmayı düşlüyordum.Benden saklamaya çalıştığı nemli gözleri ile yanımda oturmuş bana eşlik etmiş,ayrılık saati gelip anons duyulduğunda hıçkırıklarına engel olamamıştı.Birbirimize sıkıca sarılmıştık ve ben Rosemary’nin kokusunu son kez içime çekmiştim. Nemlenen gözlerimi elleriyle silmiş geçecek diyerek ellerimi bırakmadan trenin kapısına kadar peşimden yürümüş,kapıya tutunduğumda elleri geride kalmış, tren gözden kaybolana kadar bana el sallamıştı.Paketi açtığımda ortama önce onun parfümünün kokusu yayılmıştı, içinde bir not vardı.Notta; ’’SENİ GÖRDÜĞÜM SENİNLE YAŞADIĞIM HER AN BENİM İÇİN BİR ARMAĞANDIN’’ yazıyordu. Kalbimi ruhumu onunla birlikte o şehirde bırakarak yanlızca bedenimle kendi şehrime, hayatıma geri dönmüştüm.Sonraki günlerde birbirimize hasret dolu, özlem dolu, hayallerimizin hikayeleri olan mektuplar yazmıştık.Her zarfı elime aldığımda sonsuz mutluluk duymuş zarfa şıkıştırdığı bastırılıp kurutulmuş her çiçeği ömrümün sonuna kadar saklamak için özenle ondan kalan eşyaların yanına yerleştirmiş, kalbimin son nefesime kadar onun olacağını, bir gün mutlaka birlikte olacağımızı düşünmüştüm.Ta ki! son mektubunu alana kadar.Yaşadığı acıyı yazıyordu! Acısını o kadar derinden hissetmiştim ki! günlerce onu düşünmüş acılarına nasıl ortak olabileceğimi bir türlü bulamamıştım!Bu acıya dayanabilecek , kaldırabilecek gücü varmıydı onu da bilmiyordum.Duruma bakıldığında acılarında bana yer olmasına da imkan yoktu. ikimize ait olmayan mazisi ve yaşanmışlıkları olduğu gerçeği beni bu rüyadan uyandırmıştı.Kabul etmeli, sessiz kalmalı ve ona saygı göstermeliydim.Zaten Rosemary’de böyle olmasını isterdi.Ona hep son bir mektup yazma isteği duymuş ama her seferinde vazgeçmiştim .Bir kaç ay sessiz kalmış tepkisini merak etmiş,ondan da haber alamamıştım. Artık her gün gittiğim mabedin kapılarının kapandığı, ışıklarının söndüğünü düşüncesine kapılıyordum.Aradan aylar geçmiş ondan haber alamamanın verdiği dayanılmaz ıstırap ve onun acısının hayatını nasıl etkilediğini bilememenin yarattığı merakla yola çıkmış kendimi o şehirde ve anıların mekanlarında bulmuştum.Sonbahar mevsiminin ilk günleriydi onunla son günümüzü geçirdiğimiz yere gitmiş ,göl kenarındaki küçük tahta rıhtıma inmiş, onunla geçirdiğimiz son günün anlarının film şeridi gibi gözlerimin önünden geçişini izliyordum.Önümde sararmaya yüz tutmuş yeşil çimenler, rüzgarın savurduğu kurumuş yapraklar vardı.Papatyalar ,onun dokunduğu gelincikler,kelebekler görünmüyor,uzak diyarlara göç eden kuşların cıvıltıları kesilmiş alana ıssız ve kasvetli bir sessizlik hakimdi.Ama yamaçlarda hala yankılandığını düşündüğüm‘’Rosemary’’ve ‘’Andrew’’ sesleri o günkü gibi yine kulaklarımda çınlamaya devam ediyordu. Gökyüzünde yüreğimi kaplayan hüzünler gibi gri ve siyah bulutlar oluşmuş ,damlalar yanaklarımdan yuvarlanan yağmurlara eşlik etmek ister gibi düşmeye başlamıştı. Belli ki bu gece yıldızları da göremeyecektim. Belki ‘’Provenceli Çoban’’ da bana küsmüş olabilirdi.Arkaya döndüğümde bayan İrene dikiliyor,gözlerinde sönmüş bir ışık ve üzgün tavır beni izliyordu.Sesinde beliren bir şefkatle ‘’Yağmur başladı ıslanacaksın eve gidelim’’ dedi.’’ Ne garip buraya Rosemary ile ilk geldiğimiz günde yağmur başlamış gökkuşağı çıkmıştı ama şimdi yok’’ dedim.Eve doğru yürümeye başladık.Defalarca geriye dönüp arkamdan gelmesini istediğim hayale bakıyordum ki bayan İrene ‘’ona bakıyorsun değil mi birkaç hafta önce o da Rosemary’de buraya geldi , ona da bu tahta rıhtımda rastladım’’ dedi.Eve vardığımızda vitrinin önünde resimlerin yanında duran küçük bir kutuyu bana uzatarak ‘’ belki bunun içindekiler akşamları bir araya gelir’’ diyerek sana vermemi söyledi dedi.Şöminenin karşısında onunla sabahladığımız kanepeye oturarak kutuyu açtım, içinde birinde Rosemary diğerinde Andrew yazan iki küçük kol düğmesi vardı.Bana onu anlat dediğimde; ‘’Çok üzgündü yüzünde çizgiler belirmiş ,gözlerinin feri sönmüş,omuzunda taşıyamayacağı kadar ağır bir yük ve altında ezildiği acıları vardı , birlikte vakit geçirdiğiniz her yerde gezindi ve akşama kadar burada kaldı’’ dedi.Neden yalnız geldiğini sorduğumda sessiz kalıp seni görüp görmeme konusunda kararsız olduğunu söyledi , durumu anlatınca söyleyecek bir şey bulamadım buraya neden ayrı ayrı geldiğinizi anlayamıyorum’’ dedi .Bayan İrene’ye; ona ve acılarına neden saygı göstermem gerektiğini ve onu neden görmemem gerektiğini anlattım. Hayatımın sonuna kadar, son nefesimi verene kadar azalmayan ve hep artacak bir aşkla onu seveceğimi , unutmayacağımı, yaşanılan birkaç günün hatıralarının bir ömre sığmayacak kadar büyük olabileceğini öğrendiğimi,hayatın gizemleri arasında kaybolduğumuzu,şimdi ise bir daha bir araya gelebilmek için her insana iki hayat hakkı verilmiş olmasını dilediğimi,onunla gerçeklerin acımasızlığından kaçıp bu evde zamanı durdurmayı,her zaman mutlu sonla biten bir masalın kahramanı olarak kalabilmeyi ne kadar çok istediğimi anlattım.Bayan İrene’ye yine geleceğimi söyleyerek veda ederken hala cevabını bilemediği soruların cevabını öğrenmek ister gibi bana bakarak ‘’Aşk kızamığa benzer insan ne kadar geç yakalanırsa o kadar ağır geçer’’ diyerek elime bir şey tutuşturdu. ’’Bunu burada unutmuş, sende kalmasını istiyorum’’ dedi.Renginden ve kokusundan Rosemary’ye ait olduğunu anladığım pembe fular ile oradan ayrıldım. Şimdi gecenin karanlığında kendi hayatıma yol alırken pembe fulardan yayılan ROSEMARY’NİN KOKUSUnu içime çekerek ilerliyor bana karanlıkta yol gösterdiğine inandığım mahsun bakan hayalin acılarını dindirmek için canımı bile verebileceğimi düşünüyordum.Cama düşen yağmur damlaları bu hayali flulaştırmaya çalışsa da sileceğin her gidiş gelişi yeniden berraklaştırıyor, dünyanın en güzel melodilerini kıskandıracak bir tınıyla ve onun sesiyle o hayalin bir dua gibi kulağıma fısıldadığı o sihirli kelimeyi ellerimdeki fularının kokusunu içime çekerek bende tekrar ediyor ve her gün etmeye devam edeceğimi biliyordum,
’’Rosemary’’ ‘’Rosemary’’ …………………………
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.