- 4053 Okunma
- 10 Yorum
- 1 Beğeni
Haziranda Ölmek Zor - Hüsnü Arkan
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ne zaman haziran gelse, omuzlarıma hep garip bir ağırlık çöker. Ne zaman haziran gelse, havada hep bir leylak kokusu. Havada kar.
Bir kış günü, üçüncü kat, solda bir oda, arkadaşı Orhan Kemal.
Kim istemez ki Nazım’la hapis yatmayı, kim istemez Nazım’la birlikte ölmeyi...
Yolları hapishane de kesişen iki aydın, iki arkadaş. Ölürken bile Haziran’ı seçecek kadardılar.
Bir haziran aydınlığında Nâzım Hikmet, başka bir haziran coşkusunda Orhan Kemal. Birer gün arayla gittiler, birer gün arayla. Bir bir...
Ahmed Arif, Ahmet Hamdi Tanpınar, Ahmet Haşim, Abdurrahim Karakoç, Cahit Zarifoğlu, Cahit Külebi, Tahir Alangu, Hasan İzzettin Dinamo, Ahmet Muhip Dıranas, Fuat Köprülü, Cahit Irgat, Ebubekir Hazım Tepeyran, Hamdullah Suphi Tanrıöver, Halide Nusret Zorlutuna, Cemil Meriç, Peyami Safa, İzzet Melih Devrim, Tahsin Saraç, Hulki Aktunç…
Ne çok haziran kokuyorsunuz şimdi oralarda. Ne kadar çok gerçek.
Haziranda ölmek zor. Öyle diyordu Hasan Hüseyin Korkmazgil, 3 Haziran 63’ü/Bir kırmızı gül dalı eğilmiş üstüne/Bir kırmızı gül dalı şimdi uzaklarda/Okşar yanan alnını Nazım Ustanın/ Gece leylak ve tomurcuk kokuyor/Uy anam anam/Haziranda ölmek zor.
Ancak bu kadar bir şiir düşebilir meydanların kalbine. Ancak bu kadar bir şarkı düşer sıkılmış yumruklara…
Haziranda Ölmek Zor şiirini besteleyen, şiire başka bir soluk getiren, başka bir nefes, başka bir şair, başka bir dost, başka bir yürek Hüsnü Arkan. Elbette haziran’ı konuşacağız, elbette daha çok konuşacaklarımız da olacak.
“Haziran’da Ölmek Zor" Hasan Hüseyin Korkmazgil’in büyük bir şiiridir. Hüsnü Arkan bestesiyle de büyük bir şarkı oldu. Olaylara, tanıklara, hikayesinde geriye sadece tek siz kaldınız. Peki, o yıllarda neler yaşandı? Yasakların gölgesinde Hüsnü Arkan ne gibi süreçlerden geçti?
- Şarkının büyüklüğü konusunda yazdıklarınız için teşekkür ederim. Ben yalnızca Hasan Hüseyin’in şiirinin ruhuna uygun bir sonuç elde etmeye çalıştım. Tabii, bu sonucun geniş bir muhalif kitleye ulaşmasını Grup Yorum sağladı. Dolayısıyla hikâyeden geriye kalan yalnızca ben değilim; hikâyenin, dinleyicisiyle, yorumcularıyla devam ettiği kanısındayım.
O dönem hakkında pek çok şey yazılıp çizildi ki, yazıp çizenler arasında ben de varım. Neler yaşandığını bir tanık olarak anlatmaya çalıştım ve hâlâ da anlatmaya çalışıyorum. Bugünle kıyaslandığında, çalışan kesimler için, adalet isteyenler için, zenginlikten hakkı olan payı alamayanlar için çok şey değişmediğini görüyorum. O dönemin benzeri ve hatta bazen o dönemin uygulamalarını da aşan bir baskı ortamı hâlâ sürüyor. Hâlâ aynı süreçten geçiyoruz.
- Şarkı ilk kez 1988 Yılında Grup Yorum’un albümünde yer aldı ama sizden hiç dinlemedik bu şarkıyı. "Haziranda Ölmek Zor" bestecisinin bir albümünde yer alacak mı? Değilse, neden?
- O dönem yazdığım şarkılardan oluşan bir albüm projesi oluşturmaya çalışıyorum. Belki bu proje içinde yer alabilir ama zamanı konusunda bir karar vermiş değilim.
- ’Solo’da ve geçtiğimiz günlerde yayınlanan ’Yalnız Değiliz’de ve elbette Ezginin Günlüğü yolculuğunuzda Nazım Hikmet, Can Yücel, Orhan Veli gibi birçok şairin şiirlerine bir soluk da getirdiniz. Şiirler bestelenirken Hüsnü Arkan’ın en çok dikkat ettiği nelerdir?
- Şairlerin bu meseleye nasıl baktıklarını az çok biliyorum. Şiirlerinin şarkı haline gelmesini genellikle heyecan verici buluyorlar. Ama öte yandan şiirin etkisini kaybetmesinden de endişe ediyorlar. Benim için önemli olan şairi memnun etmektir. Çünkü hikâyeyi asıl o anlatıyor, ben yalnızca anlatılan hikâyeye başka bir sanatın giysisini giydiriyorum. Bu giysi dar gelmemeli, şiirin kişiliğine uymalı, ruhunu aktarabilmeli. Şiir bunu giydiğinde bobstil olmamalı.
- Her şiir bestelenebilir mi? Yoksa, şair müziği içine saklayıp şiiri öyle mi yazıyor?
- Buna kişisel olarak yanıt verebilirim. Benim, üstüne müzik yazamadığım ve yazamayacağım, bazen de yazmayı tercih etmediğim pek çok şiir var. Ayrıca bazen şairin yakaladığı ya da sakladığı müziği ortaya çıkaramayabilirsiniz. Bazen de tam tersi olur; içinde müziğe ilişkin bir şey saklamayan bir şiirden hoşa giden bir şarkı yapabilirsiniz. Bu iş daha çok şiir beğeninizin ve müzikteki becerilerinizin yönlendirdiği bir süreçtir.
- Bir eserin güzel olduğu konusunda başkasını inandırmak mümkün müdür? Güzelliğin yapısı belirlenebilir nitelikte midir?
- Popüler beğeni toplumsal ve tarihsel bir şey... Bir dönem güzel olduğuna inanılan şeyler, toplumsal yapı değiştiğinde rağbet görmeyebilir. Sanatta, edebiyatta ve mimaride dalgalar halinde arka arkaya gelen ekoller, üsluplar var. Bunlar toplumsal değişimlerin izlerini taşır, yeni beğeniler oluşturup o beğenilere yönelirler. Ama öte yandan, bütün çağların ortak kültürü olarak ifade edebileceğimiz daha genel bir güzellik tanımı da zorunlu… Müzikte, klasik ya da çağdaş-klasik eğitim almadan bir çalgıyı mükemmel bir biçimde çalmak neredeyse olanaksızdır. Klasik repertuarlara yalnızca dinleyici açısından değil, bu yüzden de ihtiyaç vardır. Edebiyat ve tiyatro için de aynı şey geçerlidir. Shakespeare’i, Brecht’i, Stanislavski’yi repertuarlardan çıkarırsanız, önce tiyatro eğitimi biter, sonra da tiyatronun kendisi.
- Her şiir yapıtınızın, şarkılarınızın dünyası, bir bakıma onu alımlayanın dünyasıyla bütünleşiyor. İki dünyanın karşılıklı alışverişinden kendi benliğinin aydınlandığını gözler mi kişi? Yoksa sadece müziğin ritimlerinde mi ilerler?
- Ben daha çok hikâyeler anlatan şarkılar yazıyorum ama arada bir iç dünyamın gözetlenmesine elverir şeyler çıktığı da oluyor. Dinleyicide genellikle kendi dünyasına ait duygular arayıp bulma eğilimi hâkimdir. Anlattığınız hikâyeye yakınlık duydularsa, sizin kendilerini gözetlediğinizi düşünürler.
- 70’li yıllarda aşk, sosyalist bireyselliğin içinde gizli yaşanan, kendine özgü nitelikleri olan özgün bir halk ruhuydu. O günden bu güne baktığımızda neler değişti? Neyi kaybetti insanlar?
- Aşk hakkında konuşmayı pek sevdiğimi söyleyemem. Konuşanlar da daha çok mitos diliyle konuşuyorlar zaten. Her tarihsel dönem, bir başkasından şu veya bu biçimde ayrılabilecek, kendi özgün aşk anlayışına sahiptir. Bence, aşk anlayışlarına saygı duyulacak insanların yaşadığı dönem 70’li yıllar değil, 1968 hareketinin dönemidir. O dönemin gençleri, toplumsal yargıların ve kutsal aile mitosunun yükü altında ezilmeyi reddettiler. Dünyayı değiştirmeye çalışırken aşkın tanımını da değiştirmeye çalıştılar. Bugünse içi boşalmış, cinsellikten arındırılmış, ayrımcı ve ahlakçı bir aşk anlayışı hâkim.
- Son romanınız ’Mino’nun Siyah Gülü’ 60’lı yıllardan günümüze kadar gelen bir sürecin hikayesi. Denizlerin idam edildiği sabah hiç uyumamışsınız mesela. Babanız, Nuri amca , Anneniz ve siz. Neler biriktirdiniz o günden bu güne ?
- Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılması, izleyen kuşaklar için bir travmadır. Bizim neler biriktirdiğimiz çok önemli değil. Asıl önemlisi idamlara parmak kaldıran soytarıların neden olduğu birikimler… Onlar, hâlâ süren bir baskı rejimini biriktirdiler, hızla zenginleşen yeni ve tamamen ahlaksız bir burjuva tipini biriktirdiler. Biz yalnızca, muhalif bir ruhu biriktirdik.
- Romanla birlikte içinde sunulan bir Hüsnü Arkan şarkısı sürprizi ile karşılaştık. "5 Mayıs" şarkısı, 6 Mayıs’a bağlayan bir sabahın şarkısı mıdır? Neden 5 Mayıs?
Az önce bahsettiğiniz gibi, bu, belki affedilirler umuduyla radyo başında beklediğimiz gecenin ve o gece hissettiklerimizin şarkısı.
Zeki Çelik/ DEVE DERGİSİ - HAZİRAN 2013
YORUMLAR
haziranda ölmek zor
kaç kez dinlemişimdir bilmiyorum
hem söyleşi ne çok şey barındırıyor içinde
şairleri yad etmek
bilgi sumak
ve yazı başlığının içini doldurmak
anlatım güzelliği akıcılığı ve geçmişe dokunuşu ile hayranlık uyandırdı bende
bu kalemi önceden de tanıyorum
teşekkürler şair dost
saygı ve hürmetlerimle
Yine güzel bir söyleşi. Şiir kokan hem de; bahâr bahçelerinde akşam serinliğinde çay eşliğinde sanki..
Çoğu şiir ezgisini akışında barındırıyordur değil mi. Okuruz ve ses yoktur kulağımızda lâkin şarkı gibidir türkü gibidir. Elbette notaları giydirmek büyük bir risktir. Şiiri dışarıda bırakmamalı enstrümanlar, fazla yâhut çok gelmemeli. Nitekim Hüsnü Arkan’nın da dediği gibi “şiirin kişiliğine uymalı..”
Nota diyoruz mısrâ diyoruz ya hani.. Atilla İlhan eserini ve Yaşar sesini unutmamalı değil mi..
"Beni koyup gitme.."
Farklı hissettireceğini sanmıyorum. Evrensellik mevzuu bahis olur ya.. Evrensel bir şiir ve şarkı yüzü de en az o kadar evrensel...Evren dediğimizin dile düştüğü tek "ülke-ev-şehir.." insandır çünkü..
Haziranda ölmek zor.. Şiir gibi kalsın dediklerimdendi dinlerken lâkin Hüsnü Arkan’ın kendi seslendirmesi farklı düşündürebilir diye düşünmüyor değilim.
Ve elbette her şiir için geçerliliği yoktur nota uygunluğunun ki zaten her yazılanın şiir olup olmadığı hakkında kuşkularımız da olur değil mi. Nâzım dedik mâdem, her kelâmı herkesin kulağında aynı sesi bırakır mı yâhut dilinde aynı yara tâze durur mu. Sanmıyorum. Okuduklarımdan bilirim misâl. Bir şâir cve aynı zamanda yazar; çok iyi bir şâirdir ve iyi yazmıştır. Roman olarak belki iyi eserleri vardır ama şiirlerinden yalnızca bir’dir yüreğe demir atan.. Şimdi Havîn çok iyi bir müzisyen diyelim –şaka elbette o denli yetenekli değilim- ki o kimlikle müzik yapabilecek kaç şiir bulacağım tartışılır.
Deriz hani.. Her şiir herkeste farklı yer eder kendine evet hüznü aynı ayrılığı aynı ama her şiir herkeste çok farklı yere sahip olur.
Çok güzel bir söyleşi yazın adına. Devamı için de kelâm edeyim dedim ama ülkenin o yıllarına dâir sözüm yok olsa gönül râzı değil. Yapılan çalışmalar, yürekten emek harcayanlar var.. Bunu bilmek güzel ve yarından ümitli olmak adına ışık saçıyorlar.. Bir gençlik var diyorsunuz ya hani.. Hayatın her karesinde fırçaları imzaları olacak elbet.
Size bir fikir vereyim mi –telif hakkı şahsıma aittir please-.
Muhabbetnâme deyi toplasanıza söyleşilerinizi bir eserde. Daha nicelerini de ekledikten sonra. Çok samimi bir tavsiye inanın, ciddiyim. Editörlük kursum bitince çırak olarak yardımcı olabilirim. Çok masraflı da olmam hani.. Hakikaten söylüyorum, boşa gitmesin bu emek.. Evvellerde bir söyleşi notunda demiştiniz hani “bir şiirim olmasaydı Nâzım ile bir söyleşim olsaydı..” vâr olanlar da aynı kıymeti hak etmiyorlar mı. Yıllar geçsin, hani DEVE de serpilsin, demlensin ve daha nicelerindeki imzanızdan sonra şöyle bastonlu iken yâni ben de sizinle bir söyleşi yaparım..Fena mı olur.
Dâim olsun diyorum bu senfoni..
Esen kalınız.
**Havin_** tarafından 7/12/2013 2:19:53 PM zamanında düzenlenmiştir.
Sene 1983 İtalya'nın Como Şehrindeydim.
Como, nehir kıyısına kurulmuş, adını ipekten almış bir şehir. Nehir kıyısında yaşlı bir satıcı kadın ipek örtüler satıp, kendi kendine konuşuyordu. Önce deli sandım... Ama deli bir insan neden böyle güzel örtüler satardı ki!
İtalyanca bilmediğim için anlayamamanın merakı içindeydim.
Yoldan geçen birinden rica edip, ne söylediğini İngilizce olarak kısaca açıklamasını istedim.
Bana söylediği aynen şuydu.
-Tanrım, ne olur beni sevdiklerime kavuştur.
Kanım dondu. Konuşamadım. Üç tane ipek örtü aldım. Sadece gözlerinin içine baktım. İçinde kayıkçılar vardı.
Otele geldiğimde para vermeyi unuttuğumu hatırladım. O da hatırlatmadı. Koştum.
Kadın yoktu. Ertesi gün, başka gün.
Hep yok.
Neden mi anlattım?
Nazım Hikmet sever diye.
Saygıyla.
sen bu güzelliği hep yapİyorsun Zeki.
bir pencere aralıyorsun gerisi bakmak ve görmek farkı.
bak diyorum bak şu kalabalığı geç, caddeleri de, şu ağaçları, kornaları, kavgaları, ağızlarda ciklet olmuş aşkları... bak deniz var ötede, ötesinde bir ülke. henüz şarkısının yazılmadığı...
herkes o ülkeye sallıyor kalemini fırçasını ya da belki telini gitarının.
sen hep yap bunu.
Biraz kaldım sayfada
biraz Haziran, biraz Nazım,biraz Hasan Hüseyin, biraz diğerleri.
Kendisini göğe yıldız olarak çakıp gidenler.
Sonra baktım saate epeyce vakit geçmiş. Oysa biraz kalmaktı amacım. Sonra düşündüm. Ömürleri Haziran kadar yürümüşüm.
Velhasılı teşekkür ederim
Yolda yarenlik edenlere
Saygıyla