- 651 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BİZİ İSTANBUL YÖNETİYOR
Cumhuriyetle birlikte başkentimiz Ankara oldu, ama bir süre sonra bizi yine İstanbul yönetmeye başladı. Hâlâda yönetmeye devam ediyor. Fakat bu yönetim başka!
Nasıl mı? Damardan, kandan, hormonlardan… Kim mi? Kim olacak İstanbul aracılığı ile teknoloji de bizden önde giden ve bizi, hazıra alıştıran batı medeniyeti.
Bunu nasıl yapıyorlar, yâni bizi yönetme işini? En belirgin en etkili yolları kitle iletişim araçlarıyla. Bu araçları yıllar önce hayatımıza kazandırdık ama kumandasını hiç elimize alamadık.
Biz ne yaptık, batı teknolojisini ve kültürünü, kendi hurafelerimiz ve nefsimizle sentezledik. Aslında kumandayı elimize alsaydık bu durum bizi uyuşturmazdı. Bizde, bugün var olan birçok sorunu yaşamazdık.
Benim hatırladığım bazı örnekleri anlatmaya çalışayım. Televizyonda tek kanal vardı, TRT. Pazar sinemasında çıkan sinema filmlerinin hastasıydık.
Kreş, vb çocuk bırakılacak yer olmadığı ve büyüklerimizin sürekli çalışmak zorunda olduklarından, ilk ve en etkili öğretmenimiz televizyondu.
İlk dini bilgimizi de televizyondan öğrenmiştik.
Haç çıkarmak, haç işareti yapmak, vaftiz olmak, kilise düğünü yapmak. Evet, daha namaz kılmayı öğrenmemiştik, hatta kelime-i şahadette getirmemiştik ama vaftiz törenlerini, kilise düğününü biliyorduk. Hatta mâsum evcilik oyunlarında da bunları taklit ediyorduk. Neyse ki bir gün annem bizi gördü, bize haç işareti yapmanın vaftiz olmanın kilisede evlenmenin bizim dinimizin emri olmadığını söyledi, bize kızdı.
Bizde bir daha böyle oyunlar oynamadık ama merakımızda tam olarak giderilemiyordu.
Yani bizim dinimizde neler var pek anlatan olmuyordu.
Üstelik ne Arı Maya, nede Pazar sinemalarında bizim dinimiz ve kültürümüzü anlatan bir sahne yoktu.
Türk dizileri de severek izlenirdi ama ondada çalıkuşu Feride’ye” şişt şiişt küçük hanım” diye karanlıktan seslenen çarşaflı korkunç kadından başka İslam kadınını çağrıştıran bir sahne de hatırlamıyorum.
Rabia filmimiz vardı ama ondada Fatma Kirik’in mavi gözleri ve dekoltesi sanki filmin konusunu gölgede bırakıyordu.
Fakat sonra çok etkili sahneleri olan sinema filmlerimiz oldu.
Mesela, tecavüz sahneleri filmlerimizin vazgeçilmeziydi.
Her filmde, korkunç ve iğrenç tecavüz sahneleri ve sonunda kötü yola düşen kızlar olurdu.
Birde kahrından derbeder olan esas fakir oğlanlar.
En çokta İstanbul’a giden kızlar gazozlarına hap atılarak kötü yola düşerlerdi.
O zamanlar bizim köyde İstanbul demek batakhane demekti. İstanbul deyince insanların aklına pavyonlar batakhaneler gazozlarına ilaç atılıp kötü yola düşürülmüş kızlar gelirdi. Esas oğlanlarda kahrından jiletçi olmuşlardı.
O zamanlar bu tecavüz ve haksızlık sahneleri milletin kanına öyle dokunurdu ki, bir keresinde Erol Taş’ı taşladıklarını duymuştuk.
Bu bir câhillik örneği değildi, bu aktörün rolünü çok iyi yaptığının kanıtı da değildi. Bu o zamanlar insanımızın ahlâksız davranışlara bağışıklık kazanmadığının göstergesiydi.
Fakat her tohum gibi bu tohumda meyve verecek, tekrar tohum olacak ve gittikçe etrafını saracaktı.
Önce astarımızı kaldırdılar. Tecavüze alıştık, bekâret kontrolü ne demek öğrendik. Kötü yolları öğrendik, hem de memleketin her köşesinde aynı hızla öğrendik.
Sonra memleketin her yeri İstanbul oldu. Memleketin doğusunda batısında pavyonlar açıldı. En meşhuru da Soğukolukmuş. Yani İstanbul merkezdi, orada ne varsa bizde de aynısı olması gecikmedi.
Ah! İstanbul korkusu, o zamanlar öyle etkiliydi ki.
Mesela bizim köyde bir kızcağız nakış dikiş kursunun sergisinde kendi yaptığı resimleri sergiledi. Bu serginin açılışı için gelen kaymakam, resimleri çok beğendi. Daha sonra ilçede vâlinin açılışını yaptığı bir resim sergisi daha tertip edildi. Vali de ressamımızın resimlerinin çok değerli olduğunu düşündü. Sonunda bu kızcağız kaymakam ve vâlinin isteği ve yardımı ile İstanbul’a gönderilecekti. Orada ünlü ressamlardan kısa bir eğitimden geçirilip yine o ressamlar derneğine üye olacaktı. Resimleri önemli galerilerde yerini alacaktı.
Fakat bu haber köye bomba gibi düştü. Bu kız İstanbul’a gidecek ya gazozuna hap atarlarsa, ya kötü yola düşerse, olacak şey değil hiç genç kız İstanbul’a gönderilir mi? Köylüler bu kaygılarını kızın babasıyla da paylaştılar, amaçları kızı korumaktı.
Artık kaymakam “sizde birlikte gideceksiniz dese de, bu babaya yeterli güvence gelmedi. Kızın ayak diremesi de, bir araba dayak yemesinden ve apar topar evlendirilmesinden başka işe yaramadı. Şimdi ne oldu bu medeniyette ne kadar ilerledik.
Bakın benzer bir örnek: Yıl 2013. Bir kızcağız üniversite sınavından aldığı puanı, babasına müjdelemek için babasının iş yerine uğrar. Bu sırada babası amirinin yanındadır. Kız sevincini babası ve onun amiri ile paylaşır. Amirin babaya telkini şu olur. “ sakın kızını gözünün önünden ayırma, bak üniversiteli kızların halini görüyorsun, ar namus kalmamış. İlle de okurum derse, açık öğretim okusun” ve öylede oldu.
Bu baba ilçe millî eğitimde memur. akın yıllar önce bir köylü babanın endişesini şimdi millî eğitim müdürleri ve memurları da yaşıyor.
Şimdi artık çok medeniyiz. On üç, on dört yaşlarında bir kız çocuğu, benimle dertleşiyor, “ya Leyla teyze çok kötü bir şey oldu. Arkadaşımın doğum günü partisine gitmiştim. Bir ara mutfağa geçtim. Arkadaşımın erkek arkadaşı, geldi beni zorla öpmeye kalktı, tam o sırada arkadaşım gelmesin mi? Şimdi arkadaşımla küsüz ona masum olduğumu bir türlü anlatamadım, çok üzgünüm.
Bende çok üzgünüm acaba dedim kendi kendime bu çocuğun anlattığı hangi okullu dizinin sahnesinde yaşanmıştı. Alkışlamalı sizi, çok güzel okul dizileri yapıyorsunuz, sayenizde ilköğretimler, üniversiteler eğitimden uzak aşk yuvalarına döndü.
Bakın neydi bize sindire sindire yedirdikleri medeniyet? On sekiz yaşına gelen genç artık özgürdür. Evlenmeden önce birlikte yaşamalı evlilik denemesi yapmalıdır. Sevgilisi terk etmişse, onun en yakın arkadaşıyla çıkıp öç almalıdır.
Bekâreti söz konusu etmek câhilliktir. Bir düşünün daha neler normal karşılanmaya başlandı. Tüm kötü yolları öğrendik! Bize bunları televizyon öğretti.
Gün geçtikçe yeni kitle iletişim araçlarıyla da destekleniyor. Şimdi televizyon ve bilgisayar aynı hızla bizi medeniyete götürüyor. Ne vardı sanki kumanda bizim elimizde olsaydı. Bize en baştan kendi kültürümüz öğretilseydi. Bizlerde ilmin modasını, takip etseydik nasıl olurdu.
Eğer o yıllardaki film akımında tecavüz olmasaydı, gazozlara hap atılmasaydı, İstanbul’a giden rezil olmasaydı.
Bize nâmus elden nasıl gider diye öğretmeselerdi. İstanbul beyefendilerini, dürüst hanımları tanıtsalardı İslam dolu aile yaşantılarını tanıtsalardı. Filmlerde bilginlerimizi ve düşüncelerini ön plana çıkarsalardı.,
Keşke, ahlâki değerleri ön plana çıkarsalardı.
Fakir oğlan, zengin kızların dramları olmasaydı.
Ar,nâmus diye diye ahlaksızlık alıştırılmasaydı.
Biz ne jiletçi olurduk, ne de kötü yola düşerdik!
“Tarih tekerrürden ibaret” olmak zorunda değil aslında ama oluyor...
Şimdi bolca biçiyoruz, ilk tohumların ardından, medeniyetimiz hat safhaya geldi. Şimdi tecavüz haberleri, cinayet haberleri, hırsızlık yolsuzluk hayatın olağan halleri oldu.
Çok alıştık bu haberlere, beğenmezsek haberi kanal değiştiririz olur biter
İstanbul’da ne ektilerse bizde ektik ve bolca biçiyoruz.
Peki, artık bu gidişe dur demeyelim mi?
Bırakalım artık batı medeniyetini tanıtmayı, çocuklar öğrenmesin, hangi futbolcu, hangi mankenle çıkıyor, hangi artist kimlerle evlendi, kimle yattı?
Hatta artık artistleri bıraktık birde halkın içinden acılarını yarıştıran, aldatmalarını, ihânetlerini yarıştıran insanları popüler sabah programlarına taşıma akımında yarışır olduk.
Öğrenmeyelim adam karısını niye kesmiş, kim kimi aldatmış, niye terk etmiş. Bırakın artık belden aşağı düşünmeyi. Kim şık kim rüküş bize ne!
Biri bizi gözetliyor dediler, şimdi herkes herkesi gözetliyor, şimdi küresel ısınma var ya! Tohumlar çok çabuk büyüyüp yayılıyor.
Atmayın kötü tohumları İstanbul’dan, burada anında filizleniyor. İstanbul’daki medya yönetimine sesleniyorum.
Siz homoyansınız, bizde homoyuz, siz emoysanız bizde emoyuz. Kanunlar ne derse desin, gençler açıp yasaları okumuyor, din ne derse desin, ana baba ne derse desin, çocuklar Hana Montana’nın, Justın Bıbeber yaptığını yapıyor. Sizin saçınız kısaysa bizimkide kısalıyor. Sizin saçınız sarıysa bizimkide sararıyor. Siz yalan rüzgârları estirirseniz o rüzgâra bizde kapılıyoruz.
Ne partilerden, ne mezheplerden, ne tarikatlardan korkun, siz kitle iletişim araçlarından korkun.
Şimdi ve yıllardır, en baskın öğretici kitle iletişim araçları. İnananın kendi öz kültürünü öğrenerek yetişen nesilden, inançlı insandan kimseye zarar gelmez.
Bakın bu yanlış akımlar çocuklarımızın yani bizim, hormonlarımızı, kanımızı, damarlarımızı bile etkiliyor. Ergenlik yaşı çok aşağılara düştü. Amcalar, ağabeyler, bacılar, ben kuaförüm görüyorum.
On bir yaşında çocuklar kaş aldırıyor, İngiltere’den Amerika’dan çok uzak memleketimin köyünden kasabasından kız çocukları “emo saçı” kestiriyor onların saçını kesiyorum benim içim yanıyor. Akımsa akım, modaysa moda, bize ne el âlemin modasından, medeniyetinden ey İstanbul!
Bizde büyükler sayılır, küçükler sevilir, bizde komşu açken kendi tok yatılmaz.
Bizde onlara benziyoruz, kimsesiz komşumuz evde ölüyor ceset kokusu gelmeden bunu fark etmiyoruz.
Biz bu değiliz! Bizim medeniyetimiz şu an dünyanın da, âcilen öğrenmesi gereken medeniyet.
Vallâhî onlara da yazık. Öğretin onlara Türk’ün, Kürt’ün, Arap’ın aile kültürünü, misafirperverliğini, hem onlara öğretin hem bize hatırlatın.
Yazık onlara, baksanıza çoğu yalnız ve mutsuz. Bizde onlara hızla benziyoruz, ne kadar çok insanımız yalnız ve mutsuz.
Hani önderimiz Mustafa Kemal Atatürk ne demişti gençliğe hitabesinde, "Muhtaç olduğunuz kudret damarlarınızdaki asil kanda mevcuttur" İşte bu nedenle diyorum ki, çocukların, gençlerin kanına girmeyin, şu modayı, şu akımı değiştirin.
Leyla Gülsüren
=
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.