- 538 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Soyut Terazi
Uzakta kalmalıyım. Çok yaklaşırsam sınırlarım talan olur, aklına esen girer içeri. Canım yanmaya başlar.
Orada bir kız çocuğu var. Az ötemdeki bankta bebeğiyle oynayan şu sarı saçlı, şirin şey… Annesi, elindeki kitaba dalmış… Güzel bir uyum yakalamış, tutturmuş gidiyorlar.
Kadın ne kadar içine girmiş oradaki hikâyenin?.. Yoksa sadece bir görüntü mü verme çabasında? Belki de kızını kolluyor bir yandan. Küçük kızı hayata dokunurken yanında çıt çıkarmadan izliyor onu. Biraz korkunçlaşır gibi olursa hayat, bu oyuncak bebeğin saçlarını okşarken küçük kızın elleri buz tutarsa birden, hemen devreye girip “kızıma iyi davran” diyecek ona belki. Sözcüklerle değil tabii, daha dolaylı ve etkili yöntemlerle…
Evet, nerde kalmıştık? Uzakta kalmalıyım diyordum. Bu küçük kız umarım hayatının hiçbir devresinde böyle demek zorunda hissetmez kendini. Sakınmadan yaklaşması ağır bir bedel olarak ona geri dönmez.
Hiç öyle bir kadın çıkmaz karşısına bir kez bile umarım. Erkekler ve öyle kadınlar arasındaki garip bağı keşfetmez en olmadık, en âşık olduğu bir anda.
Keşke o kadar uykulu olmasaydı o öğle sonrası! Hafta sonu tatlı tatlı tembellik ederken şöyle bir uzanıverdiği koltukta derin bir uykunun kollarında kaybetmezdi o zaman kendini. Telefonun sesini duyabilirdi… Ve her zamanki gibi vakit kaybetmeden hemen uzanırdı ona, telefonuyla arasına bir an bile girmeme dayanamayan kıskanç bir sahiplenişle...
Ama maalesef duymadı sesi. Telefondan gelen melodi uzun uzun çınladı durdu, beni duyan yok mu der gibi sitemler ederek. Eray dedim birkaç kez, onun hassasiyetine duyduğum saygıyla… Ama oralı olmadı sevgilim. Kim bilir hangi sokaklarda koşturuyordu rüyasında? Zihninin kuytularına ittiği hangi yerdeydi?
Uyanmaya niyeti olmadığına emin olunca susturmak için aldım telefonu elime. Sinem yazıyordu ekranda. Hop etti kalbim.
İş arkadaşı Sinem, mahalleden arkadaşı Sinem, kuzeni Sinem diye bir sürü Sinem resmi geçti önümden, hepsinde de yüzünde masum bir gülüşle bana bakan bir kız… Evet, neden olmasındı ki? Karşı cinsten birinin ismi ille de ihanet anlamına mı gelirdi?
Ama içimi kemiren kurdu def edebilmek için, emin olmam gerekliydi. Telefonu açtım ve Sinem Hanım’ın konuşmasını bekledim. Küçücük de olsa bir iz, bir yol açmasını bekledim bana sesinde… Düşündüğümden çok daha cömert çıktı Sinem. Küçük değil, çok büyük, hatta meseleyi tam olarak çözmemi sağlayacak kadar ayrıntılı bir resim tutuşturdu elime. Üstelik tek bir sözcükle… “Sevgilim” dedi.
“Onu bana verir misin?” Yaklaşmaktan, dokunmaktan korkmayanlara mahsus o ayak basılmamış karlı yol vardı küçük kızın sesinde. Bu pürüzsüz beyazlıkta tek bir karaltı olsun istemediğim için bir an bile tereddüt etmeden hemen saçıma uzanıp gösterdiği tokayı çektim aldım.
Gözüm karşı banka kaydı birden. Annesiyle göz göze geldim. O an için hayatın yumuşak bir parçası olduğum için teşekkürlerini gönderiyordu bana gözleriyle. Küçük kız hoplaya zıplaya yanımdan uzaklaştı. “Tokam güzel mi anne?” diye bağırıyordu bir yandan da.
Kadın beklemediğim bir şekilde karşılık verdi ona. “Teşekkür ettin mi teyzeye?” dedi. Çalışmadığı yerden bir soruyla karşılaşmış bir öğrencinin yüzüyle birkaç saniye bocaladı küçük kız. Ama cevabı içinde saklı sorulardan olduğunu da hemen anladı. Hatta bir soru bile denemezdi buna aslında. Soru görünümlü bir cümle demek çok daha doğruydu.
“Teşekkür ederim.” dedi karşıdan.
Almakla vermek arasındaki dengeyi tutturmuş olmanın verdiği o iç rahatlığını, o en derinlere varan serinliği O da duymuş muydu, emin değilim. Ama belli ki annesi daha pek çok kez hatırlatacaktı ona bu hassas konuyu. Hatırlata hatırlata, aldığı bir şeyin hakkını vermekle içte oluşan o muazzam ferahlık arasında elbet bir bağ kurmasını sağlayacaktı kızının. Gün gelip yetişkin bir kız olduğunda adaletsiz kararlar vermeyecekti böylece. Yani en azından ben öyle umuyordum.
Geçmiş günlerden bir gün Sinem adında küçük bir kız parkta koştururken ona da annesi böyle bir hayat dersi vermiş miydi acaba? Sana gülümseyen birine taş atamazdın mesela… Sen de gülerdin. Ya da en küçük bir kötülüğü dokunmamış, bir kez bile görmediğin birine zarar vermeyi aklının ucundan bile geçirmezdin. Çok basit bir kuraldı bu. Ama bir o kadar da hayati… Ya Eray denen o yaramaz oğlana annesi bahsetmiş miydi bunlardan?
Belki de bir annenin adaleti öğretmesi yetmiyordu bir çocuğu adaletli yapmaya. Hayat denen sınavda o soruyu sormuyorlardı. Sorulmaya sorulmaya unutuyordun zamanla konuyu. Zaten kimse de hatırlatmaya falan çalışmıyordu. Çocukluk günlerinden kalma o bembeyaz, karlı yolu kendileri de hatırlamaktan öcü gibi korkuyorlardı çünkü. Yoksa aldıklarıyla verdiklerini kıyaslayan o soyut terazi hüküm sürmeye başlardı yaşamlarında yeniden. Acıtmaktan korkar, utanmaya başlarlardı.
YORUMLAR
Kalem bir gömlek bol geldi bana bu kez. Çünkü kendi kahramanı, baş rol oyuncusu hayatın içinden değilmiş gibiydi. Hiç hata yapmamıştı, hiçbir hatanın ortağı olmamıştı. Böyle miydi sahiden? Bu mümkün müydü? Biz ölümlü fanilerin arasında da böyle insanlar var olabilmiş miydi gerçekten?
Çocukların öğretileri konusunda söylenenlere ise heyecanla katıldım. Yazının o bölümü öyle heyecanlandırdı ki beni, çünkü ben de hep çocuklar diye başlarım. Şu gördüğünüz hırsız, şu karşınızda duran çocuk tecavüzcüsü, şu vatandaşına rağmen cebini şişiren politikacı, eline geçirdiği güçle karşısındakini ezmekten başka şey tasarlayamayan şu idareci, daha ne söylediklerini bile anlamadan sırf amirleri emretti diye halkına biber gazı sıkan şu polis, gözü kör ayağı topal kulağı sağır diye askere gidemediğinden yakınan şu adam, sekizinci çocuğuna hamileyken karlar üzerinde kızakla kaydırılarak hastahaneye ulaşamadan yolda ölen şu Fatma, kandırılıp dağa çıkarılmış sonra da kendi kardeşine kurşun sıkmak zorunda bırakılan Abdo, annesiyle babası ayrılınca yanlış arkadaşlar seçip uyuşturucuya başlayan tolga, matematik öğretmeninin bacaklarına bakarken yakaladığı Ahmet, yukarıki mahalleyle aşağıki mahallenin her zamanki kavga nedeni olan Neşe...
Hepsi bizim o çocukların. Hiçbirini inkar edemeyiz. Ya büyürlerken, ya büyümezden az önce eğer nitelik ırk kimlik anne baba değiştirmedilerse o çocuklar bizim.
Kutladım üzerine söz söyleten yazıyı.