- 1275 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Budala
Her mahlûkat kendini önemsemelidir. Bir hayvansan dahi tavırlarınla ‘asil hayvan’ nişanesini hak edebilirsin. Kendini nasıl pazarlarsan öyle arz görürsün. Kendine saygı duymayan mahlûkatın, saygı talebi son derece mizahi olur. Mahlûkatları kendinize güldürmeyiniz. Zira ben beceremedim.
Adım: Mahmutcan. Orta halli bir beynin bedeniyim. Nöronlarım içkulak iltihabından hallice. Tığ işleyen bıyıklı teyzelerce babama benzetiliyorum. Bunu şiddetle reddedesim var. Oğlunun ismini Mahmutcan koyan bireyle, aynı kozmosta bile yer almam kati suretle intihar sebebidir. (Ki aynı karbondioksiti paylaşıyoruz.) Maalesef, dedesinin fosilleşmiş ismine maruz kalanlardanım. Hayır! İtirazım tek çocuk olmaya. Salakta olsa bir erkek kardeşim olsaydı, hem 20 yaşında hâlâ bakkala gönderilmezdim, hem de soy ağacının her iki yakasından da isim biçilmezdi. İnsanın bir dedesinin ismi Mahmut, diğerinin ki ise Can olur mu? Bu nasıl bir kültür yozlaşmasıdır? Bu nasıl bir ensestliktir? Allah ağacınızı kurutsun emi?
ÇIT ÇIT ÇIT ÇIT ÇETENE DE…
Güne akıllı telefonuma gelen mesajla başlıyorum. Şu mesaj sesini değiştirsem mi ne?
“Ninen elimizde. Yalnız gel. BİR DOST.”
“Ney?..”
Uyku sersemi kafamı sallıyorum ve gözlerimi tekrar telefon ekranına dikiyorum.
“Mine akşam bizde olacak. Yalnız gel. BİR DOST.”
Uykuda benden daha sersem olan birisi yoktur herhalde. Gerçi dostum Dost, uyanıkken de aynı fikri savunuyor.
Bekâr evinin el değmiş nimetleri, oldukça uçsuz doğrusu. Benim için en önemli nimeti Mine’dir. Mine bu diyarın “Üçü bir arada”sıdır: Mila Kunis, Selena Gomez, Adriana Lima. Tam bir “kombo” cidden: Tığ gibi, çekici, mistik, mağrur…
Bugün yaşamak için çok önemli bir sebebim var. Yataktan heyecanla kalkabilirim. Neşeyle banyoya gidip yüzümü yıkıyorum ki, ebeveyn odasında atom bombası patlıyor. Albert Einstein aşkına!.. Takvimler Pazar’ı gösteriyor. İsim terminolojisi erbabı babacığım evde. Güne boşaltımla başlıyor.
Mutfağa geçiyorum.
Allah’tan kahvaltıda -en sevdiğim- kefire doğranmış ekmek var.
ŞAAKKK…
“N’aber Dunkof?”
“Yeter baba ya! ‘Bizimkiler’den beri aynı muhabbet.”
“Sus be kerkenez!”
“Oldu baba, Katil de birazdan gelir.”
ŞANGIIIRRT…
“Aha da geldi!”
“Yok, be salak oğlum! Ninen mideyi bozmuş. Çıkar birazdan.”
“Of anne! Kapıları yok mu bu evin? Ninemin iletildi raporunu duymak zorunda mıyız?”
Dost’un evindeki barkovizyon sinema partisine katılmadan evvel, Bora’nin yanına uğramak istiyorum. Mine ile benim müstakbel aşk yuvamıza, şık bir araç ile gitme hülyalarındayım. Ne de olsa kızlar böyle şeylere bayılır.
Hazırlanıp yola düşüyorum.
Sokakta yürürken, bütün gözler bana bakıyor. Camların arkasında ne afetler, ne dilberler beni gözlüyor, kim bilir. Seyir hissiyle, hareketlerime dikkat ediyorum elbette. Popüler bir insanın, hayran kitlesine karşı sorumlulukları vardır. Müstesna kişiliğimle hepsinin farkındayım. Belki de biraz afaki hareketlerde bulunuyorum. Velhasıl, kimsenin karizmama laf söylemesine müsaade edemem. Yapay ya da realist, havalı yürüyüşüme devam ediyorum. (E o kadar hayranımız var, dedik.) Kafa dik, omuzlar gevşek, gözler kararlı… Ana caddeye çıktığımda, bir otobüs durağının yanından geçiyorum. Durakta da bir otobüs bekliyor. Hiç o yöne bakmıyorum; ama Göz ucuyla camlardaki gölgeleri seçiyorum. Birkaç ceylanın beni süzdüğünü tahmin edersiniz. Ben de öyle yapıyorum. Tahmin ediyorum. Tabii bu durumda, artistik geçişimi tamamlıyorum. Dönüp esrarlı bakışlarımı otobüsün camına çevirdiğimde ise, birkaç uyuyan şahsına münhasır abiyle karşılaşıyorum. Hani ceylan gibi kızlar? Gölgeler her zaman doğru yönde durmaz. İnsanları yanıltırlar. Sorun değil. İstisnai durumlar mevcut olabilir elbette. Ben gururlu yürüyüşüme devam ediyorum. Bir dakika! Yanlış yöne gidiyorum! Bora’nın evi arkada kaldı! İki sokak önce sapmam gerekiyordu! Şimdi birden geri dönmem gerekiyor; ancak aniden geri dönersem, camların ardındaki afetler, ne kadar şapşal olduğumu düşünecek. Ya rabbim! İzlenmek ne zor hadise! Hemen bir formül üretiyorum. Önce biraz duraklayıp, telefona mesaj gelmiş gibi bakıyorum. Sonra -peyderpey- beriye dönüp ilerliyorum. Bu eylemimle, cam ardı afetleri hayal kırıklığına uğratmamış bulunmaktayım. Yaşasın ben!
Sonunda Bora’nın evini buldum.
Bora’nın Annesi:
“Canım, arabanı dikkatli kullan! Akşam seni sağdan-soldan toplamak istemiyorum. Üzme anneciğini.”
İşte 2 farklı ismin, 2 farklı uğurlanması. İsmin Bora, Berke, Tolga falan olursa azar işitme riskin sıfırdır. Veyahut ismin, Rıfkı, Kasım, Baki falan ise durma kaç. Hele hele, ortada Mahmutcan gibi bir paradoks varsa Allah taksiratını affetsin. Boralar hiçbir zaman dayak yemez. Küçük yaşta dahi, “Bunu yapmanı istemiyorum, oraya gitmemelisin, ağlamıyoruz Boracığım, lütfen gelir misin?” gibi hafif imge söylevlerle lütfa nail olursunuz. Mahmutların ise duyacağı tek söylev, “Gel lan buraya, eşek sıpası!” ile sınırlıdır. Ben ailemin “Dunkofu”, Bora ise anneciği, canı, ciğeri, bi’tanesi…
Bora, ben ve RCZ asfaltı ezerek yollanıyoruz. Hemen camı açıp, tek kolumu -7 köyün ağası gibi- dışarıdan sarkıtıyorum. Camların arkasındaki afetler –muhtemelen- çığlık atıp, çılgınca alkış tutuyorlar olsa gerek. İzdivacımdan tavizsiz devam ediyorum tabii ki. Bora’nın spor arabasından da istifade etmeyi başarmış durumdaydım. Spektulum ile akşama kadar vajina kontrolü yapan erkek doğum uzmanı gibiyim: Son derece fırsatçı. Kasık ağrılarından ne yapacağını şaşıran anneler yer; ama ben yemem. Neden onca bölüm varken, doğum uzmanlığı? Alçak fetişler…
Dost bizi kapıda kucaklıyor. Duvarlardaki patlamış mısır kokusu midemi cezbediyor. İçeride Mine ve Mine’nin etrafındaki uzun saçlı et parçaları koyu bir sohbetle vuku durumdalar. Odaya ilk adımımı attığım gibi, bütün hepsinin ilgisini çektiğimden eminim. Gerçi bu yana bakmıyorlar ama eminim ilgilerini çaktırmamaya çalışıyorlardır. (İnşallah!)
Günün filmi “3 Idiots” olarak belirlenmiş. Benim filmim ise Mine. Üç boyutlu, HD kalitesinde ve muazzam…
Filim başlıyor. Kahkahalar havada uçuşmaktalar. Komik olmayan sahnelere bile sürü psikolojisiyle gülüyoruz. Birbirimizi dürtüp, gülmeye teşvik ediyoruz. Bir ara kahkahamla birlikte, ağzımdaki mısırda uçmaya cesaret ediyor. Kalkış izni almayan mısır, haliyle iniş izni de almıyor. Bari limanı Mine olarak seçmeseydin, vicdansız! Sanırım aşkımız burada bitiyor. Bana o klasik sözcükleri sıralayacak; Olmadı, yürümüyor, buraya kadarmış… Beklediğim gibi olmuyor. “Aptal mısın sen?” diye sormakla yetiniyor. Allah’ım beni ıslah et!
Gecenin sonunu, yüzümüzdeki gülmekten kaynaklanacak kırışıklık riskiyle tamamlıyoruz. Tahmin ettiğim gibi Mine RCZ’ye bayılıyor ve eve Bora ile gidiyor. Ben de Dost’a bu evde nerede intihar edildiğini soruyorum. Öyle bir yer yokmuş. Bu gece Şanışer, Canfeza ve Cumali Efrah gecesi…