- 838 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
İNSANLIKTAN İNECEK VAR ŞOFÖR BEY..MÜSAİT BİR YERDE
İNSANLIKTAN İNECEK VAR ŞOFÖR BEY..MÜSAİT BİR YERDE
Haftalardır evimin yan tarafında inşaatı süren apartmanın bir an önce bitmesini istiyorum.Sakın yanlış anlamayın ne sabahın köründe beni en derin uykumdan uyandıran dozer sesleri,ne inşaat ustalarının ibrahim Tatlıses olma özentileri, ne çekiç ne çivi seslerinden muzdarip değilim .En başta biraz bol bol selam söylüyorsunuz inşaat sahibine kulaklarını çınlatıyorsunuz ardı arkasına .Sonra bünyeniz alışıyor bağışıklık kazanıyorsunuz kazma kürek seslerine,gerçi kazmalara alışkınız bunlar her yerde önümüze çıkıveriyorlar market alışverişlerinde , atm sıralarında , hastanelerde otobüs duraklarında
özenle serpiştiriliverilmiş aralara ne denilebilir ki yaa sabır.Metroya henüz sıra gelmedi Allah için henüz rastlamadım şu bizim kazmalara ,yakındır dur bakalım henüz çok yeniyiz bu modern taşıtlara.Büyük bir ciddiyetle binilip büyük bir ciddiyetle iniliyor öyle otobüs minibüsteki gibi bir samimiyet zorunluluğuda yok.
Kardeşim şu bizim para üstü kimin cebine indi,ablacığım şu adamın yanına şıkışıver ne olacak,ya bozuğun yoksa sadakam olsun,şoförden Cem Yılmaza rakip skeçler...Birde yapışık ikiz gibi sırt sırta yolculuklarda unutmamak gerek, bir aile ortamı sıcaklığı ne yalan söyleyeyim dayınızdan görmediğiniz bir sıcaklığı hanzo efendinin sırtınıza sırtını dayadığınızda hissediyorsunuz.Toplum olarak ne kadarda yatkınmışız meğer bir yerlere dayanmaya.Şu kendi ayakları üstünde durmayı bir türlü beceremediğimiz gibi birde duranları da itmek itelemek gibi değişik bir hobinin zevki var içimizde.Metrodan bahsetmişken geçenlerde acele acele merdivelerden çıkıyorum saat oldukça ilerlemiş akşam vakitlerini gösteriyor .Yürüyen merdivenlerin son basamağına yaklaştığımda kendimi özgürlüğe kavuşmuşcasına dışarıya atıyorum.Nede olsa yerin bilmem kaç metre aşağısından yukarıya çıkma sanatını icra ediyorsunuz..Çıkışta ufak , kırmızı ,oldukça eski bir araba . Modeli mi , hiç anlamam ki,park halinde önünde sıralanmış meyve sepetleri gözüme çarpıyor,belli bahçeden toplanmış yaprakları üzerinde yeşil yeşil ,erik, kayısı armut irili ufaklık özenle sıralanmış sepetlere.Yanına uğramadan geçmeniz mümkün değil hafif akşam rüzgarının da getirmiş olduğu taze meyve kokusuna kim hayır diyebilir ki.Benimde ister istemez ayaklarım oraya gidiyor. Kiraz tanelerinden bir iki lezzet denemeleri yaparken sıradaki müşteriden sıranın bana gelmesini bekliyordum ki satıcıya yüksek sesle bağırmasıyla irkiliyorum o anda, ne olduğunu anlamaya çalıyorum."Kardeşim ne kadar yavaşsın yarım saattir iki kilo armudu tartıp ta bir poşete koyamadın".Bir an keyfim kaçsa da hemen tartı aletinin olduğu yere gelip olup bitene bakıyorum.Ne var bunda bu kadar sinirlenecek diye. Satıcının gözümün önünde bir çaba içerisinde olduğuna şahidim çünkü.Satıcının kan ter içine meyveyı tartmaya çalıştığını fark ediyorum ben yardım edip bir an önce asabi müşteriyi yolcu etmek isterken ,satıcının eline doğru uzandığımda parmaklarının olmadığını fark ettim , yüzüm düşüyor bir anda başımı kaldırıp bir daha gözlerine bakamıyorum.Müşteri sadaka gibi bozuk paraları meyvelerin üzerine atıp yanında bulunan sevgilisine sarılıp homurtularla karşı yola geçip gözden kayboluyor ,garibim ağır aksak saçılan paraları toplamaya çalışırken benim kiraz taneleri boğazıma diziliyor.Nihayet Metro kazmasıylada tanışmanın hafifliğine erdim.Gel sen şimdi şu bizim inşaat ustalarını arama .Senin vurduğun yer taşla toprak ustam, bir yürek değil hiç olmazsa ,ne kadar acıtabilir ki vur vurabildiği kadar.
Gülnur Ateşoğlu