- 1487 Okunma
- 4 Yorum
- 0 Beğeni
"" AŞKIMMMM !!!!! ""***
Yürüyorum yolda.. Maşallah çoğunun elinde telefon..Ve bir o kadarı da "Aşkım" diyor karşı tarafa ,duyuyorum..Allah Allah !!! Sanki konuşulanların hepsinin adı AŞKIM...
Aşkım aşağı ,aşkım yukarı..Ne kadar entrasan.ve tuhaf,dikkat çekici.. .Yapmayın !!! Bayanlar,baylar.;. yapmayın.!!. Bu kadar ucuza gitmesin bu üç harf.. O kadar basit ve ucuz mu yaaa..?
Aşkım.!!.Daha dün bir ,bugün iki gün olmuş; birbirinize merhaba diyeli,tanışalı şu veya bu şekilde…hepsi birer çay içmişsinizdir, yaş pasta bir dilim belki yanında...O kadar!!..Ama hitap "Aşkım!"..
Bu kelimeden tiksinir oldum.. O da hep birbirinden etkilenme,basite inmiş kelime alışkanlığı.. Sırf bu yüzden hayatımın anlamı,yaşama gayem ve sevincim olan eşsiz emsalsiz eşime bir kere olsun aşkım diyemedim...Demeyeceğimde.. Çünkü onu her şeyden çok seviyorum,seveceğimde..
Her yerde,her ortamda vara yoğa,yerli yersiz; her şeye bu şekildeki hitap aslında afilenmek,caka, hava cıva işte.. Az ilerde köpeği ile yürüyen hanımefendi’nin hayvan severliği takdire şayan..Ne hoş!!! Ya o da tutup “ aşkım ! “ diye seslenmez mi !!! Ya tamam; eşin,sevgilin,arkadaşın, çocukların aşkın da; ya köpeğin nerden aşkın oluyor anlamıyorum ki.. Yok mu o cici ve cins köpeğin bir adı ki ? Hitap etsen,çağırsan o adı ile .
Aslında tarif ve tanımında çok izahlar,veciz sözler söylene gelmiştir ve bu hep böyle devam edecektir de.. Yıllardır bende inceledim,bir şeyler dedim kendimce..Bir türlü de tanım konusunda da neticeye varamamıştım.. Ta ki çok değerli yazar SUZAN TÜTER MUMCU’nun aşağıda pasajlar halinde vereceğim AŞKIN ESRARI adlı makalesini okuyana dek…
(((((Tam onbir yıl önce, hüzünlü bir sonbahar akşamında, kırk yıllık hayat arkadaşımı, aniden kaybedince, hayatımın ışığı, gözümün nuru söndü bir anda. Karanlık bir boşluğa yuvarlanmaya başladım. Bütün çabalarıma rağmen, aydınlığa ulaşamıyordum………………………………………….
Sonra, adresi belli olmayan ve cevabını hiçbir zaman alamayacağım aşk mektupları, sonra da onunla yaşadığım güzel anıları… Ama beni yakan hasret dinmiyordu bir türlü. Onu görememek, ona dokunamamak, kokusunu, sıcaklığını hissedememek çok acı veriyordu bana.
Fakat bir gün elime geçen bir kitap düşüncelerimi değiştirmeye ve gerçeği görmeme neden oldu aniden. Graham Greene’nin “Zor Tercih” adlı kitabıydı bu. Sarah ile Maurice’in imkânsız aşkıydı konusu ve beni en çok etkileyen bölümü aynen şöyleydi:
Genç kadınla, iki dakika önce birlikte olduğu sevgilisi odadan çıkar çıkmaz, başlayan bir hava bombardımanından, bulundukları ev isabet alır ve delikanlının gittiği yer çöker. O korkunç anda, genç kadın, yaşadığı çaresizlik karşısında, aslında pek de inanmadığı Tanrıya sığınır, dizlerinin üstüne çöküp yalvarmaya başlar.
“İnandır beni” der, “ o yaşarsa sana inanacağım. Ona bir fırsat tanı. Bırak mutluluğuna sahip olsun. Bunu yap inanacağım sana.”
Tanrıyla pazarlığa oturup en çok sevdiğinin yaşaması karşılığında, onu bir daha hiç görmeyeceğine ant içer ve tanrıya, ”insanlar seni bir kere bile görmeden seviyorlar, öyleyse birbirlerini de görmeden sevebilirler” der.
Biraz sonra kapı açılır, kadının öldü zannettiği sevgilisi içeri girer.
Kadın sevdiği adama kavuşmuş ama onu kaybetmiştir.
Ve onun yaşadığını gördüğü anda, biraz önceki pazarlığın ağırlığını fark edip “Keşke ölseydi” der.
Fakat daha sonra, bir insanı görmeden de sevmenin mümkün olduğunu ve aşkın, bir dokunuşa, bir bakışa, bir sese, bir bedene, bir ümide ihtiyacı olmadığını düşünür. Arada bir beden olmadan, bir ruhun, bir başka ruha kendini adamasının aşkı yücelttiğini, gerçekleştirdiğini anlar.
Daha sonra iki sevgili bu konuyla ilgili olarak tartışırlar.
Kadın:
“İnsan sevdiğini görmeyince aşk biter mi? Düşünsene Tanrıyı da hiç görmedik ama onu çok seviyoruz” der.
Adam:
“Ama benim ki o tür bir sevgi değil Sarah”
Tanrıya inancı iyice kuvvetlenmiş olan kadın:
“Belki de başka tür bir sevgi yok maurice, - sevmeye devam edebilmek için onu görmeliyim- demeyecek kadar büyük bir iman, büyük bir bağlılıktır aşk” diye cevap verir………………………………………
Bu kitap sayesinde gözümün önündeki perdenin aralandığını ve içimdeki karanlığın aydınlandığını hissettim. Sevginin bir bedene, bir dokunuşa, bir sese ihtiyacı olmadığını; gerçek aşkın, kâinatın yaratıcısının bir mucizesi olduğuna inanmaya başladım. Beşeri aşktan ilahi aşka doğru bir merhale olduğuna ve cüz-i aşkı tadarak, külli aşka ulaştığımıza emin oldum.
Âdemin Havva’ya, Mevlana’nın Şems’e, Mecnun’un Leyla’ya, Züleyha’nın Yusuf’a olan aşklarını şimdi daha iyi yorumlayabiliyorum. Ve “Yaradılanı sev, yaradandan ötürü” diyen Yunus’a daha çok hak veriyorum.
Kur’an-ı Kerimi, Mesnevi’yi, Divanı Kebir-i, Fihi Mafih’i, “Cübbemin altında Allah’tan başkası yoktur” diyen Cüneyt Bağdadi’yi, “Ene’l Hak” dediği için darağacına gönderilen Hallac-ı Mansur’u, İbn-i Arabî’yi ve kâinatı okuyorum ve anladım ki:
Aşk bir heves, bir macera, bir tutku ve cinsellik değildir. Hele hele bencillik hiç değildir. Kendinden geçiştir, ben değil biz olmaktır. Hatta biz değil bir olmaktır. "Seven benim, sevdiğim de ben " diyebilmek, varlığa aşık olarak onu var edene ulaşabilmek ve onun aşkıyla eriyip yok olabilmektir.
Kainatın sebebi, var oluşumuzun aslıdır aşk. İbni Arabi’nin deyişiyle
Biz aşktan sudur ettik.
Aşk üzerine yaratıldık
Aşka doğru yöneldik
Aşka verdik gönlümüzü.
Gönlünü aşka veren bir insan olarak, aşkı yazmaya uğraşıyorum yıllardır. Ama sonunda anladım ki aşk yazılamaz, aşk anlatılamaz, aşk ancak tadılarak öğrenilir fakat ne yazık ki tadan da tadını tarif edemez. Hz Mevlana’ya sormuşlar “Aşk nedir” diye. “Ben ol da bil” diye cevap vermiş. Ben de acizane olarak “mecnun olanlar anlar” diyorum. Ve sus pus olarak, yanarak, çıldırarak yazmaya devam ediyorum. Dile getiremediklerimi, yüreğimin ateşiyle kor olmuş harflerle ve damarlarımda alev seli gibi akan kanla, kâğıda dökmeye çalışıyorum. Kalem kendi kendine mi yazıyor? Yoksa harfler aralarında birleşerek mi manalanıyor? Bilemiyorum. Ama aşk denilen mucizenin beni yönlendirdiğinden eminim.))))))
Bu makalenin üzerine bir şeyler yazma şansım yok.. Sadece susuyorum.. Umarım yukarıda dile getirdiğim bu konunun uydurmacılarının artık akutlaşmış,dil alışkanlığının esiri olarak hitap ettikleri AŞKIM kelimesinin hakkını vermeleridir..
Aşk; görmeden,temas etmeden hissetmek,tapmak ve yaşamaksa; lütfen bu kelimeyi hak ettiği şeklinde kullanalım.