0
Yorum
0
Beğeni
0,0
Puan
2236
Okunma
Ölüm...
Tüm canlıların tatmakla hükümlü olduğu, kaçınılmaz bir olgu.
Kimine göre son, kimine göre başlangıç...
Her ne kadar insanın doğasında ölümü kabullenip, biraz korkarak biraz da zoraki bir cesaretle, üzerinde durmadan, "yokmuş" gibi davranarak yaşama devam etmeye ve bu doğrultuda hayatımıza anlam katmaya çalışsada, ölümün varlığı tüm gerçekliğiyle karşımızda, dimdik durmakta...
Bilinçaltımızın derinliklerinde bilinmezliğin verdiği tedirginlikle yadsıdığımız "ölüm", itilip kakılarak, zincirleniyor kapalı kapılar ardına...
Bir gün kendini hatırlatıyor ne kadar unutmaya çalışsakta... Belkide o kadar çok hatırlatıyor ki
artık aralanıyor kapı, kaçacak yer kalmıyor...
Ne yapacağımızı şaşırıyoruz önce bu tanıdık yüzle karşılaşınca, sonra da korkumuz yada
yaşama içgüdülerimiz devreye giriyor ve köşeye sıkışmış bir hayvan gibi saldırıyoruz umarsızca...
Bu beklenmedik misafir her kapımızı çaldığında, duyularımız birer birer işlemez oluyor. Görmemeye, bilmemeye başlıyoruz bir süre sonra...
Böylece alışıyoruz ölüme, acılara, kandırılmalara, dayatılanlara. Doğamızı mutasyona uğratıyoruz,
"insanlıktan", "insansılığa" dönüşüyoruz. Duyarsızlaşıyoruz...
Ne bilirsek bilelim, ne görürsek görelim umursamıyoruz. Karanlığın içine doğru çekiliyoruz.
Oysa ufacık bir aydınlık görenler, insan olmanın verdiği bilinçle yaşamaya değer kıldıkları ne varsa, bütünüyle arkasında durarak, artık duyamadığımız ve sıradanlaştırdığımız gerçekleri yüzümüze vura vura ölümü seçiyorlar...
Diğer insanların dudaklarından dökülecek iki kelime için, verilen sözün tutulması için... Yaşamla ölüm arasındaki ince çizgiyi sağlamlaştıracak ve bir canlının çaresizlik içinde verebileceği tek şey olan canını koruyabilecek yegane çaba işte bu kadar basit.
Fakat duyarsızlaşma toplumumuzu öylesine derinden sarsmış, öyle derinden çürütmüş ki yaşama hiçbirşey olmuyormuş gibi devam ediyor umarsızca...
Unutmamamız ya da farkına varmamız gereken çok önemli bir noktayı görmezden geliyoruz...
Ölen ve ölecek olan yalnızca insanlar değil, ruhumuzdan koparılıp alınarak, paramparça edilip yokedilen onurumuzdur aslında...
Korkunç bir karadeliğin tüm gücüyle içine çektiği yüreğimiz DEĞİLMİDİR?...