- 798 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK -1-
KUTSAL TOPRAKLARA YOLCULUK -I-
Halit Özdüzen ( Araştırmacı –Yazar)
BİRİNCİ BÖLÜM
Bindiğimiz Suudi Arabistan Hava Yollarına ait uçak Esenboğa’dan ayrılırken, pencerede Ankara ışık seli gibi altımızdan kaymaktaydı. İçimizde başka yolculuklarda yaşadığım hüznün zerresi yoktu, sanki geçici vatanımızdan, asli vatanımıza doğru yol almaktaydık. Hatta bırakın hüznü, sevinç ve coşkunun gecenin ilerleyen saatlerinde komşu koltuklardaki yolcuların yüzlerine de yansımakta olduğunu gözledim.
Rotamız Medine, orada yedi gün kaldıktan sonra, Mekke’ye geçerek Umre yapacağız. Bu kadar yüksek coşku ve heyecanın sebebi, müminlerin sevgilisi Hz. Muhammed (S.A.V.)’e kavuşma arzusuydu. Yüksek sesle okunan salâvatlarla bu arzu gönülden dile yansımaktaydı. Sevgi birikimi, göz pınarlarımızı harekete geçirmekte gecikmedi…..
Birkaç gün önce elektronik postayla dostlarıma gönderdiğim mesajda, “Umre yolculuğa çıkacağımı belirterek helallik dileyip, dualar istemiştim”. Sağ olsun dostlarım helallik ve dualarını esirgemediler. İçlerinden bazıları dönüşte gözlemlerimi yazarak kendileriyle paylaş-mamı isterken, yazarlık yanında on parmağında on marifet ve çeşitli hünerleri bulunan bir arkadaşım da, “yazdıklarından bir senaryo, belki de bir belgesel materyali çıkarırız” diyerek yazmamı özellikle istedi .Böylece yolculuğa çıkmadan önce ibadetlerim yanında, bu misyonu da yerine getirmeye karar verdim. Yolculuğun manevi boyutunun tamamını kâğıda dökebilmek imkânsız, haliyle bir bölümünü kendi özelime arşivledim. Ancak görüp yaşadıklarım ve gözlemlerimin önemli bölümünü sizlerle paylaşacağım..
Uçağın kaptan pilotunun “Beyefendiler ve Hanımefendiler” hitabıyla başlayan Arapça olarak yaptığı konuşması uzadıkça uzadı. 350-400 yolcudan benim gibi aradaki bazı sözcükleri anlayanların dışında, çoğunluk Türk olduğu için kimse pek bir şey anlamıyordu. Sanırım kaptanın da anlaşılmakla ilgili bir kaygısı yoktu. Belli ki eline aldığı metni protokol gereği okumaktaydı. Uzun konuşmadan anladığım kutsal yörelerin özelliğinin yanında, Suudi Arabistan’ın yönetimsel propagandası da yapılmaktaydı. Kaptanın sözleri bittikten sonra, bir başkasının üç dört cümlelik Türkçe ile yolcuları selamlaması, kaptanın sözlerinden sıkılıp uykuya dalmak üzere olan yolcuların ancak bir kısmını uyarabildi.
Uluslararası yolculuklarda genel uygulamanın ne olduğunu bilmediğim için kaptanın Arapça bilmeyen yolculara neden Arapça hitap ettiğini anlayamadığım gibi, konuşmanın bu kadar neden uzun tutulduğunu da anlamakta zorlandım. Acaba koltuklara takılacak kulaklıklarla anında tercüme yapılarak, konuşmalar neden yolcuların anlayacağı lisana tercüme edilerek aktarılmaz? Ben bunlara takılıp kafa yorarken Türkçe konuşan ses bir müd-det sonra, “Antalya’nın üzerinde olduğumuz” anonsunu yaptı.
Antalya görmeyeli ne kadar da büyümüş, sanırım yakında bir metropol kente dönüşür. Ankara’da yaşadığımız ışık seli, bu kez de Antalya semalarında yaşanmaya başladı. Uçak Türkiye’yi arkasına alarak, mavi Akdeniz’in gece karasıyla yıkanan sularına üzerine doğru ilerlerken sevinç ve coşkumuz daha da yükselmeye başlamıştı.
Araları ticari gayeyle iyice daraltılarak fazla koltuk ilave edildiğinden, uçağın koltukları rahat değildi. Bereket yol fazla uzak olmadığı ve amaç kutsal olduğu için katlanacaktık. Koltuğumu hafif yatırarak gideceğimiz Medine şehrini düşünmeye koyuldum Seyahat öncesi derse çalıştığım coğrafya ve tarihi mekanlar hayalimde bir bir canlanmaya başladı…
MEDİNE COĞRAFYASI
Hz Resulullah Esbabına şöyle buyurur :"Ben rüyada Mekke’den hurmalıkları bol olan bir şehre hicret ettiğimi gördüm; Yemame ya da Hecer olduğunu düşünmüştüm, meğer Medine imiş." (Buharî, Menakıbu’l-Ensar, 45)
Arap Yarımadasının batısında yer alan eski adı “Yesrib” olan Medine-i Münevvere Kızıl-deniz sahiline yaklaşık 200, güneyindeki Mekke şehrine 430 km. kadar mesafededir, geniş bir düzlük üzerine kurulmuş olan şehir, deniz seviyesinden ortalama 600 m. yüksekliktedir. Medine’nin kuzey ve güneyini dağlar çevrelerken, doğu ve batısı ise volkanik lav akın-tılarının oluşturduğu bazalt tabakası ile çevrilmiştir. Şehir ve çevresi su kaynakları bakımın-dan zengin sayılır . Ancak kuyu sularının bir kısmına yer katmanlarındaki kimyasalların karışmasından dolayı, hafif acımtırak olduğundan içmeye elverişli değildir. Bu nedenle içme suyu daha güneydeki kuyulardan sağlanmaktadır. Son yıllarda şehrin artan su ihtiyacı çok uzaktan borularla taşınmaya başlanmıştır. İçilmeyen su kuyuları da sulama suyu olarak faydalanılmaktadır. Medine yöresine yakın bazı şehirlerde kullanma suyu olarak Kızılde -nizden yeterince arıtılmamış hafif tuzlu sular da kullanılmaktadır. Meteorolojik verilere göre, Medine’nin en soğuk ayı olan Aralık ayında gündüz ısı ortalaması 14-15 ,en sıcak ay olan Temmuz’da ortalama 35 derece olarak ölçülmüştür.
Medine’nin isimlerinden “Yesrib”,târihî kaynaklara göre Amâlika kavminden, Medîne’ye ilk yer-leşen şahsın ismi olduğundan, o tarihten sonra bu isimle anılmıştır. Serb kökünden türeyen Yesrib ke-limesi, dil bilimcilere göre “zarar vermek, karıştırmak, kötülemek, bozmak, fesatlık" gibi anlamlara gelmektedir . Şehrin adı olarak Kur’an’da yalnızca bir yerde geçmektedir. Peygamberimiz, halkın Yes-rib demelerini hoş karşılamadığından, Medine/“medeniyet şehri” ismini vermiştir, Yesrib ismini Mekkeli müşriklerin bu şehirde yaşayanları horlamak için kullanmış olabileceklerini de akla getirmektedir. Resullullah Efendimiz bu ismi asla kullanmamış ve Hicretinde ismini değişti-rerek de orada yaşayanları da önemli bir sıkıntıdan kurtarmıştır.
Yaşayan halkı, zorlama ve tazyik olmadan İslâm’ı tebliğ yoluyla kabul etmelerinden dolayı, "Kur’an’la fethedildiği" için bu hicret yurdu, Hz. Nebiyi Zişan tarafından "harem" kılınmıştır. Böylece İslam Mekke ile beraber ikinci hareme sahip olmuştur. Bilindiği gibi harem kutsal şehir olup, haram aylarda ve ihramlıyken orada kendiliğinden biten otları dahi koparmak ve avlanmak yasaktır. Kaynaklarında Medine isminin yanında, Tayyibe Dârülîmân, Resûl-i Ekrem’e nispetle Medînetürresûl ,Medînetünnebî ve el-Medînetü’l-Münevvere isimleri kullanılmıştır. Bu isimlerden bir bölümü günümüzde de kullanılmaktadır.
Medine’nin coğrafyasını düşünürken, uçaktaki garsonlar hummalı bir faaliyetle yemek servisine başladılar. Daha sonra da uçağın hoparlörlerinden Türkçe olarak “Kahire üzerin-den uçtuğumuz” bildirildi. Uzun yıllardan beri hep Kahire’yi merak etmişimdir, pencereye doğru yöneldiğimde koskoca bir şehrin ışıkları ile karşı karşıya kaldım. Biraz sonra uçağımız çok geniş bir meydanın üzerinde uçmaya başladı. Sanırım orası “Tahrir Meydanıydı, dört bir yandan geniş yollar meydana bağlanmaktaydı. On km yukarıdan da olsa Arap Baharının yaşandığı önemli mekânlardan birini görebilmiştik. Nil’in çevresi ve yerini fark edemediğimiz piramitlerde altımızdaydı. Kahire semalarından uzun bir müddet sonra ayrılabildik. Yemekten sonra yeniden Medine’yi düşünmeye başladım.
MEDİNE TARİHİ
Önce de belirttiğim gibi uzun yıllar “Yesrip” adını taşıyan şehre ilk yerleşimin ne zaman gerçekleştiği yönünde tatmin edici kesin bir bilgi bulunmamakla beraber, şehrin ortaya çıkışıyla birlikte, bölgede üç topluluğun tarih sahnesinde belirdiği görülmektedir. Amâlika, Yahudiler ve daha sonra Yemen’den gelen Arap , Evs ve Hazrec kabileleri. Bunlardan Amâ-lika’nın bölgeye gelen ilk kavim olduğu görüşü ağırlık kazanmaktadır,
Uzun yıllar küçük bir kasaba olarak varlığını sürdüren şehrin, yerleşim birimi olarak geliş-mesinde Yahudi olan Benî Kaynuka, Benî Nadir ve Benî Kurayza isimli kabilelerin önemli rolü bulunmaktadır. Bu kabilelerin .M. 1. yy Kudüs merkezli Yahudi devletini tarih sahnesinden silen Roma İmparatorluğu saldırıları sırasında ülkelerini terk ederek Yesrib’e yerleşen topluluklar olduğu sanılmaktadır.
Yahudiler sanat, ticaret ve tarım alanlarında uğraşılar sergileyerek, aralarındaki güçlü dayanışma ile kısa sürede şehrin hâkimiyetini ele geçirirler. Daha sonra V.yüzyıl civarında Yemen’den gelen Evs ve Hazrec kabilelerinin şehre yerleşmek istedikleri görülür. Sayıları kalabalık bu iki kabileyi kabullenmek istemeyen Yahudilerle gelenler arasında önemli çatışmalar yaşanırsa da sonunda onlar da yerleşirler. VI. yy’dan itibaren Evs ve Hazrec kabileleri Yesrip’deki siyasi hâkimiyeti ele geçirirler. Azınlıkta kalan ancak önemli kapital ve geniş tarım alanlarını ellerinde bulunduran Yahudileri kışkırtmasıyla iki kabile arasında yüzlerce cenk yaşanır. Bu çatışmalarda hayatları yaşanmaz konuma gelen kabileler için Mekke’de doğan İslâm ve onun peygamberi Hz. Muhammed(S.A.S.) tutunacak can simidi olur.
Yesrip o dönemin su yollarının dışında kurulan şehirlerin tipik özelliklerini taşımaktaydı. Şehir, yolların iki kenarına dizilen kerpiçten yapılan evlerden meydana gelmişti. Akraba evlerinin birbirine bitişik ve bazıları da kümeleşerek mahalleleri oluşturmaktaydı. Evlerin dışındaki küçük bahçeleri birbirinden ayıran çit, çalılık ve alçak duvarlar bulunurdu. Şehrin dış kesiminde ise zengin Yahudilerin oturduğu taştan yapılmış kale gibi sağlam üç katlı malikaneler vardı, evlerin büyüklüğü ailenin ekonomik güç ve sosyal statülerinin dışa yansımasıydı. Tarımsal üretime oldukça elverişli olan toprakları Hz. Muhammed (S.A.V)’le beraber ekonominin gelişmesinde önemli etken olduğu gibi, Mekke’den göçerek ticaretle uğraşan muhacirlerin de katkısıyla şehir kısa sürede yörenin önemli bir ticaret merkezi olmuştur.
Hazrec ve Evs kabilelerinden Kabe’yi tavafa gidenleri, Hz. Peygamberin çağrısını can kulakları ile dinleyip İslam şemsiyesinin altına girdiler. Bir sonraki sene yakınlarını da getirerek Hazreti Peygamber ve İslam’la tanıştırdılar. İslam’ı kabullenen Yesripli Müslümanlar, Hz. Muhammed’le Akabe’de biatleştiler. Biatleşme sonrasında Yesriplilerin talebi üzerine ashabından Hz. Mu’sab (r.a)’ı Kur’an ve İslami öğretmek üzere onlarla beraber göndermiştir. Hz. Musab’ın yaptığı çalışmalar sonucunda iki kabile mensupları arasında da İslam’a katılımlar olur. Bir yıl sonra Yesrib’li 73 Müslüman hacca gelirler. Hacca gelen Hazreç ve Evs mensupları Mekke kuzeyinde Hz. Nebiyi Zişanla yeniden biatleşerek, O’nu şehirlerine davet ederler. İslam tarihinde bunun adına “II. Akabe Biatı” denilmektedir. (Biat, bir ilke veya ilkeler adına bir insanla anlaşıp onunla her konuda işbirliği yaparak, o ilkeleri yaşatıp kalıcı kılmak üzere yapılır.) Bu davetçiler arasında Medine yakınında bir köy olan Kuba’dan da Müslümanlar bulunmaktaydı. …
Uçağın hoparlörlerinden kafileye katılan hocaların sohbet anonsu duyuldu. 10 dakikalığına kaptan pilottan izin aldıklarını ve Medine hakkında konuşma yapacaklarını belirttiler. Çünkü “daha uzun süreli konuşma uçağın güç kaynaklarını zayıflatmaktaymış (!)”. Kaptanın birkaç on dakika yaptığı sıkıcı konuşma güç kaynaklarını zayıflatmadı da, bizimkilerin konuşması mı zayıflatacaktı! Ne diyelim uçağın sorumluları böyle söylüyorsa bizlere de inanmaktan başka bir şey düşmez(!) Kur’an tilavetiyle başlayan sohbet tekbir ve salavatlarla devam etti. Arkasından bizimle beraber aynı uçakta seyahat eden kafilenin başkanı Bala müftüsü Hz. Peygamber ve Medine hakkında kısa fakat doyurucu bir konuşma yaparak, sohbeti dua ile tamamladı.
Servis garsonundan çay alarak yudumlarken yeniden Medine’nin tarihine döndüm.
HİCRET YURDU MEDİNEYE DOĞRU
Miladi 622 yılı insanlığın ve İslam’ın dönüm noktası olmuştur. Mekkeli müşrikler kendilerine önemli bir problem olarak gördükleri İslam’ı nasıl ortadan kaldırabileceklerini kararlaştırmak üzere şehir yönetim meclisinde büyük bir katılımla toplanırlar. Toplantıda İslam’ı sonlandırmak için Hz. Muhammed (S.A.V.)’i katletmeye karar verirler. Olayın aileler arası kan davasına dönüşmesi için de cinayeti her kabileden seçilen bir genç aynı anda işleyecekti. Böylece Hz. Peygamberin mensubu bulunduğu Haşimoğulları bir kabileye karşı kan davası güdemeyecekti.
Mekkelilerin kararından Hz. Ebubekir’i haberdar eden Resulullah, Medine’ye hicrete karar verir. Katliamın yapılacağı gece, yatağına Hz. Ali’nin yatarak gelenleri oyalamasını ister. Yatsı namazından sonra Hz. Ebubekir’le beraber evden ayrılırlar. O sırada gözcüler evin çevresinde gece yarısını beklemektedir. Hz. Peygamber, yerden bir avuç toprak alarak onların bulunduğu tarafa atar. Daha sonra Yüce Allah Kur’an’da bu olayı anlatırken “…Sen atmadın ben attım” diyerek, onlarla beraber olduğunu belirtecektir. Müşrik gençler evden ayrılanları göremezler. Mekke’nin dışına çıktıklarında Medine’nin tam aksi istikametinde ilerleyerek, Bedir Dağındaki mağaraya yönelirler. Bu davranışları Hz. Peygamber’in düşünsel yeteneğini ve zeka üstünlüğünü göstermesi bakımından üzerinde durulması gereken önemli bir olaydır.
Sağı solu arayan Mekkeli müşrikler Sevr Dağına çıkıp mağaraya yöneldiklerinde, Yüce Rabbimiz onları başka mucizelerle destekleyerek ellerinden kurtaracaktı. Her yeri arar bulamazlar, sanki yer yarılmışta içine girmişlerdir. Böylece üç günün sonunda ümitleri bitince bir gece vakti iki kutlu yolcu gündüzleri istirahat ederek, geceleri yol alıp Medine’ye doğru yola çıkarlar. O toprakları görenler bilir, uçsuz bucaksız volkanik kayalardan oluşan oldukça verimsiz topraklardır. Nereden su ve azık buldular, o arazide geceleri nasıl ilerlediler anlamak oldukça zordur, fakat Hz. Nebiyi Zişan daha önce kervan ticareti ile uğraşmış olmasının kendilerine kolaylık sağladığını düşünebiliriz. Kuba’ya vardıklarında belki de açlık ve susuzluktan bitap düşmüşlerdi. Yola çıktıklarını Medineli Müslümanlar haber almış, onları karşılamaya Kuba’ya gelmişlerdi..
Kuba Diye Kutlu Bir Köy
Hz. Muhammed Kureyşli müşriklerin elinin Yesrib’e kadar uzanacağını bilmekteydi. Ayrıca şehirde Yahudilerin önemli bir gücü olduğu gibi, kavgalı Evs ve Hazreç kabilelerindeki Müslüman olanların sayısı da ancak birkaç yüz kişi civarındaydı. Kubalılar istediği kadar misafir kalabileceklerini bildirip, gelenlere evlerini ve gönüllerini açınca Hz. Resulullah bir müddet orada kalmaya karar verdi. Birkaç gün içerisinde Hz. Ali ve Hz. Ömer kafilesi de gelerek Kuba’da onlara katıldı. Daha önce gelen öncülerle Kuba’da katılanlar artık Hz. Peygamberi müşriklerden koruyabilirlerdi. Hz. Muhammed (S.A.V) Yesrib’e hareket etmeyerek bir yandan Evs ve Hazreçlileri barıştırmak için onlara heyetler göndererek aralarında sulh sağlamaya çalışırken, bir yandan da Kuba’da sürekli kalabileceklerini göz önüne alarak bir mescit inşaasına girişir.
Müslümanların yaptığı ilk mescid olarak tarihe geçen Kuba Mescidini Yüce Allah (C.C) Kur’an’da “Ta ki ilk günde takva üzerine kurulan mescit elbette içinde namaza durmaya daha uygundur. ”( Tövbe 9/107) diyerek yüceltmiştir. Amr b. Avm oğullarının hurma kurutma yerinde yapılan mescit o günün şartlarına göre büyük sayılırdı. 32x32 metre ebadında 9 metre yüksekliğindeki mescid, kaynaklara göre tavanı 21 Hurma kütüğünde oluşan direkler taşımaktaydı, tavanına da hurma dallarıyla kaplanmış,yerlere de hurma dalından yapılmış hasırları serilmişti. İlk mescit olması yanında Müslümanların barınma yeri olarak da işlev görmekteydi. Ayrıca Evs ve Hazreç kabilelerinin barıştırıldığı mekan olma yanında , tarihi “Medine Sözleşmesi”nin alt yapısı da bu mescidde oluştu .
Hz. Peygamber ve yanındakiler Kuba’da 14 gün kaldıktan sonra, sürekli kalacağı Medine’ye doğru hareket ettiler. O gün Cuma idi, yolda hazırladıkları bir namazgahta Hz. Resulullah Cuma Hutbesini okuyarak, ilk Cuma Namazını kıldırdı. İlk hutbeyle İslam topluluğunun bağımsızlığı ilan edilmiş oldu. Daha sonra orada “Cuma Mescidi” inşa edilecektir.
Medine’ye vardıklarında devesinin çöktüğü ilk yer mescit yeri olma yanında, oraya Hz. Peygamberin evinin yapılması kararlaştırılarak ikinci gün ilk kazma vuruldu. O arsada inşaat devam ederken, Müslümanlar namazlarını da orada kılıyorlardı. Fakat Medine Mescidi bitinceye kadar her cuma Kuba Mescidine giderek Cuma namazlarını kıldılar. Medine Mescidi Kuba mescidinden çok daha büyük ve çok daha görkemliydi, ancak Kuba Mescidi Hz. Resulullah ve yakın ashabının hep gönlünde yaşadı. Hatta her Cumartesi günü sabah namazını evinde kıldıktan sonra Kuba’ya giderek oranın insanına ve Kuba Mescidine vefa örneği sergiledi. Hadis ravilerine göre Hz. Peygamberin“ Cumartesi günü Kuba Mescidinde kılınacak iki rekat namazın sevabının bir Umre sevabına denk olacağını “buyurduğu rivayet edilmiştir. Bu sünnet ve geleneği yaşatmak, Cumartesi günü Medine civarında bulunan her Müslümanın görevi olmalıdır.
Medine Sözleşmesi
Medine vesikası olarak da bilinen sözleşme, başlangıçta Yesripli Evs ve Hazrec kabilelerinden, Müslümanlarla Müslüman olmayanların uyacakları hukuku belirlemek için oluşturulduysa da, daha sonra Yahudi ve Pagan (başka inanç grubu) ların da iştirakiyle tam bir anayasaya dönüştü. Müslümanların dışındakiler Hz. Muhammed (S.A.V.)’in Müslümanların temsilcisi ve lideri olduğunu tescil ettiler. Anlaşmanın amacı, insanların hangi din ve etnik gruba dahil olurlarsa olsunlar bir arada barış içinde yaşamasını sağlamaktı.
Pek çok araştırmacının tespitlerine göre, 47 maddeden oluşan Medine Sözleşmesi ,Müslü-man olmayanlar, Müslümanların hukuk ve inançlarına saygı gösterirken, Müslümanlar da diğer toplulukların inanç ve hukukuna karışmayacaklardı Anlaşma Medine’de barış ortamının sağlamış olması bakımımdan oldukça önemlidir. Daha önce birbiriyle savaşan Evs ve Hazrec kabilelerinin tamamına yakını sulh zamanında İslam’ı kabul etmiştir. Medine Sözleşmesi tarihin yazılı ilk çok kapsamlı “Anayasa”sı olması bakımından da önemlidir.
Böylece Hz. Nebiyi Zişanın liderliğinde ilk İslam devletine doğru hızlı adımlar atılırken Medine’de İslamın ilk başşehri oluyordu... Bundan sonra Medine tarihi İslam tarihinin ana gövdesi olacaktı. Hz. Peygamberin yaptığı ilk icraat bir Mekkeli muhacirle , Medineli Ensarı kardeş ilan etmek oldu. Kardeşler kendi aralarında sosyo- kültürel ve ekonomik her türlü dayanışmayı sağladılar. Yüce Allah Kur’an’da şu müjdeyi indirdi: “ Muhâcirlerle Ensârdan ilk önce, İslâmiyeti kabul ile başkalarını geçenler ve onlara ihsân ile tâbi olanlar var ya, Allah, onlardan râzı oldu. Onlar da Allahtan râzı oldular. Onlar için, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları Cennetler hazırladı. İşte bu, en büyük bir kurtuluştur.” (Tevbe 9/ 100 ) Böylece Medine sulh, sükun ve huzur yurdu oldu. Resûl-i Ekrem, "Hz. İbrahim Mekke’yi harem yaptığı gibi ben de Medine’yi Harem yaptım" sözleriyle şehri Harem olarak ilân etmiştir.
Uçaktaki görevliler kemerlerimizi bağlamamızı bildirdi, çok geçmeden pilotun yankılanan sözleri yolcuları heyecanlandırdı, “Şu anda Medine’nin üzerindeyiz, biraz sonra uçağın sol tarafında oturanlar pencerelerden Mescidi Nebi’yi görebilecekler” dedi. O an gerçekten şanslı olduğumuzu anladım, uçağın kaptanına göre sol tarafında ve pencerenin önündeydik. Bir kaç saniye geçmişti ki, o muazzam yapı bütün heybetiyle belirmeye başladı sanki pırlantadan bir gerdanlık gibi Medine şehrinin boynuna asılmış, ışıl ışıl parlıyordu. Salavat sesleri dalga dalga yükselerek tüm uçağı kapladı. Artık uyuklayanlarda uyanmıştı ne gaflet ne de uyku kalmıştı; şükürler olsun artık Medine’deydik…
Medine’de İlk Sabah
Çok şükür her şey yolundaydı. Türkiye’den selam gönderen arkadaş, dost, akraba ve elektronik posta arkadaşlarım bir bir gözlerimin önünde canlanmaya başladı. Pilot alçalmak için Medine üzerinde turlama safhasına girdi, her tur atışında penceremizden kaybolan Mescid-i Nebi daha sora büyümüş olarak yeniden belirmekteydi.. Sonunda uçağın tekerleri yerle buluştu ve biraz ilerledikten sonra durdu. O an ortalığı tekbir sesleri kapladı. Arap pilot hoparlörden son konuşmasını yaptı ama, bu seferki oldukça kısaydı. Arkasından Türkçe bilen yardımcı, Medine’ye sağ salim geldiğimiz için Rabbimize hamdederek yolculara hayırlı ziyaretler dileyip, bizimle vedalaştı. Yolcularda sevinç ve coşkulu bir hareketlilik başladı. İnsanlar kendini bir an önce uçaktan Medine atmosferine atmaya çabalıyordu. Görevliler müdahale ederek kargaşayı önlediler. Derken kapı açılarak yolcular iniş körüğüne doğru ilerlemeye başladı. Sonlarda olduğumuz için uçaktan inişimiz birkaç dakikamızı aldı. Ancak o dakikalar bana saatler gibi geldi. Nihayet biz de o kutlu şehrin toprağına ayak basmıştık. Uçaktan indiğimizde Sabah Ezanı okunmaya başlamıştı, bana o an sevgiliye kavuşmanın müjdecisi gibi geldi. O güzel ses gecenin karanlığını yararak dalga dalga semaya yükselirken bizler meydan otobüsüne doğru ilerliyorduk.
Uçağa binmeden hareket saatine baktığımızda,” inşallah sabah namazını Medine’de Mescid-i Nebide kılarız” diye düşünmüştük, galiba arzumuz gerçek olacaktı. Temennimi bizi çıkış terminaline taşıyan otobüste yol arkadaşlarımızdan birine söylediğimde “ keşke dedi, ancak sen Suudi polisi ve gümrüğünü tanımıyorsun iki saatte çıkabilirsek çok iyi “dedi, birden içimdeki neşe hüzne dönüştü, ama ümidimi kaybetmedim. Pasaport kontrol noktasına geldiğimizde bütün bankoların görevlilerce doldurulup işlemlerin hızla yürüdüğünü görünce içim ferahladı, on dakika sonra valizimizi alarak gümrük kontrol noktasına gelmiştik. Görevliler jet hızıyla valizleri geçirdiklerinde çıkış kapısında sağlık görevlileri aşı kağıtlarımızı da kontrol etiler; işlemin tamamı çeyrek saatte bitmişti. Valizleri sürükleyerek, bizi otelimize götürecek otobüslere doğru yöneldik. Daha önce gelmiş olanlar oldukça şaşkındı; rüyada mıyız acaba diyenler oldu? Ezan ve havaalanı kontrolü Hz. Resulullah’ın bize hoş geldiniz hediyesi gibiydi…
Otobüsümüz şehre doğru yol alırken,kafilemizi yeni bir heyecan dalgası kapladı. Havaalanı ile otel arası 20 km.lik mesafeydi, ancak yol bir türlü bitmek bilmiyordu. Dakikalar saatler gibi uzamaya başladı. Kafile görevlileri otelimizin mescide oldukça yakın olduğunu söyleyince, sanki yüreğime serin bir su serpildi. Otele varmak üzeri iken ikinci bir ezan okundu; meğer ilk ezan vaktin girdiğini belirtirken ikinci ezan sabah ezanıymış
Otele vardığımızda müeezzin kamet getirmekteydi, artık İmama yetişemeyeceğimizi anlamıştık. Araçtan indiğimizde otelimizin Ravza ile karşı karşıya olduğunu görmek bende yeni bir heyecan yarattı. Kapı kartlarını alarak hızlı bir şekilde odamıza yöneldik. Eşime en seri şekilde abdest alıp mescide koşacağımızı söyledim. Mescidin bahçesine yöneldiğimizde Mescid-i Nebi bütün ihtişamıyla karşımızdaydı. O an Urfalı Şair Nabi’nin dizelerini hatırladım.”Sakın terk-i edepten kuy-ı mahbubu Hüdadır bu / Nazargah-ı İlahidir Makam-ı Mustafa’dır bu “ Resulullah’a Fatiha okuyarak Mescide yöneldiğimizde İmam selam vererek namazı bitirdi. Olsun daha namaz için vakit vardı; İmamla olmasada Mescid-i Nebi’de sabah namazını kılacaktık ya…
Namazdan ilk çıkanlara hanımların namaz kıldıkları yeri sorduğumda kuzeyde uzak bir yeri işaret etiler, birkaç kapı geçtikse de oraya erişemedik,fakat zaman hızla eriyordu. Avluda bir kapının yanındaki minare ayağının çıkıntısının ardında arka arkaya namaza durmak zorunda kaldık… Tahiyyata oturduğumuzda yanımızdan geçenlerin biraz hayret ve biraz da tepkili bakışlarını anlamakta zorlandım. Meğerse kadınların kendi kapılarının dışındaki avlularda namaz kılmaları kesinlikle yasakmış, bilmeden o yasağı delmiş olduk. Sonraki günlerde Mekke’de eşimi gecenin geç saatlerinde Beytü’l Harem’in en üst terasına çıkararak, yine bilmeden bir başka yasağı daha ihlal edecektik. Neyse ki her ikisinde de görevlilerle karşılaşmadık.
Namaz bittiğinde daha fazla tepki çekmemek için hızla duamızı yaparak, Hz. Nebiyi Zişanı ziyaret için Bab-ı Selam kapısına doğru yöneldik, oradaki görevliler hanımı işaret ederek “ Bab-ı Nisa”/hanımlar kapısına diyerek bizi uzaklaştırdılar. Yapılacak bir şey yoktu, ne de olsa daha yeniydik, sora sora kuralları öğrenecektik. Bulunduğumuz yönden Mescidin tamamını görmek mümkün değildi, görebildiğim kadarıyla oldukça görkemli ve heybetli bir yapı olmasına rağmen mütevazi bir görünümü vardı. Eşim bir kenarda beklerken içeriye yönelip,bir müddet iç mekanı inceledim. İçerisi de Hz. Peygamberin mizacını yansıtıyordu, heybetli fakat mütevazi… Dışarıya çıkıp, eşimle güney avluya yöneldiğimizde yeşil kubbe bütün ihtişamıyla bizi bekliyordu. İçerden ziyaret mümkün olmadı ama dışarıdan ziyarete engel yoktu. İlerleyip türbenin tam karşısına geldiğimizde Fatiha okuyarak selam verince, yapmam gereken görevi hatırladım; selam gönderenlerin selamını iletecektim; ancak ne gezer hiç kimsenin ismi ve cismini hatırlayamadım. Ama “Sana Türkiye’deki tüm müminlerin selamını getirdim Ya Resulullah” diyebildim. Arkasından da gözlerimden uzun süreden beri akmayan yaşlar boşanmaya başladı….
Eşim ezberinden Ya-Sin suresini okuyabiliyordu, daha sureyi bitirmeden iki görevli başı-mızda peyda oldu. Türbeyi göstererek, selat memnu / namaz yasak” diyerek bize güneyi (kıbleyi) /Kabe’yi işaret ettiler. Oldukça şaşırmıştık, içerisinde bulunduğum duygular o anda onlara anlayacakları dilden cevap vermeye müsait değildi; “na salat, Kur’an dua, selavat” dedimse de kurulmuş makine gibiydiler. El kol işareti yaparak “haydi yallah “gibi kelimelerle resmen bizi Hz. Resulullah’ın huzurundan kovuyorlardı. Eşim dalaşma dercesine koluma girerek beni karşılarından uzaklaştırmaya çalıştı, oradan ayrılırken yüksek sesle “ Siz bizi kovamazsınız” dedim. Sesimi duyan çevredeki birkaç Türk ziyaretçi beni teselli etmeye çalıştılar. Ancak görevlilerin tepkisine rağmen eğilerek Hz. Resulullah (S.A.V.) ı selamlayıp oradan ayrılarak otele doğru yöneldik. Mescidin avlusundan çıkarken dönüp bir kere daha türbeye baktım; güneşin ilk ışıkları oraya vurarak, oradan da çevredeki müminlerin yüzlerini aydınlatmaktaydı….
Birinci bölümün sonu
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.