- 553 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
MUSTAFA CEYLAN İLE RÖPORTAJ
MUSTAFA CEYLAN İLE RÖPORTAJ
Soru : (1 ve 4 Birleştirilerek )Şiir nedir ? Tanımlanabilir mi ?
-Şiir, şair adı verilen kişinin ürettiği ses-söz ve mısralardan oluşan bir üretimidir. Yeryüzüne ne kadar şair gelmişse ve daha ne kadar da gelecekse o kadar tarifi olan, fakat hiç birisinin tam olarak tarif edemediği; üretiminden de asla vaz geçmediği sonsuzluğa kadar sürecek bir sevdanın adıdır. Şair, şiir isimli o muhteşem sevgiliye vurgundur. Koşar peşinde bir ömür. Kimi zaman saçlarının rüzgârında savrulur, kimi zaman teninin ateşinde kavrulur; tutamaz ellerinden, bakakalır göz bebeklerine ve mısralardan meydana gelen dizlerine kapanır da göklere yükselir, feryadı figanı... Tam yakaladım dediği anda, bir de bakmış ki, şiir isimli o mükemmel sevgili kendisinden kilometre uzağa gidivermiştir. Bu bakımdan şiir, manevi babam Ahmet Tufan Şentürk’ ün deyimiyle "gök kuşağı gibidir." Ne yakalayabilir, ne tutar, ne altından geçebilirsin. Görürsün, bilirsin, hissedersin ama o senin olamaz.
-Bir üretim demiştik. Bu üretimin ana malzemesi harfler ve kelimelerdir. Bir beton üretimini kum, çimento ve sudan meydana getirebilirsiniz. O betondan yaptığınız binayı büyük bir deprem yerle bir edebilir. Ya ürettiğiniz şiir ? Harflerden-kelimelerden-cümlelerden oluşan üretim bir "nesir" olsa kolaydır. Giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini kurar ve ana fikri satır satır dokursunuz, olur, biter. Ama ya şiir ? Şiir öyle mi ? Sonra, şiiriniz en azından beton bir bina kadar ömürlü olabilecek ve hem kendini hem de şairini ayakta tutabilecek mi ? Peki, tarifini yapamadığın, yaptım dediğin anda senden kaçan ve her insana göre değişen bu üretime nasıl güveneceksin ?
-O zaman, şiirin çeşitli kişilerce yapılmış tariflerini ele alarak biraz daha üretimimize yaklaşmaya, gök kuşağının en azından o tarif edenlerin dillerinden yansıyan renklerini görmeye gayret etmek gerekmez mi ? O kadar çok kişi tarif etmiş ki; aslında kimse de tam olarak tarif edememiş...
-Önce söz vardı. Atalarımız Orta Asya’ da sözlü edebiyatın-özellikle şiirin çok güzel örneklerini verdiler. Ağıtları, türküleri, koçaklamaları, güzellemeler ve DESTAN’ ları vb. ağızdan ağıza, dilden dile şiirin o "aksiyoner ve nakledici-taşıyıcı" özelliğinden istifade ederek günümüze kadar getirdiler Dede Korkut’ u, Alper Tunga’ yı, Ergenekon’ u, Deli Dumrul’ u, Ahmet Yesevi’ yi, vb...
-Söz varken, güzel söz söylemek, özlü ve ezberlerde taşınması kolay, unutulmayan, iz bırakan, kalıcı söz söylemek esastı. Ve şiir, efsunkâr yapısıyla güzelliğin, sevginin, anıların, zamanın, ufkun ve özlemlerin ifadesiydi. KONUŞULAN DİL, içinde yaşanılan toplumun her ferdinin anlayabildiği ve yaşattığı dil, şiirin esas unsuru olarak kendini ilk insandan beri korumuş ve sonsuza değin de koruyacaktır.
-Söz insandan... Söz insana... İnsan, alemin bir çekirdeği... Hem alem var içinde, hem alemin içinde insan... Sözümden hiç bir şey anlamayan insan ve toplum, benim sözümden nasıl etkilensin ? Ve benim sözümü gelecek çağlara niye taşısın ki ? Sözlerinizle dağı, taşı, kuşu anlatabilirsiniz; ancak sözlerinizi onlara anlatırsanız ezberlerinde taşımazlar, bağırıp çağırmazsanız da etkilenmezler. Ancak, bir KAYDEDİCİ olmalı ki, insan da AKIL-BELLEK ve GÖNÜL vardır, banta alıverir etkilendiği sözlerinizi... Toplumun ve bireylerin FREKANSIYLA UYUŞMAYAN sözlerinizi toplum ve insan belleğine nakşedip geleceğe taşımaz, taşıyamaz. Ve siz de gelecek te yaşayamazsınız.
-Dedik ya, ÜRETİMİNİZ SAĞLAM OLMALI. Zamana dayanmalı... İşte sebebi bu... Zamanı yenmeli şiir dediğin... Hem sonra, dünya kurulduğu günden beri nice güzeller, nice uzun boylular, nice güzel sözlüler, nice güçlüler, krallar, hakanlar, sultanlar, zenginler, fakirler gelip geçmiştir. Tutun bir insanı sorun ona, deyin ki, "bana geçmişten-maziden-tarihten 50 yada 100 isim say bakalım." O insan size mutlaka ya tarihe mal olmuş isimleri ya da peygamberler, veliler, evliyalar, erenler ve ŞAİRLERİ sayacaktır. Zengini, uzun boyluyu, çok çirkini, çok güçlüyü saymayacaktır. Şu halde, UNUTULMAZ’ lar arasına şairinin adını katan bir SÖZ SULTANI vardır, bir zaman galibi vardır ki, o şiirdir.
-Söz uçar... Kağıt gibi, yaprak gibi... Peki sözlü edebiyat döneminde, yazının- kâğıdın hükümranlığından önceki dönemde; ışıktan kanatlarıyla uça uça bugüne kadar mısralarını ve şairini taşıyan söz kuşuna ne demeli ? Bugün bunca teknik imkâna rağmen ŞİİRİYLE GÖNÜLLERDE TAHT KURUP, BELLEKLERDE İZ BIRAKAMAYAN VE GELECEĞE KALAMAYAN Şaire ben şair mi derim ? Demem elbette !...
-Sonra yazı... Evet yazı geldi... İyi ki geldi... İşi kolaylaştı ŞAİR’ in... Bu sefer, şiirini yazdı kâğıtlara, duvarlara, yapraklara ve gene İNSANLARA SUNDU... Söz uçar, yazı kalırmış diyerek; başladı mı şair şiirini yazmaya...
-Başladı mı yazılı edebiyat dönemi... Önce varak-yapraklar; SONRA CÜZLER, SONRA CÖNKLER...Ardından KİTAPLAR... Milyarlarca şair, milyarlarca yaprak doldurdu şiir diye... Ama bugüne İZ BIRAKANLAR-KALICI OLANLAR-HAS ŞİİRLER geldi... Ötekiler, kütüphanelerde, mahzun ve kederli... Ötekiler unutulanlar arasında...
-Yazıyla birlikte ŞİİR isimli o efsunkâr sevgili de işlevini geliştirdi. Ama hep DİL-ANA DİL esasını korudu. İşlev olarak ne mi yaptı ? Gene insanı merkezde tuttu... Cephelerde çarpıştı askerlerle... Düğünlerde oynadı sazlarla... Ölümlerde ağladı "ağıtçı kadınlarla"... Çöllere düştü Mecnun oldu, dağları deldi Ferhat’ ın kazmasıyla... Sevgiliye ulaşmak için çırpındı durdu... Gurbet mektubu oldu... Zamanı paylaştı günle-güneşle- takvimle... Gün oldu, gece oldu, yerin altına girdi, göğün dokuz kat üstüne çıktı... Tekkeleri gezdi, ney oldu üflendi, silah oldu patladı. Yiğit oldu Çamlıbel’e otağ kurdu, bitimsiz öykü oldu ibret veren, ders veren yol gösteren... Bağ-bahçe-dağ oldu; martı oldu, deniz oldu, yol oldu, çıkmaz sokakta bastı feryadı... Kahkaha oldu, göz yaşı oldu...
-Yazıyla birlikte, fotoğraf çeker gibi manzara çizdi, ya da içimizin girdabına dalıp ruh istiridyemizdeki inciyi çıkardı. Anlaşılmaz oldu kimi zaman, ya da öyle algılandı, sonra peşinde bizi koşturup gül goncası gülücükler savurdu. Şarkı oldu, marş oldu, ezgi oldu dillerde. Tellerin arasından fısıldadı yüreklere...Çocukların bayram törenlerinde yapıştı ellerine, dillerine... Evimiz, işimiz, eşimiz, aşımız, aşkımız oldu... Ama hep şiir kaldı... Hep şiir...
-Yazıyla birlikte, giyinmesi, süslenmesi bile değişti... Sesi bir başka boyuta ulaştı. Teni, boyu, gövdesi değişti... Arada bir Ana Dil dışına çıkıp, evrensel olmaya başladı. Açtı melek kanatlarını sınırların ötesine ulaştı. Ötelere varmak özlemiyle taaa o ilk günden beri kıvranıp duruyordu zaten, hedefine ulaştı... Ulaştı da, şimdi gülüp durmada bizim gibi sevdalılarının perişan hallerine... Getirdiği Yunus’la, Karacaoğlan-Emrah-Pir Sultan-Dadaloğlu-Köroğlu’ yla bir altın zincir uzattı önümüze, nefesiniz yetiyorsa bu zincire bir halka olun dedi, tebessüm ediverdi...
-Yazıyla birlikte karıştı ortalık... Ama şiir karışmadı asla... O’ nun uğruna oldu her şey... Şiir duyguların harmanı mı, yoksa gerçeğin aynası mı ? Hayal mi, hakikat mi ? Hayır hayır... Hem ikisi, hem de değil... Evrensel mi, yerel mi ? Hem ikisi, hem değil... Kimi şairle kol kolayken, yanak yanağa iken heceli,kafiyeli, kalıplı durdu. Kimi şairle dudak dudağa iken yıktı kalıplarını, attı giysilerini; üryan gezmeye başladı. Tutabilene aşk olsun... Onun aşkıyla "akımlar" oluştu, gruplar, siteler meydana geldi... Onun sevdasıyla ihtilâller oldu kafalarda, gönüllerde, ülkelerde.... Ne cahil dinledi, ne okumuş.. Ne makam tanıdı, ne ünvan... Ne yaş tanıdı, ne zaman-mekân...
-ŞİMDİ SAYGIDEĞER KARDEŞİM, kısaca özetlemeye çalıştığım bu ŞİİR’ HAKKINDA şiir nedir ve tanımlanabilir mi diye soruyorsun. Gel, sen çık bakalım işin içinden...
-O zaman en iyisi mi, ZEFERE TERSİNDEN DE GİDİLİR diyerek, ŞİİR NE DEĞİLDİR ? Diye bir soru soralım ve onu cevaplamaya çalışayım. Olmaz mı ?
-Şiir, bir kere şekil itibariyle, duruşuyla, fiziki yapısıyla NESİR değildir.
-Şiir, HAMAL değildir. Her sözcüğü ve boş- kelime yığınlarını taşımaz. O’ nun tarifi mümkün olmayan bir inceliği, bir güzelliği ve tutkusu vardır.
-Şiir, sadece renkleri, şekilleri ve objeleri üzerinde taşıyan bir fotoğraf veya RESİM değildir. Onun sözcüklerden oluşan resminde NABIZ ATIŞI ve YÜREĞİ vardır.
-Şiir olmasaydı MÜZİK de olmazdı. Şiir, sadece ŞARKI SÖZÜ de değildir. Şarkıları doğuran bestecinin Gönül anahtarı şiirdir.
-Şiir, ahlâksız ve seviyesiz değildir. Bayağılaşmaz. Kendini ayaklar altına atmaz...
-Şiir, saçmalık değildir.
-Şiir, sanat yapayım diye kıvranmaz. Kendisi sanattır.
-Şiir, toplumla ve insanlarla kavgalı değildir. Hedefi gönül tahtına oturmaktır.
-Şiir, ruhsuz değildir.
Soru : 2- İmge Konusu
Cevap : Bu konuda benden önce söyleşi yaptığınız ASIM YAPICI hocaya aynen katılıyorum.
Soru : 3-MECAZ konusu
Cevap :
Soru 5: Şair olanı değil olması gerekeni yazmalı diyor Veysel ÇOLAK. Bu konudaki düşünceleriniz ?
Cevap : Bu sorunuzu bir fıkra ile cevaplayayım. Ünlü bir ressamın büyük bir galeride resim sergisi varmış.Bütün tabloların altında fiyatları yazılı. Ancak, en pahalı tablo’ n un önünde sergiyi gezenlerin dikkatini çeken bir husus olmuş ve yığılma olunca ressam kalabalığın arasına girmiş. Sormuş ?
-Bu en pahalı tablomun önünde neden fazla duruyorsunuz ? Neden birikiyorsunuz ki ?
Oradan bir vatandaş atılmış;
-Üstad, bu tablo bomboş. Hiç bir resim yok. Üstelik en pahalı tablonuz da bu ? Bu ne demek ?
Ressam gülerek cevap vermiş;
-Demek öyle ha ?
Adam, yinelemiş ?
-Ne var bunda. Bomboş işta...
Ressam;
-Bu tabloda bir ağaç var, bir adam, bir tavşan ve bir tilki, var. Görmüyor musun ? Bu çok ödül ALMIŞ BİR ÇALIŞMAMDIR..
Adam;
-Hani üstad ne ağaç var, ne adam, ne tavşan, ne tilki... Nerdeler ? Nerdeler ? Demiş
Ressam
-Önce tilki tavşanı boğazladığı gibi götürdü. Sonra da adam ağacı kökünden kesip götürdü. Elbette sen göremezsin. Çünkü gerçeği görmek için, hayal etmesini de bilen bir göze ihtiyaç var dostum." demiş. Ve kalabalık oradan dağılmış.
Bunu niye anlattım ? Şunun için : Bakmakla görmek konusu için...Bakmak, yani bakan şair, fotoğraf çeken, ne varsa sadece onu görendir, onu anlatandır. Gören ise, nedenleri, niçinleri sorgulayıp gönül gözü açık olarak olması gerekenleri ortaya koyan ve o resme yüreğini nakış nakış işleyendir. Güzel herkese de güzeldir, amma benim sevdiğim güzel farklıdır arkadaş... Hadise bu... Ben işte bu noktada üstad Veysel ÇOLAK’ a katılıyorum... Ancak, olması gerekeni yazmanın bir yolu da olmaması gerekeni yazmaktır. Taşlama-hiciv ve mizah şiirimiz de oradan doğmuştur, öyle değil mi ? Bu hususu da dikkatlerden uzak tutmamalıdır.
Soru : 6 Şiirle ilgili son olarak düşünceleriniz nelerdir ?
Cevap 6:
2000’li yıllarda özellikle Türk Şiirinin bir ATILIM yapmasını yürekten istiyorum. Gayri şu vezin konuları, serbest ve hece tartışmaları, büyük harf, küçük harf yazma tartışmaları son bulsun istiyorum. Bütün hepsinin harmanlandığı ama güzel dilimizi şahane bir şekilde işleyen, el atılmadık, işlenmemiş daha ne konular ve güzel söylemler, ses benzerlikleri var... O kadar çok ki...
Önümüzdeki 5 veya 10 yıl içinde elektronik yayıncılığın hızına ayak uydurmalıyız ve şiir kitapları döneminin belki de sona ereceğini, elektronik kitapların geleceğini göz önünden ırak tutmamalı ve şiirimizi ona göre hazır etmeliyiz.
YORUMLAR
Önce bizlere Mustafa Ceylan Şair Beyefendiyi yakından tanıttığınız için şahsım adına teşekkür ederim.
Daha sonra şiir adına vermiş olduğunuz bilgiler için teşekkür ederim.
Sn. Şairim. Diyorsunuz ki; elektronik yayıncılık geldi, şiir kitapları sona erdi veya erecek. Çok haklısınız. Çünkü bir yayınevi sahibiyle görüşmemde, aynen bana şunları söyledi.
" Artık Türkiye Şiir kitabı almıyor."
Neden?
"Çünkü internet yayıncılığı diye bir şey var."
Beyefendi, yemek kitaplarında da, araba satışlarında, ev ilanlarında da internet yayıncılığı var.
İnternetin bize tek faydası, OKUMA ALIŞKANLIĞIMIZI ARTTIRMASIDIR.
Karpuz kaliteli olursa, 2 km. öte de bile olsa gider alırız. Karpuzu da sahibi internetten satmaz olur biter.
Saygıyla efendim.