Türkçe Olimpiyatlarına Gidiyoruz 2
İkramlar dağıtılıyor. Kahve-çay makinesi arızalı olunca geriye kalan soğuk su ve kola tarzı.
“Sanırsam 2 veya 3 yıl önce cola yerine ayran içmenin daha iyi olacağı, kolada sağlığa yararlı bir şey olmadığı ve sadece asit türevlerinden üretildiği… Kimya bilmesem de doğruydu galiba. Hatun hemşire olunca bu konular onun emrine bakardı bizim evde. Bizim eve de misafire ikram haricinde kola bulunmaz pek. Nedense kola (ister cocacola ister pepsi ister turka olsun) milletimizin bir kültürü olmaya başladı. Düşünüyorum da çocukluğumu kolayla tanışmam nasıl olmuştu? Özal döneminde, galiba serbest piyasa ekonomisine geçince… Sofralarımızdaki hoşaf (ayva,vişne,şeftali,erik,armud, dut vb(bunların geneline ben Osmanlı şerbeti diyorum. Her ne kadar tam olarak karşılamasa da)) türü içeceklerin yerini kırsal ve taşrada oturanlar için haftada bir olan pazarlardan yavaş yavaş soframıza gelen kola, kentlerde daha çabuk hükümdar oldu sofralara. İlk başlarda milli hislerde Turka’da karar kılan irademiz, sonradan yavaş yavaş ayrana ve meyve sularına yöneldi. Dayım, elmacılık yaptığı için ekseri döküntü denilen elmalar (çürük, kuş yeniği ve küçük kalmış elmalar) Meysu’ya verilirdi. Ne zaman bir restoran ve lokantada meyve suyu istesem o yüzden pek içesim gelmez. Çünkü diğer elmaları derme ve toplama ve paketlemede gösterilen özen Meysu’ya verilenler için gösterilmezdi. Genelde bir elma ağacının altında toplanan Meysu elmaları yaklaşık orada en az 1 ay olmak üzere kalırdı. Kemirgen, domuz, solucan, kurt vb hayvanatın etkisine açık bir alanda.
İkramlarda Uludağ limonatayı görünce sevinesim geldi. Hanımın benden çok sevindiğini belirtmeme gerek yok. Gazeteyi karıştırırken günlük siyasi haberlerin dışında yazarın ismi dilimin uçunda olsa da çıkmıyor. Taraklı konulu bir yazı okudum. Taraklı, reklamlarını izlediyseniz Mümkünlü diye tanıtılan küçük bir kasabaymış. Yazar Taraklı’yı Bolu’ya bağlı bir kasaba veya belde olarak yazınca, bir Bolu’lu olarak düşündüm. Ya hu nerde bu Taraklı? Çünkü öyle bir yer bildiğimi de duyduğumu da hatırlamıyorum. Yazara gelecek itiraz ve düzeltme mesaj ve telefonlarını düşününce yandı kereta dedim. Çünkü bu tür konular bizim toplumumuz için önemli.(bir sonraki hafta veya ondan sonraki hafta da yazar bu konu hakkında tekrar bir yazı yazmış:) çekirge işte…Neyse, reklamlardaki Mümkünlü’nün aslının Taraklı, Taraklı’nın da Sakarya’ya bağlı olduğunu öğrenmiş olduk.
Tabii ki ben bunları okur ve limonatamı bitmemesi için az az yudumlarken, kulaklıktan gelen Kuran seslerini bir vakit melodi niyetine dinlemiş oldum. Bir Estağfirullah çekerek hem Kuran’a verdim ilgimi hem de uyuyabilirsem uyuyayım dedim. Rahman süresinin neler anlattığını düşündüm bir hayli, sonra Kıyamet süresiyle dünyanın sonunu ve bu sona doğru yaklaşan insanlığın ve kendimin ne halde olduğunu, Cuma süresinde Cuma namazının Hakk katındaki değerinin nedenli büyük olduğunu bir hayli tefekkür etme fırsatım oldu. Tövbe süresini sadece ismi ile tefekkür edebildim. Galiba bir de Fetih süresi vardı değil mi akıllı telefonda. Fetih süresi denince aklıma her nedence bizim “İzaca enasrullahi..”diye bildiğimiz Nasr süresi gelir aklıma. Yanlış hatırlıyorsam düzeltin lütfen, bu sürenin tasavvufi tefsirinde peygamberimizin vefatının da haber verildiğini okumuştum bir kitapta.
Tam olarak meali aklımda mı, bakalım.
“İzaca enasrullahi ve feth”. Estağfirullah.. sürenin devamı gelmiyor dilime iyi mi? He… “Veraeytannase yedhulune fidinillahi efveca. Fesebbih bihamdi rabbüke vestağfirhu innehü kane tevvaba”
Allah’ın yardımı geldiği zaman. Ve insanlar fevc fevc islama girdikleri vakit. Tüm eksiklerden münezzeh olan Rabbini tesbih et, hamd et, istiğfarda bulun ve tövbe et.”
Elbette bunları düşünürken birden telefon çalarsa birden dünyevileşirsiniz.
İç ses -Mübarek dedim ne kadar çok arayanın var senin, mübarek insan bana gelen telefon sayısı seninkinin üçte biri ya vardır ya yoktur. Akıllı telefonmuş…Akıllı olsa zamanlı zamansız ötmez. İnsanların en hayırlısı hanımına karşı en anlayışlı olandır mealinde bir hadis varken isterseniz sesinizi yükseltin! Vallahi billahi tallahi iman ediyor da bu hadise aykırı davrandığımız zamanlar oluyorsa, hem maddi, hem de manevi belaların üstünüze yağacağınızdan emin olabilirsiniz.
Bu yazıyı Türkçe olimpiyatlarından yaklaşık on gün sonra temize çekince, otobüste uyuyup uyuyamadığımı hatırlamıyorum. Hanıma sordum. Otobüste uyudum mu? Uyumadın, diyor. Eğer uyumadıysam, kesin gözü açık uyumuş olmalıyım. Ya da ikimizde uyuduk.
Bolu dağı, Higwayy alışveriş merkezinin karşısındaki dinlenme tesislerinden birinde ihtiyaç molası verdik. . .
Gözlüklü abi… Sesleniyor…
-Herkes bir tas çorba içsin, çorbalar şirketten…sadece bir tas… ve biraz hızlı hareket edersek vakit sıkıntısı çekmeyiz İstanbul’da.
Tren vagonu gibi sıraya girdik.. çorbaları almaya başladık. Birkaç abi masalara oturdu tam kaşığını uzatmış ki çorbaya…
İkinci abi sesleniyor…
-Abiler siz ne yapıyorsunuz… herkes otobüse acele…
Gözlüklü abi ile ikinci abi biraz hararetli hararetli konuşuyor… Biz çorba kuyruğundayız bu arada.
İç ses: Dakikanın kaç olduğu malum değil. Ağabeyler birbirine girdi. Gözlüklü abi sağ kroşesinden ikinci abi ustalıkla kaçtı. Kelebek gibi uçmaya başladı. Arı gibi iğnesini batırmasını beklerken kilolu abinin kükreyişiyle gözler o yana döndü…
Çorba kuyruğundan çıkıyoruz… otobüse yöneldik…Masaların arasından menderes ırmağı gibi kıvrılıyoruz… Erden çorbasını alan insanlar son yudumlarını içmede…Kilolu ağabeyi o ara gözden kaçırdım. Büyük ihtimal çorbasını içmeden kalkmamıştır masadan…
-Güleryüzlü abiye eski abi takılıyor.. orta masaların birinde çorbasını kaşıklıyor…Yine dört ayak üstüne düştün mübarek.. Bu içtiğin çorbaların hesabını nasıl vereceksin?. İç iç afiyet olsun!
Otobüse bindik… Şoför yok…Çorba içiyormuş…
Elhamdülillah, bizim yerimize de içsin…
Hanım birini soruyor…
Şu adam kim, Mola boyunca bir kenarda devamlı bir şeyler okudu.
(Birinci abiden bahsediyor…)
Okur okur diyorum, okumazsa zaten tahtı devrilir…
-sen ne okudun, diye bana soruyor…
*ne okuyayım mübarek…görmedin mi olanları… Lailaheillallah, estağfirullah çektim bolca… Ben sana dememiş miydim. Aksiliklere hazırlıklı ol diye. Ve unutma daha İstanbul’a bile girmedik…
-Ne aksiliği diyor…
Anlıyorum ki o ara, iç ve dış sesleri birbirine karıştırmışım..
Tabii ki mola boyunca otobüsün yanında tüttüren hayal mayal yüzlerini tanıdığım ama kendilerini tanımadığım insanlar var. Çorbayı içseydim bir selam verirdim ya…
Anadolu yakasında bir yurtta öğle namazı kılınacak ve yemek yenecek…Otobüsün önlerinde iki üç abi hararetli hararetli telefonla konuşuyor. Sonra otobüs yol kenarına çekiliyor. Birkaç kişi akıllı telefonlarından harita bilgilerine bakıyor. Yol güzergahı konusunda tahminler çoğalmaya başladı.
İkinci abi birkaç kişiye siz daha önce buralarda görev yapmadınız mı diyor. Yolu bilmiyor musunuz? Sonra telefonla konuşanların sayısı en son hatırladığım 5 veya 6’ya çıkmıştı. Nihayet 1de karar kılındı. O bölgede öğretmenlik yapmış biri telefondan ve hafızasının derinlerinden aldığı bilgileri şoför beye aktarıyor…Yanılmıyorsam biraz dolandık çevrede… Sonra yoldan iki genç arabaya bindi…onlar yolu tarif ediyor…ben o iki gençin yurtta kalan öğrencilerden olduğunu düşünürken iki genç 10*15 dakika sonra bir yerde otobüsten iniyor… Yerde İkinci abiye parmakla bir bina gösteriyorlar galiba…
İç ses: Lailaheillallah Lailaheillallah….La havle vela kuvvete…
Hava sıcak, arka koltuklarda sesler yükselmeye başladı… Kulağımda kulaklık olduğu için tam anlayamıyorum…Ne dinliyorsun diye sormayın.. Bilmiyorum…
Sonunda nihayet…Otobüsten iniyoruz…alt kata yemekhaneye iniyoruz. Bu arada Gözlüklü abinin telefonunun sarjı bitmiş… sarj aleti arıyor…
Lavabolarda elini yüzünü yıkayan yemek kuyruğunda… Bizim tayfadan eşiyle gelmiş abiyle hanımları bir masayı gösterdikten sonra sıraya giriyoruz…
Menü: Çorba, Pilav, Tatlı, su… ve sulu yemek…
Bismillahirrahmanirahiym….
O arada eşiyle gelmiş abiye birinci abiyi işaret ediyorum. Birinci abi masaları, sandalyeleri, duvarları, pencereleri inceliyor… Rabbim kolaylık versin diyorum. Amin diyor abi de… İşi zor valla diyor. Tatlı sevmediğimi biliyor ya, Besmele çekerek tatlımı alıyor önümden… Ya hu bunların parası bizim verdiklerimizden mi yoksa cemaat şirketinden mi ki diye soruyorum abiye… Eğer bizim verdiğimiz paralardan ise tatlı parasını peşin alırım derken tatlı kayboluyor tabaktan… Elhamdülillah diyor abi… Hanımlar da kendi içlerinde muhabbeti koyultmuşlar, masamıza iki aile daha oturmuştu…
-Ak saçlı abi abdest tazelemek isteyen ve almak isteyenler ikinci kata diyor.
Gözlüklü abi sesleniyor o arada..
-Abiler, öğle namazlarını ikinci katta abdest aldıktan sonra son kattaki salonda kılacağız..
İkinci kata çıkıyoruz.. Abdestimizi aldıktan sonra bekliyoruz…
-Eşiyle gelen abi- hadi yukarıya çıkalım, diyor…
-Bekle abi…Nasılsa tekrar indirirler…
-Niye …
-İkinci abinin duyurusu gelmedi
….
Yurttaki görevlilerden biri, birinci abiyle konuşuyor…
-Sizi üst kattaki salona alalım diyor.
Abi şöyle bir etrafına bakıyor…
-İsterseniz koltukları çekersek burada da kılabilirsiniz ama biraz sıkışık olur …
Derken…
-Büyük koltuğu eşiyle gelen abiyle duvar kenarına kaydırmıştık bile
-Tekli koltuklarda üst duvar dibine çekilince.
Allahuekber
.
.
.
Esselamünaleykümverağmatüllah…