- 1344 Okunma
- 4 Yorum
- 2 Beğeni
Kaos tanrıları
Dizlerimi karnıma çekip büzüldüm. Ellerimle yanaklarımı sıkıştırdım. Tırnaklarım derime batarken gözlerimin dehşetten büyüdüğünü hissettim. Avlu kapısını tekmeleyerek içeriye giren vandallar loş karanlıkta korkunç görünüyorlardı.
’Ah ne korkunç gece, tanrım bunlar nasıl yaratıklar.’ diye mırıldandım.
Kıvrıldığım köşede kapı veya bir çatlak olmasını istedim.Bu ucube yaratıklardan kaçmam gerekiyordu. Korkudan titriyor çığlık atamıyordum. Kalbim yerinden fırlayacakmış gibiydi. Avluya giren adamların hafif karanlıkta elbiseleri tuhaf görünüyordu.Kırmızı dar pantolon, üzerine giydikleri yeşil elbiseler, bellerinde deri kalın kemerler, turuncu pelerinleri ve başlarına geçirdikleri dikenli kasklarıyla upuzun dev adamlar kendi aralarında konuşuyorlardı.
Katatoni olmuş gibiydim. Öyle bakıyordum. Burası benim evimdi ve bu insanların evimde ne işleri vardı. Buraya neden gelmişlerdi, ne istiyorlardı benden. Bütün bunları düşünürken üç numara kazıttığım kafamı kollarımın arasında saklamaya çalıştım. Ne kadar öyle durduğumu bilmiyorum. Acayip bir gök gürlemesi vardı. Büyük bir gürültüyle avlunun ortasına bir ışık hüzmesi düştü. İyice köşeme çekildim. Şimşek ışığında beni görmelerini istemiyordum. Nefesim durmuş gibiydi. Yine de kollarımın arasından kırık kapıya doğru bakmaya başladım. Tanrım bu neydi şimdi. Küçük avludan eser yoktu. Bu nasıl olabilirdi. Aniden bu küçük avlu nasıl kocaman bir hana dönüşmüştü.
Bir rüyanın içinde olmayı diledim. Tırnaklarımla saçsız kafamda çizikler oluşturdum. Parmaklarımdan sızan kan bunun bir rüya olmadığını gösteriyordu. Her taraf taşlık, demirden kapılar ve hanın orta yerinde simsiyah masalar vardı.
Bütün bu gürültülerin içinde han kapısı gıcırdayarak açıldı. Ellerinde kalın halat, halatın ucunda elleri bağlanmış yüz üstü sürükledikleri bir kadın vardı. Onlara benzemiyordu. Her tarafı kan içindeydi. İnleyerek latince bir şeyler söylüyordu.’Accipe meum caput’. Durmadan bunu tekrarlıyordu.
Korkudan daha çok büzüldüm. Kimse beni fark etmeden kaçmalıyım diye düşündüm. Dizlerimin üstünde bir böcek gibi pencere tarafına geçmeye çalıştım. Duvarlar hiç bitmiyordu. Bu kadar uzun süründüğümü hiç hatırlamıyorum. Nihayet köşedeki pencereye ulaştım. Pencerenin önündeki geniş kolonun arkasına saklandım. Avlu içi kalabalıklaşmaya başlamıştı. Kalabalığın içinde yerde uzanan kadını göremiyordum.Kolonun arkasındaki pencereyi gürültü yapmadan açmaya çalıştım. Pencere açıldı ama dışarıda demir korkulukları vardı. Korkulukların arasından gök yüzüne baktım. Gökyüzü karanlıkta bir ateş topuna dönüşmüştü. Gözüm bayırların çok aşağısında kalan şehre takıldı. Şehir yanıyordu. Her tarafı dumanlar sarmıştı. Hıçkıra hıçkıra ağlamak istiyordum. Yeniden yere çömeldim. Başımı dizlerime koyup gözyaşlarımı içime akıttım.
Sanırım uyudum. Veya uyumak istedim. Beynim uyuşmuş gibiydi. Her taraf sessizleşmişti. Bunun nasıl olabileceğini düşündüm. İçimden dua ettim, bu acayip insanların evimi terk etmelerini istedim. Yine eskisi gibi erik çiçeklerinin avluda açtığını seyretmek istiyordum. Bayırlardan aşağıya koşmak, kendi rüzgarımı hissetmek istiyordum. Bütün bunların bir kabus olmasını diledim.
Her yanım uyuşmuştu. Ayaklarım karıncalaşmış kan dolaşımım durmuş gibiydi. Yerlerde sürükledikleri kadını merak ediyordum. Usulca başımı kolonun arkasından uzatıp salona baktım. Hiçbir şey görmüyordum. Bu vandallar nereye gitmişti. Vandal olup olmadıklarını da doğrusu bilmiyordum. Salonda çıt yoktu. Olduğum yerden yavaşça kalkarak kan dolaşımımı hızlandırmak istedim. Çok korkmama rağmen bunu yaptım. Birkaç adım atmıştım ki aniden bir ışık yansıması belirdi. Kendimi yere atıp yeniden sürünerek kolonun arkasına geçtim.
Merakımı yenemedim. Salonun orta yerindeki yuvarlak masaya yansıyan ışığa bakmaya başladım. Işık bir slayt gösterisi gibi açılıp kapanıyordu. Her açılıp kapanmada korkunç kareler gözümün önünden geçiyordu. Kadını masanın üstüne yatırmışlardı. Bütün kılcal damarlarından kan sızıyordu. Ağzında tek bir kelime çıkıyordu. Ne anlama geldiğini bilmiyordum. Bu işkenceye daha fazla bakamadım olduğum yere yığılarak bayıldım.
Kendime geldiğimde göğsümden aşağıya süzülen kanı fark ettim. Bir an algımı kaybetsem de upuzun dalgalı saçlı kadını merak ediyordum. Usulca başımı kolonun arkasından uzattım. Dehşete düşmüştüm. Sadece masada kadının kesilmiş kafası ve periyodik açılıp kapanan ışık vardı.
Kendimi öyle çok kaptırdım ki ışığa istem dışı parmaklarımı bir sağa bir sola kaydırmaya başladım. Birden ışık yüzüme yansıdı. Masadaki kadının başı gözlerimin merceğine kadar girmişti. Upuzun saçları ve koyu mavi gözleriyle bütünleşmiş, büyülenmiştim. Birden korkumun geçtiğini hissettim. Belki de uyuşmuştum ve hissetmiyordum. O anda saklanma ihtiyacı hissetmedim. Durduğum yerden ayrılarak masaya doğru yürümeye başladım. Işık benimle hareket ediyordu. Masaya çıkarak kadının başını avuçlarımın arasına aldım. Capcanlı duruyordu. Masa yavaşça dönmeye başladı. Üzerimdeki giysileri çıkardım. Çırılçıplak kalmıştım. Masa hızlı dönüyordu. Kollarımı yana açarak dengede durmaya çalıştıysam da kustum, alabildiğine dönen masada kustum.
Ne kadar döndüğümü hatırlamıyorum. Dengem bozulmuştu. Işık yoktu. Her taraf karanlıktı. Masaya yığılmamla han ışıklarının açılması bir oldu. Çevreme bakmaya çalıştım. Kimseler yoktu. Kadının kafası da yoktu. Ellerimle başımı tutarak dengede durmaya çalıştım. Parmaklarımın arasından saçlar döküldü.
lacivertiğnedenlik
YORUMLAR
senden çok sıradan yazılar beklemiyorum-doğru ama bir seri yazı için bunun devamında neler göreceğimizi de merak etmiyor değilim.ama o kadının, vandalların aydınlanacağını umuyorum tabi..
bu arada tam yedi defa "büzüldüm" kelimesini kullanmışsın, bilmiyorum bilinçli mi ama biraz benim gözüme battı. :)