- 697 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
SeSsiZ Yap ReSmiNi
Geçen her gün ölmek gibi geliyordu Piere. Sessizce oturmuş hayatını düşünüyordu. Uyanmıştı, gözlerini tekrar kapadı fakat bu kez uyumak için değildi. Geçmişe gitmek istiyordu. Her gözlerini kapattığında aynı şeyi görüyordu. Gördüğü şey hem acı hem de sevinç doluydu.
Soğuk kış günlerinden biriydi. Pier, işten atılmıştı uzun zamandır da çalışmıyordu. Kış çok sert olduğundan birçok insan Pier gibi mağdur olmuştu. Bir akşamüstü evde otururken kapı çaldı. Pier karısına seslendi:’kapı çalıyor, açar mısın?’.Karısı kapıyı açtı, gelen ev sahibiydi. Pieri çağırmasını söyledi. Pier kapıya geldi. Ev sahibi kirayı uzun zamandır geciktirdiklerini veremezlerse çıkmak zorunda olduklarını söyledi. İkisinin de yapacak bir şeyi yoktu. Ev sahibi 2 gün süre verdi. İkinci günün sabahı yanlarına sadece giyeceklerinin olduğu bir valiz alıp evi terk ettiler. Pek eşyaları yoktu bu yüzden almadılar, alsalar da kalacak bir yerleri yoktu. Kış gününde soğuktan eşyalar parçalanırdı. Kapıya çıktıklarında sert bir rüzgar esti. İkisi de ne yapacaklarını bilmiyordu. Akıllarına Sandy Teyze geldi. Sandy Teyze Pier’in uzaktan akrabasıydı. Biraz geçimsiz birisiydi fakat yapacak başka bir şeyleri de yoktu. Sandy Teyze kocasına çok bağlıydı fakat kocası tam bir kadın avcısıydı. Pier bunu biliyordu, karısını Emmyi düşündü. Dışarıda kalırlarsa soğuktan donmaları kaçınılmazdı. Pier yoldaki bir kulübeden teyzesini aradı. Teyzesi gelmelerini çok istediğini ve onları aldıracağını söyledi Piere. İstemeye istemeye tamam demek zorunda kaldı. Teyzesinin söylediği yerde beklemeye başladılar, biraz bekledikten sonra siyah bir araba durdu önlerinde. Kapısı açıldı ve aşağı şevket indi. Pier şevketi tanıyordu. Şevket sandy teyzenin yanında çalışan Müslüman Türk göçmeni bir insandı ve yaşlıydı. Pier küçükken teyzesinde kaldığında şevket ilgilenirdi onunla. O yüzden Pier bir başka gözle bakardı şevkete, abisi sayardı onu ama hep ismiyle hitap ederdi. Şevket öyle isterdi çünkü. Selamlaştıktan sonra şevket valizi alıp bagaja koydu. Pier ve karısı arabaya bindi ve teyzesinin yolunu tuttular.
Kısa zaman sonra vardılar. Ormanın içinde kocaman bir evdi Sandy Teyzenin evi, gerçekten çok büyüktü. Varlıklıydı Sandy Teyze aşçısından bahçıvanına etrafında bir sürü insan vardı. İkisi de bir tek çöp bile kaldırmazlardı. Vardığımızda Sandy Teyzeyle birlikte kocası Jeorge de karşıladı bizi. Arabadan indik Sandy Teyzem önce bana sarıldı, sonra da Emmye.
‘Hoş geldiniz’ dedi, çok şaşırmıştım. Buradan gideli birçok şey değişmiş olmalıydı. Bunu anlamak için Sandy Teyzemin bana sarılması yetmişti. Jeorge de geldiğimize çok sevindiğini söyledi. Sandy Teyzem ‘odamızın hazır olduğunu, istersek yemeğe kadar dinlenebileceğimizi’ söyledi. Ben de içinde bulunduğum durumun şaşkınlığı içinde ‘tamam’ dedim. Hizmetçilerden bir valizi çıkarmıştı. Yukarı çıkıp valizi açtık, Emmy eşyaları dolaba yerleştirmeye başladı. Yüzüm asıktı, dışarının soğuğundan kurtulmuştuk ama yine de korkuyordum. Canım sıkılıyordu. Emmy eşyaları yerleştirirken bir ara bana doğru döndü. Yüzümü görünce suratımın neden asık olduğunu sordu. Ben de ona ‘Jeorgeye dikkat etmesini eğer ki kötü bir durum olursa bana anlatmasını’ söyledim. Emmy şaşkın bir ifadeyle suratıma baktı ve neler olduğunu sordu. Bir şey olmadığını sadece dikkat etmesi gerektiğini yineledim. Odanın kapısı çalıyordu, ‘girin’ dedim. Gelen uşaktı akşam yemeğinin hazır olduğunu Sandy Teyze’nin bizi aşağı çağırdığını söylüyordu. Ona ‘aşağı inmesini ve beş dakikaya kadar aşağıda olacağımızı söylemesini’ istedim. Akşam yemeğine indiğimizde sofra muazzamdı. Kocaman bir sofraydı, insanları birbirinden ayıracak kadar büyüktü. Sandy Teyzem ve ben karşı karşıya oturduk. Jeorge ve Emmy de öyle, fakat bir şey dikkatimi çekmişti. Jeorge’nin Sandy Teyzenin karşısına oturması gerekmez miydi? Sanırım önceden planlanmış bir şeydi. Ses çıkaramadım ve yerime oturdum. Yemek yemeye başladık uzakta olmamıza rağmen Sandy Teyzemle bir yandan yemek yiyip bir yandan sohbet ediyorduk fakat benim gözüm sürekli olarak Jeorgeyi takip ediyordu. Sandy Teyze gözlerimi kaçırdığımı fark edemiyordu. Çünkü fark edilemeyecek kadar uzakta oturuyorduk. Beklediğim gibi olmadı, Jeorge yemek boyunca kafasını bile kaldırmadı. Yemeğim bittiğinde Emmye kalk dercesine bir işaret yaptım, onun da yemeği bitmişti zaten. Yemeklerin çok güzel olduğunu, izniniz olursa odamıza çekilmek istediğimizi söyledim. Sandy Teyzem tabi müsaade sizin yorgunsunuzdur daha yeni geldiniz zaten dedi. İyi akşamlar dedikten sonra merdivenlere doğru yöneldik, odamızdaydık. Emmy çok yorulmuş olmalı ki ben ona sarılır sarılmaz uyudu: benim gözüme uyku girmiyordu, garip bir şeyler vardı burada hem de çok garip, kendim için değilse de Emmy için çok endişeleniyordum. O korku dolu düşünceler içinde çırpınırken uyuyakaldım. Sabah uyandığımda Emmy yanımda yoktu, hemen ayağa kalktım. Odada bakmadığım yer kalmamıştı. Odanın dışına çıktım koridorda çıt çıkmıyordu. Korku içindeydim hızlı hızlı bakılabilecek her yere baktım. Bakmadığım tek yer ahırdı, orda olamazdı. Ne Sandy Teyze ne de görevlilerden kimse daha uyanmamıştı. Onları rahatsız etmek istemedim. Üstüme yıpranmış montumu aldım, ahıra doğru yöneldim, hava çok soğuktu. Dışarıda biraz kalmak donma sebebiydi. Ahıra vardım kapıyı açıp içeri girdim. Hayvanlar ağlarcasına bir tavır sergiliyordu. Sanki bir piyese çalışır gibiydiler. Bir şeyler olduğunu anladım. Biraz daha ilerledim. Gördüklerime inanamadım, öyle bir duyguydu ki o an yaşadığım: dünya üzerinde en ücra ve karanlık köşeye geçip ağlamak geldi o an içimden. Emmy yerdeki samanların üstünde yatıyordu. Elbisesi yırtılmıştı. Vücudunun çoğunu soğuk kaplamıştı. Hemen yanına doğru koştum, ellerim titriyordu. Ona yardım etmek istedim, yanına vardım yüzü yana doğru yatmıştı. Bana doğru çevirdim. Gözlerim kör olsun istedim o an Emmynin tam karnına saplanmış bir bıçak vardı. Hemen dikkatlice çıkardım bıçağı, hemen nabzına baktım neredeyse atmıyordu. Ölmekle yaşamak arasında bir yerdeydim. Ne yapacağımı bilmiyordum. Elim çıkardığım bıçakta ki kana bulanmıştı. Sersemledim, bıçağı attım elimden. Ne yaptığımı bilmiyordun. Emmyi unutup elimdeki kana bakakaldım. Biri ses çıkardı. Bu Emmy idi kendime geldim. Nedendir bilmiyorum gözümden bir damla yaş akmıyordu. Soğuk vücudumu dondurduğu gibi gözyaşlarımı da dondurmuş olmalıydı. Emmy çok kısık ve yavaş bir ses tonuyla konuşmaya çalışıyordu. Yaralıydı ve hava gereğinden fazla soğuktu. Bu da onun bu hale gereğinden daha çabuk girmesini sağladı. Onu kollarıma aldım, o an aklıma gelen tek şey bunu ona kimin yaptığını sormak oldu. Ama onun söyleye bildiği tek şey ‘seni seviyorum’ oldu. Artık ses gelmiyordu. Yapabildiğim tek şey ona sarılıp yanına yatmak oldu.
Ben bunları yaşarken gün çoktan ağarmıştı. Sandy Teyze bizi kaldırmak için odaya gelmiş, odaya girdiğinde kimseyi bulamayınca meraklanmış. Evdeki hizmetlilere bütün evi aratmış. Hizmetliler evde olmadığımızı bakmadıkları tek yerin ahır olduğunu söylemiş. Sandy Teyze üstüne montunu giymiş, hizmetlilerle birlikte ahıra koşmuş. Kapıyı açıp ilerlediğinde gördüğü manzara onu hayrete düşürmüş…
Gözlerimi açtığımda karşımda Sandy Teyze duruyordu. Bağırarak ‘Bana neden yaptığımı Emmyi niçin öldürdüğümü’ sordu. Ben hiçbir şey söyleyemedim. Sadece oturdum, Emmye sarılıp öylece oturdum. Kısa zaman sonra polis geldi. Sandy Teyze polise ‘katilin ben olduğumu, onu neden öldürdüğümü bilmediğini’ söyledi. Polisler beni alıp götürdü. Ben hala şoktaydım ve konuşamıyordum. Üç gün geçmişti, polisler ‘Emmye saplanan bıçağın üzerinde parmak izimin olduğunu’ söyledi. Sürekli ‘onu neden öldürdüğümü, neden böyle bir şey yaptığımı’ sordular. Cevap veremiyordum, yeni doğmuş bir çocuktan farksızdım. Tek düşündüğüm Emmydi. İfadem bitince hakim karşısına çıktım. Hakim müebbet hapis verdi. Hiçbir şey umurumda değildi, ben dünyamı kaybetmişti. Tek bir şeyden emin olabiliyordum oda bunu Emmye, Jeorgenin yaptığıydı. Artık hiçbir şey düşünemiyordum. Hapishaneye vardığımda üstüme kara bir elbise verdiler. Ufacık dört köşe de bir oda. Odanın içinde hayata açılan ufacık bir pencere…
Uzun zaman sonra gözlerimi açtım. Saçlarım beyazlamıştı. İçimden bir ses ‘uzun zamandır ufacık pencereden baktığım dünyayı, dışarıyı özlediğimi’ söylüyordu. Eski gücüm yoktu artık bitkin düşmüştüm. Dışarı çıkmak imkansızdı. Emmyi özlüyordum, onla yaşadığımız günleri özlüyordum. Dışarı çıkmak yasaktı, yaşlı aklım arada bir çalışır olmuştu. Bugün o eşine az rastlanır günlerden biriydi. ‘Evet’ dışarı çıkmak yasak ve imkansızdı. Ama dışarıyı buraya getirmek imkansız değildi. Gardiyanı çağırıp bir kutu tebeşir istedim. Gardiyan ‘yasak olduğunu getiremeyeceğini’ söyledi. Ben de yalvardım, o halimi görünce biraz olsun yumuşadı ve tebeşirle ne yapacağımı sordu. Ben de ‘kalan ömrümü duvarlara yazacağım’ dedim. Güldü, getirdi tebeşirleri. Ufacık bir odaydı durduğum, tek başıma kalıyordum. Ne yapabilirdim ki tebeşirle. Yaşlı aklım yine çalışmıştı. Çizebilirdim. Tebeşirleri aldığımda hemen açıp başladım. Gece gündüz demeden uyumadan hiç durmadan çizdim. Ne olursa onu çizdim, ne olması gerekiyorsa onu.
Bir duvarın üst kısmına bir tayyare, durduğum yere iki valiz, valizlerin ötede kalan kısmına onu çizdim, Emmyi. Artık hürdüm, hür olmak için her şeye sahiptim. Dışarı çıksam sahip olamayacaklarıma bile. Uçağım beni dünyanın her yerine götürebilirdi. Valizimde gittiğim yerlerde giymem için eşyalar vardı, en önemlisi o vardı. Emmy vardı. Emmyi bana bakar şekilde çizdim. Gözleri aynı onun gibi oldu. Yatağımı tam onun karşısına koydum. Her gece uyandığımda onun bakışları var karşımda... Ben artık hürüm, özgürüm, Emmy yanımda. Bu müebbet ölümsüzlük değil de nedir sorarım size. Neyse artık akşam oldu, yatmamız lazım. Hayat bundan sonra bize ne gösterir bilemem. Ama bildiğim bir şey var sen istedikçe; yeri geldiğinde tebeşir bile bileniyor. Ve bilenen o tebeşirden yepyeni bir dünya bambaşka bir hayat doğuyor. Ta ki ölüm bizi de bulana dek…