- 934 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
CİVAN CANOVA
Tiyatro, sinema, film ve dizi oyuncusu,
oyun yazarı,
“Kalemli Oyuncu”
CİVAN CANOVA...
Söyleşime geçmeden önce tüm tiyatrosever okuyucularımdan özür dilerim. Çünkü bu söyleşim bayağı gecikti. Sebebi de; uzun zamandır “okur-yazar”lığı bırakıp sadece “okur” olmamdır. Ne kalemi elime aldım, ne de bilgisayarımın önüne oturdum; sadece okudum... okudum... Kimler vardı okuduklarımın arasında: Yaşar Kemal, Adnan Binyazar, Çetin Altan, Erasmus, Voltaire, Emre Kongar, Homeros, Cervantes, İlhan Selçuk, Zülfü Livaneli... Felekten birkaç ay çalıp, sadece okudum. Eh bu konukları da ağırlamak kolay olmadı. Ancak çok da zevkli okuma günlerim oldu. Bazı kitapları okuyalı 15-20 sene olmuş. Sanki daha önce hiç okumamış gibi okudum onları. Kusuruma bakmayın; keşke arada bir sadece okumaya ayırsak zamanımızı. Hani arada bir okuma değil de her zaman okumaya vakit ayırsak diyorum; sadece tatilde okuyanlara şaşırıyorum ben. Düşünün, sadece tatillerde yemek yense idi!.. Ya da sadece haftada bir su içilse veya haftada bir uyunsa!..
Hepinize bol okumalı günler dileğiyle....
30 Ekim 2010’da İstanbul Devlet Tiyatrosu’nun Şişli Cevahir Sahnesi 1’de seyrettim “ÖLÜLERİ GÖMÜN” adlı oyunu. Yazan Irwin Shaw. Türkçeye çeviren Coşkun Büktel. Oyunu yöneten ise Şakir Gürzumar. Oynayanlardan bazıları: Musa Uzunlar, Civan Canova, Salih Dündar Müftüoğlu, Ömer Hüsnü Turat, Ali Fuat Çimen, Cengiz Daner, Ali Ersin Yenar, Erdal Bilingen... gibi. Oyun, dünyada devamlı sürüp giden savaşların birindeki bir cephe görüntüsü ve gürültüsüyle başlıyor. Cephede ölen 6 asker arkadaşları tarafından gömülürler. Rahip mezarların başında dua okur. Ancak ölü askerler bir anda mezarlarından çıkarlar ve gömülmeyi reddederler. Araya generaller girer; yine de ikna olmaz askerler. Çare olarak ölen askerlerin ailelerinden yardım istenir. Gelen anne-baba, kardeş, eş ve sevgililer de ölen askerleri gömülmeleri konusunda başarılı olamazlar. Çünkü 6 asker de hayallerini gerçekleştiremeden savaşa zorlanmışlardır. Tekrar gömülmeye razı değildirler. Konusuyla, sergilenişiyle ve oyuncularının başarılı yorumlarıyla güzel bir oyundu. Böyle savaş karşıtı oyunlar sık sık gündeme gelmeli.
“... ilk kez New York’da 1936 yılında sahnelenen, tanınmış Amerikan yazarı Irwin Shaw’un savaş karşıtı bu oyunu pek çok soruyu gündeme getirmektedir: Dünyanın her tarafında sürüp giden savaşların birinde vurulan askerler gömülmeyi reddederek mezarlarından kalksalar ve savaşı durdurmaya kalksalar neler olurdu? Ordu, hükümet, silah tüccarları, politikacılar, iş adamları, medya ve sıradan insanlar bu alışılmadık ve inanılması güç isyana nasıl tepki verirlerdi? Ya kocalarını, sevgililerini, babalarını ve oğullarını kaybedenler ne hissederlerdi? Birkaç kişinin direnişi gerçekten bir şeyler değiştirmeye yeter mi? Tüm bunlar ancak “gerçekten savaşsız bir dünya istiyor muyuz?” sorusuna samimi bir yanıt aramakta yanıtlanabilir. Süper Güç hakimiyetinin, bölgesel savaş ihtimallerinin, iç savaşların her an gölgesini hissettiren bir coğrafyada yaşayan bizler için “Ölüleri Gömün” gündemimizin tam da eksenine oturan ürkütücü, düşündürücü ve kışkırtıcı bir oyun. Ama tüm bu karanlık atmosfer içinde bireyin gücüne inanmayı sürdüren bir umut vaadi de.” ŞAKİR GÜRZUMAR-Yönetmen.
“Savaş Karşıtı Bir Oyun; ÖLÜLERİ GÖMÜN
İSTANBUL Devlet Tiyatrosu ABD’li yazar Irwin Shaw’un "Ölüleri Gömün" adlı oyununu ramp ışıklarına çıkardı. İzlediğimiz "Ölüleri Gömün" oyunu; Avusturyalı yazar Hans Chlumberg’in "Verdün Mucizesi" (1932) adlı oyunundan esinlenerek yazdığı ilk oyunudur.(1936) Chlumberg’in oyununda, savaşta ölmüş askerlerin yirmi yıl sonra dirilip mezarlarından çıkması anlatılıyordu. Shaw ise oyununda, savaşta ölen ve gömülmeyi reddeden altı ölü askeri anlatıyor.Oyun, militarizme ve savaşa karşı gerçek üstü protestoyu yansıtmaktadır.
Savaşın toplumları nasıl çıkmazlara sürüklediği, ekonomik ve sosyal bunalımlara neden olduğu bilinmektedir. Irwin Shaw daha çok I.Dünya Savaşı’na karşı bu oyunu betimlemiştir.
I.Dünya Savaşı’nda Almanya ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu büyük bir çözülüş ve dağılma yaşadı. Bu savaşta tek başarımız Mustafa Kemal’in ve onunyönetimindeki askerlerin Anafartalar’da gösterdikleri olağan üstü başarıdır. Kurtuluş Savaşı ise bütün Avrupa ülkelerine karşı (Sovyetler Birliği dışında) kanla kazanılmış Kuvay-i Milliye Destanı’dır. II.Dünya Savaşı’nı anlatan savaş karşıtı oyunlar, savaşı anlatan oyunlar yazıldı. Bunlardan iki ünlü yazar Arbuzof ve Rozov’dur.
"Ölüleri Gömün" adlı oyunu yadsıtacak (inkar edecek) kadar büyük katliamın yapıldığı Avuşviç kampı unutulmamalıdır. Bu kampın artısı Treblinka, Muabet kamplarıdır. Bu kamplar birer cehennemdi. İnsanlar yakılıyor ve öldürülüyorlardı. Almanya’da altı milyon asker ve sivil ölmüş, Rusya’da yirmi altı milyon asker ve sivil yaşamını yitirmiştir. Moskova’da Mareşal Kutuzov caddesindeki yirmi altı milyonun kimliğini yazan bir müze vardır.
İnsanlık dramının savaş ile ne durumlara düştüğünü anlatan gerçek kamp ve müzeler işte bu savaşın iğrençliğini çok iyi anlatmaktadırlar.
"Ölüleri Gömün" yeni bir uyarı oldu. Biz 1936’lara giderken II..Dünya Savaşı’nın korkunçluğunu, Vietnam Savaşı’nı ve Irak Savaşı’nı nasıl unutabiliriz?
Şakir Gürzumar’ın yorumunda oyun kollektif bir başarıyı sergiliyor. Bununla birlikte karakterlerin çizimi ve çözümünde takım oyunculuğunun önüne çıkan sanatçılarda vardı. Söz gelimi Civan Canova, Salih Dündar Müftüoğlu, Ali Ersin Yenar ve genç yeteneklerden "Martha Webster" rolünde Gözde Okur, "Er Webster" rolünde Cenk Demirel ikilisi.
Behlül Dane Tor’un mekan koşulsuzluğuna karşın sahne tasarımı, Nalan Alaylı’nın giysi tasarımı oyuna katkı sağlıyordu. Işıkta Yakup Çartık, müzikte Cenk Taşkan başarıları ile dikkati çektiler.
"Ölüleri Gömün"de yönetmen ile iyi bir çözümleme getiren Selen Korat Birkiye dramaturgide gereğince başarılıydı.” HAYATİ ASILYAZICI-www.tiyatronline
"... Ölüleri Gömün”ü, Coşkun Büktel son derece akıcı bir sahne diliyle dilimize kazandırmış. Cenk Taşkan’ın yüksek yoğunluktaki müziği, bir anlamda ilk andan itibaren felaket bir “saldırı” olarak algılansa da, hiç kuşkum yok Behlüldane Tor’un dekor tasarımına destek vermiş. Behlüldane Tor, küçücük sahnenin fevkalade kısıtlı olanakları içinde bu kere de bir “harika” yaratmış. Yakup Çartık’ın ışık tasarımı, gene Yakup Çartık tasarımı gibi. “Bermutat” kusursuz. Nalân Alaylı’nın kostümlerine laf eden çarpılır.
Yüzbaşı’da Civan Canova, oyunun konusunda gelişen bağlantıları kendince başarıyla kurup, uygun yeğlemeleri mükemmelen yapıyor. Elde ettiği komik gerçeklerin altındaki dramatik yanı, izleyiciye ustaca aktarıyor...” ÜSTÜN AKMEN –www.tiyatronline
“Biz uygar bir ırkız, ölülerimizi gömeriz!
Peki insanları kendi istekleri dışında ölmeye göndermeyecek kadar uygarlaşma şansımız olacak mı? Artık üzerinde konuşula konuşula içi boşaltılmış ama 20. yüzyılın toplumsal, coğrafi, siyasi ve ekonomik tüm yönelimlerini baştan aşağı değiştirmiş iki dünya savaşı sonrasında bile insanlık akıllanmamış, 1945’ten bu güne sürekli savaşmaya ve kayıplar vermeye devam etmiştir. Shaw, Ölüleri Gömün’ü yazdığında henüz çok genç bir yazardı ve ikinci Dünya Savaşı’nın sinyalleri duyulmaya başlanmıştı. Bu öyle bir dönemdi ki, Birinci Dünya Savaşı’nda yaşanan ilk modern savaş, sadece milyonlarca insanın ölmesine neden olmamış, aynı zamanda Tanrı’ya, dine, bilime, bilindik tüm felsefelere karşı sorgulayıcı bir tutumun gelişmesine neden olmuştu...” SELEN KORAD BİRKİYE-Dramaturg
Oyundan sonra, oyunda oynayan CİVAN CANOVA ve Musa Uzunlar ile söyleşi yaptım. Her iki sanatçımızı da gerek sinema, gerek televizyon dizilerinden ve tiyatrodan tanıyoruz. Ancak sinema perdesinde veya cam ekranda oyuncuyu seyretmekle tiyatro sahnesinde canlı seyretmek arasında çok fark var. Hele bir de sahneye çok yakın, önde oturuyorsanız daha bir keyifli oluyor seyretmesi. Bu sadece biz seyirciler için değil, aynı zamanda tiyatro sanatçıları için de geçerli. Sahnede, seyirci karşısında oynamakla, kamera karşısında oynamak bambaşka duyguları içeriyor. Onlarla yaptığım söyleşilerde de bunu dile getiriyorlar. Geçenlerde Amerikalı Oscar’lı ünlü Hollywood oyuncusu Kevin Spacey, İstanbul’da Muhsin Ertuğrul Tiyatrosu’nda William Shakespeare’in III. Richard adlı oyununu oynadı. Konuyu bazı köşe yazarlarımız okuyucularına aktardılar. Kevin Spacey ile öğle yemeğinde sohbet eden Hürriyet gazetesinden Ertuğrul Özkök’ün köşesinde (Hürriyet 11. Ekim 2011) yazmış olduğu bu sohbetinden birkaç satır:
“Amerika gibi devasa bir pazarı bırakıp Londra’nın çok daha dar tiyatro sektörüne neden girdi?
“Sinemada bir rolle zirve yaptığınız zaman iş orada donuyor. Daha iyisi yok. Ama tiyatroda her akşam, ertesi gün daha iyi yapma şansına sahipsiniz.”
Bir de şu ilginç gözlemi yapıyor:
“Sinema yönetmenin sanatı. Tiyatro ise oyuncuların sanatı.”
İşte sizlere yine tiyatro camiasının içinde doğan, çocukluğu ünlü tiyatro sanatçılarının arasında geçen, küçükken onlara abi veya abla demiş, ancak daha sonra abileri ve ablaları onun hocaları olmuş, Türk tiyatrosuna senelerce hizmet etmiş MAHİR CANOVA’nın oğlu CİVAN CANOVA ile sohbetim:
Ancak oğul CANOVA’dan önce babası MAHİR CANOVA’yı önce tanıyalım ve analım:
MAHİR CANOVA
1915 yılında Kavala’ da doğdu. Kavala eşrafından Ahmet Fehmi bey ile Hasbiye hanımın büyük oğludur.
İlk eğitimine İzmit’ de başladı ve tamamladı.
Orta eğitimini Gazi Balıkesir Necatibey Öğretmen Okulu’ nu bitirdi. 1935 yılında, öğretmen olarak, Eskişehir İnkılap İlkokulu’ na atandı. Ankara Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesinin açıldığı yıllarda Hindoloji ve Alman filolojisi bölümlerine devam etti. 1936-37 yılında Ankara Devlet Konservatuvarı tiyatro bölümü yatılı sınavını kazanarak, 1941 yılında Salih Canar, Muazzez Lutas (Kurtoğlu), Ertuğrul İlgin, Nermin Sarova ve Nüzhet Şenbay’ la birlikte ilk mezunlardan biri olarak meslek hayatına atıldı..
Mezuniyeti ile birlikte rejisör yardımcılığı ve konservatuvar mimik ve sahne öğretmenliği görevini birlikte yürütmeğe başladı.
Konservatuvar 2. sınıfta öğrenciyken Prof. Carl Ebert* ‘ in yardımıyla Almanya ve Fransa’ ya görgü, bilgi artırmak için gönderilen Canova, kendi okuduğu okulda bölüm başkanlığı, devlet tiyatroları’ nda rejisörlük ve başrejisörlük görevlerini yürüttü.
Küçük Tiyatro’ nun açılışında (1947) Ahmet Kutsi Tecer’ in Köşebaşı, Büyük Tiyatro’ nun açılışında ise yine Tecer’ in Köroğlu adlı oyununu yönetti.
1972 yılında, bursa ahmet vefik paşa tiyatrosu’ nda 100. rejisini tamamladı.
Devlet Tiyatroları’ndaki çalışmalarının dışında, gerek yurtiçi, gerekse yurtdışında bir çok tiyatro çalışmasına katılan Canova 1949’ da Hasanoğlan Köy Enstitüsü’ nde, 1959’ da İzmir Şehir Tiyatrosu’ nda, 1956’ da İzmir Ara Tiyatrosu’ nda, İzmir Devlet Tiyatrosu’ nda, Kent Oyuncuları’ nda, Arena Tiyatrosu’ nda çeşitli oyunlar yönetti. Tiyatro ve sanat dergilerinde yazılar yazdı. Halkevleri Merkez Yönetim Kurulu’ nda görev alarak tiyatro kursları açtı, bu kurslarda, bugün tiyatro hayatımızda önemli yerleri olan sanatçıları yetiştirdi. İsparta belediyesi şehir tiyatrosu’ nun kuruluş çalışmalarına katıldı, seçmeleri yaparak kursları planladı ve başlattı. 1981 yılında kurulan Danışma Meclisi’ ne seçildi ve TBMM’ de tek sanatçı üye olarak görev yaptı.
Yaşamı boyunca bir çok ödül alan Canova, 26 aralık 1985 tarihinde, Muazzez Kurtoğlu ve Nermin Sarova lle birlikte tiyatro ve sanat yaşamlarındaki ellinci yılı doldurarak, onurlarına düzenlenen gecede ödül aldı.
1991 yılında ise kültür bakanlığı tarafından, devlet konservatuvarı ilk mezunları 50. şeref yılı ödülü ile onurlandırıldı.
Mahir Canova 16 şubat 1993 tarihinde aramızdan ayrıldı.
1963 yılında Kenterler’ de sahneye koyduğu Necati Cumalı’ nın Nalınlar adlı oyunu ölümünden üç yıl sonra, otuz iki yıl önce yaptığı rejiye sadık kalınarak, ansına ithafen tekrar oynandı.
Devlet Tiyatroları, anısını yaşatmak için Ankara’ da bir sahneye Mahir Canova sahnesi adını verdi.
Yönettiği bazı oyunlar;
Yağmurcu (1946-47), Köşebaşı (1947-48), Kadınlar Arasında (147-48), Şamdancı (1947-48),Bizim Şehir (1948-49)
Paydos (1948-49), Küçük Şehir (1949-50), Yalancı (1949-50) Ölü Kraliçe 1956 (Muazzez Lutas, Nuri Altınok), Scapen’ in Dolapları (1949-50), Dünya Gözüyle (1949-50), Tüccar (1949-50), Şakacı (1950-51), Melekler ve Şeytanlar (1950-51), Tersyüz (1952-53), Sahne Dışındaki Oyun (1952-53), Bir Ümit İçin (1954-55),
Tanrıdağı Ziyafeti (1954-55), Harput’da Bir Amerikalı (1955-56), Son Durak (1955-56), Kleopatra’ nın Mezarı (1956-57), İki Efendinin Uşağı (1957-58), Yedinci Köpek (1964-65), İstanbul Efendisi (1966-67). Ecinliler (1966-67), Bizim Şehir (1966-67), Candida (1967-68), Amédee (1967-68), Mechul Asker ve Karısı (1968-69),
Yedekçi (1969-70), Finten (1969-70), Romeo ve Juliet (1971-72), Windsor’ un Şen Kadınları (1985-86),
Lysistrata (1984-85), Düşüş (1985-86), Vatan Diye Diye (1989)
Evet, şimdi gelelim oğul CİVAN CANOVA’ya:
Doğar doğmaz “sahne tozu”nu teneffüs ettim...
1955 yılında Ankara’da, tiyatro camiasının içinde doğdum. Küçüklüğümden ilk hatırladığım kare, Ankara Küçük Tiyatro salonunun bana o zamanlar devasa gelen kubbeli tavanıdır. Daha sonra Ankara Çocuk Saati programları ve Ankara Konservatuarı öğrencilerinin, ki çoğuna abi veya abla derdim, ve ustalarının, yani konservatuar hocalarının beraber hazırladıkları oyunlardan sahneler. Babam, Mahir Canova’da konservatuarda hoca olduğundan, öğrencileri sık sık evimize gelirlerdi. İşte ben bu çevrenin içinde, bu tiyatro atmosferinde doğdum ve bu sanat kokusunu teneffüs ettim doğar doğmaz.
24 saat hep tiyatronun içindeyim...
Hiçbir zaman tiyatronun dışında kalmadım; kalamadım. 24 saat tiyatronun içinde yaşamayı seviyorum. Kendime öyle bir dünya yarattım ki, tiyatrodan ayrılmama imkan yok. Evimi bile tiyatronun girişi gibi döşedim; kırmızı halılarla yukarıya çıkılıyor. Duvarlara tiyatro afişleri ve babamın döneminden resimleri astım. Çalışma odamın girişine de ışıklı “prova var” levhası koydum; rahatsız edilmemek için. Benim, burada, tiyatro sahnesinde rolümü oynadıktan sonra, “tiyatro bitti kendi hayatıma dönüyorum” diye bir şey yok. Çünkü yaşadığım evim de tam bir tiyatro görünümü içinde; hep tiyatronun içindeyim.
Babam MAHİR CANOVA...
Babam Mahir Canova, 1936 Ankara Devlet Konservatuarı ilk öğrencilerindendir. 1941 yılında da Salih Canar, Muazzez Kurtoğlu, Ertuğrul İlgin, Nermin Sarova, Cüneyt Gökçer ve Nüzhet Şenbay gibi değerli tiyatro oyuncularıyla birlikte ilk mezun olanlardandır. Tabii benim şansım doğduğumdan itibaren hep bu insanlarla beraber olmam, onların çevresinde büyümem. Konuşmaya başladıktan sonra da hepsi benim ablam ve abilerim oldular. Her meslekte olduğu gibi tiyatro dünyasında da çatışmalar, çekememezlikler gibi bazı olaylar oluyordu. Fakat beni hep bu tartışmaların dışında tutuyorlardı. Babamla aynı sahneyi paylaşmadık. Zaten çok az oyunculuk yaptı. O, yönetmenlik ve hocalık yaptı. Benim de konservatuar da hocamdı. Ankara Devlet Konservatuarı’ndan 1979’da mezun olduktan sonra İstanbul’a geldim. Babam Ankarada’ydı. Meslek hayatıma başladıktan sonra da babamla yollarımız kesişmedi. Zaten o da emekli olmuştu. Daha sonra da 1993 yılında vefat etti.
Sahne ve kulis....
Babam beni hiçbir zaman tiyatronun sahne kısmından ayrı tutmak istemedi. Ancak kulisten ve sahne gerisinden uzak tutmaya çalıştı. Çünkü tiyatronun arka planı; mutfağı didişmelerle ve çatışmalarla geçerdi. Orda mutlu bir hava olmazdı genellikle. Oyuncu sahnede mutlu olur. Sahne arkasıdır oyuncuları yıpratan, canını acıtan. Oradan beni sakınmak istedi diye düşünüyorum. Onun kafasında ve hayalinde bir evlat ideali vardı; Siyasal Bilgileri bitirip diplomat olacak... gibi. Ben onun isteği doğrultusunda bir hayat çizmek istemedim kendime. Ben de bu düşünceyi bir paradoks olarak görüyordum. Sen çocuğunu hem tiyatro dünyası içine sunuyorsun, hem de bu sunduğun dünyadan sakınmaya çalışacaksın. Ben bu dünyada mutluyum; arkası ve önüyle...
Önce İktisat sonra konservatuvar...
Ankara’da TED Ankara Koleji’ni bitirdikten sonra babamın isteği doğrultusunda birkaç ay Ticari İlimler Akademis’nde zoraki okudum. Ancak olmadı; yapamadım; aklım hep tiyatrodaydı. Konservatuar imtihanlarına gireceğim diye kaydımı sildirdim. Babama söylediğimde kıyamet kopmuştu.
Yılmaz Güney... ARKADAŞ...
Konservatuar imtihanlarına Kumburgaz’daki yazlıkta hazırlanıyordum. Sene 1974 idi. O ara Yılmaz Güney’de “Arkadaş” filmi için mekan araştırmasını Kumburgaz’da yapmaktaydı. Bizim bulunduğumuz siteye de geldi. Orada dolaşırken ben gözüne çarpmışım. Sanıyorum yazlık sinemada konservatuar imtihanlarında oynayacağım tirat’ı çalışırken görmüş beni. Ben de rahatsız olmuş; “niye bakıyor bana” diye düşünmüştüm. Kendisini tanıyordum. Hatta sitemizdeki Melike’nin (Demirağ) filmde oynayacağı haberi siteye yayılmış, biz de kendisine gıpta etmiş, sevinmiştik. Yılmaz Güney, restoranda otururken beni görüp, “gel koçum bakim” diyerek yanına çağırdı. Kim olduğumu sorduktan sonra ne içeceğimi sormuştu. “Kaç yaşındasın, kimin nesisin, filmde oynar mısın?” diye sorular sormuştu bana. “Babama sormam lazım, bilemiyorum...” diye cevap vermiştim kendisine. Çok heyecanlanmıştım; yüreğim taşacak sandım. “Git eve haber ver, görüşelim” dedi Yılmaz Güney. Bir solukta eve gidip anneme haber verdim. “Anne, Yılmaz Güney’in filminde oynamak istiyorum; babam izin verir mi acaba?” diye heyecanlı bir şekilde sordum anneme. Annem: “Tabi izin verir, oyna, işte ne güzel. Bu fırsat bir daha geçmez eline” diye beni rahatlattı. Ve oynadım ARKADAŞ filminde. Rahmetli Kerim Afşar’da vardı. Melike Demirağ ve Semra Özdamar... gibi değerli sanatçılarla aynı film setini paylaşmıştım. Tabi ben o zamanlar daha çok gençtim. 19 yaşında idim; 36 yıl önce. Filmde uzun saçlıydım. Arabaların lastiklerini patlatan bir genci oynamıştım.
MAMAK CEZAEVİ...
Yılmaz Güney bana hiç oyuncu muamelesi yapmadı; ayrı bir yere koyardı beni; çok severdi. Filmin çekimleri boyunca sert bir yönetmen değildi. Film bitince vedalaşmış, “seninle daha çok çalışacağız” demişti. Bir hafta sonra da “Yumurtalık olayı” patlak verdi. (Yılmaz Güney, 13 Eylül 1974 yılında Adana’nın Yumurtalık ilçesi hakimi Sefa Mutlu’yu öldürmek suçundan tutuklanıp 19 yıla mahkum olmuştu. A. D). Haberi duyunca ağladım, çok üzülmüştüm. Kendisini Mamak Cezaevi’nde hafta sonları ziyaretine giderdim. Pek kimseye izin vermezdi. Ben, Fatoş Abla (Güney) ve annesi üçümüz ziyaret ederdik. O ara konservatuar imtihanlarım üzerine benden bilgi almıştı. Sevinmişti konservatuara girdiğim için. O, biz gençlerin idoli idi. Onu hapiste görmek beni çok etkilemiş, çok üzmüştü.
Ankara Devlet Konservatuarı...
Benim konservatuardan önce sahne deneyimim olmadı. Sadece bir kez Ankara Koleji’ndeyken bir oyunda oynamıştım. 12-13 yaşlarındayken babamın grubuyla Antalya’ya “İstanbul Efendisi” adlı oyunun turnesine gitmiştim. Başka bir oyuncunun çocuğuyla beraber kulislerde dolaşırdım. O zaman çok istemiştim oyunda figuran olarak ta olsa oynamayı. Babamı bir türlü razı edememiştim. TED Kolejini bitirdikten sonra babamın hatırına kısa bir süre iktisat okumuştum. Bu süre içinde de babamı konservatuar eğitimine rıza göstersin diye uğraşmıştım. Sağ olsun ablam da bana destek olmuştu. 1974 yılında Ankara Devlet Konservatuarı Oyunculuk Bölümü’ne başladım. 1979 yılında da bitirdim. Babam için için benimle iftihar etmeye başlamıştı. Çünkü öğrencilerine sürekli; “Bu dünyada en iyi yapabileceğiniz işlerden birine sahipsiniz; bunun kıymetini bilin!..” derdi. Bana da “aman sen konservatuara gelme, başka yerde oku!..” derdi. Özdemir Nutku, Cüneyt Gökçer, Semih Sergen, babam Mahir Canova, Yücel Erten, Bozkurt Kuruç, Raik Alnıaçık... gibi çok değerli hocalarım oldu. Biz biraz karışık bir dönemde, tam anarşinin kol gezdiği, her gün 8-10 kişinin öldürüldüğü bir dönemde okuduk. Okulumuzun beş senede beş konservatuar müdürü olmuştu. Beraber okuduğum sınıf arkadaşlarım arasında Cem Kurtoğlu, Yavuz Köken, İlyas Salman, Ahmet Uğurlu ve Turgay Tanülkü... gibi oyuncular vardı.
Ankara’dan İstanbul’a...
1974 yılında girdiğim Ankara Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü’nü 1979’da bitirdim. Çok büyük şans eseri bitiren dört arkadaştan üçümüz İstanbul’a tayin edildik. Genel müdürümüz Ergin abi (Orbey) idi. Seçici Kurul Başkanı Cevat Çapan’dı. İstanbul kadrosu yeni kuruluyordu. Ergin Abi –abi diyorum, çünkü çocukluğumdan beri tanıyordum kendisini. Zaten ben çoğuna abi diyordum. Sonradan bir çoğu hocam oldular konservatuarda. Tabi, konservatuarda abi diye hitap etmezdim. Ergin Orbey sordu bize “nereye gitmek istersiniz?” diye. Benim annem ve kardeşlerim İstanbul’da oldukları için İstanbul’u tercih etmiştim. İstanbul’da ilk oyun Antigone’ydi. 1979’da profesyonel olarak ilk oynadığım oyun Antigone oldu. Antigone’yi Arsen Gürzap oynamıştı. Haluk Kurdoğlu, Deniz Gökçer ve Tülin Oral gibi usta oyuncularla oynamıştım.
Oyun yazarlığım...
İlk oyunum Kıyamet Suları’nı 1993 yılında yazdım. 1996 yılında Edebi Kurul’dan geçmiş ve oynamıştı. Kenan Işık sahneye koymuştu. Bu oyunla İsmet Küntay En İyi Yazar Ödülü’nü almıştım. Bu oyunda oynayan Tülin Oral “En İyi Kadın Oyuncu Ödülü”nü aldı. Kenan Işık ise “En İyi Yönetmen Ödülü”nü aldı. Erkekler Tuvaleti, Kızıl Ötesi, Ful Yaprakları gibi oyunları yazdım. Ful Yaprakları 5 sene kapalı gişe oynadı. Şimdi de (2010) Bakırköy Belediye Tiyatrosu’nda “Sokağa Çıkma Yasağı” oynanıyor. Enver Eren sahneye koyuyor. Yazarlık ta işin başka bir odası...
Ödüllerim :
15. Afife Tiyatro Ödülleri : "Yılın En Başarılı Yardımcı Erkek Oyuncusu" - Ölüleri Gömün - İstanbul Devlet Tiyatrosu, 12. Sadri Alışık Ödülleri, 2007, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Eve Dönüş, 43. Antalya Film Şenliği, 2006, En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Eve Dönüş, Avni Dilligil, 2000, En İyi Oyun Yazarı, Sokağa Çıkma Yasağı, Kültür Bakanlığı, 1989, En İyi 10 Senaryo dalında ödül, Kör Buluşma, film senaryosu, Cevdet Kudret Edebiyat Ödülü, 1997, Sokağa Çıkma Yasağı, İsmet Küntay En İyi Oyun Yazarı Ödülü, 1994, Kıyamet Sularında, Avni Dilligil En İyi Oyun Yazarı Ödülü, 1996, Kıyamet Sularında, 5. Afife Tiyatro Ödülleri, 2001, En Başarılı Erkek Oyuncu, Kaktüs Çiçeği, (Ödüle aday gösterilmiştir), 2. Afife Tiyatro Ödülleri, 1998, En Başarılı Erkek Oyuncu, Bir Casusa Ağıt (Ödüle aday gösterilmiştir).
Yazdığım oyun ve senaryolar :
Pirömiyer : Konya Devlet Tiyatrosu - 2010 - Işıl Kasapoğlu, Üstat Harpagona Saygı ve Destek Gecesi : İstanbul Devlet Tiyatrosu - 2010 - Levent Öktem, Düğün Şarkısı : İzmir Devlet Tiyatrosu - 2006 - Işıl Kasapoğlu, Ful Yaprakları : İstanbul Devlet Tiyatrosu - 2004 - Turgay Kantürk, Sokağa Çıkma Yasağı : İstanbul Şehir Tiyatrosu - 1999 - Arif Akkaya, Erkekler Tuvaleti, Kör Buluşma, Kızıl Ötesi Aydınlık, MitosMorfos, Niobe, Neon
Rol aldığım bazı oyunlar :
Ölüleri Gömün : Irwin Shaw - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 2010, Kaktüs Çiçeği : Pierre BarilletJean-Pierre Gredy - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 2001, Bir Casusa Ağıt : George Tabori - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1998, Yeşil Papağan Limited : Memet Baydur - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1994, Gizli Oturum : Jean-Paul Sartre - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1993, Ölüm Tuzağı : İra Levin - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1992, Danton’un Ölümü : Georg Büchner - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1990, Cadılar Machbethi : William Shakespeare den Uyarlayan Müge Gürman - 1987, Düşüş : Nahit Sırrı ÖrikKemal Bekir - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1987, Lysistrata : Aristofanes - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1986, Julius Caesar : William Shakespeare - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1985, Kırmızı Pabuçlar : Hans CristianRobin Short - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1983, Barış Gezegeni : Ülker Köksal - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1982, Truva Savaşı Olmayacak : Jean Giraudoux - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1982, Bir Yaz Dönümü Gecesi Rüyası : William Shakespeare - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1981, Kunduz Kürk : Gerhart Haupttman - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1980, Yaralı Geyik : Necati Cumalı - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1980, Antigone : Sofokles - İstanbul Devlet Tiyatrosu - 1979
Rol aldığım sinema filmleri :
72. Koğuş : Murat Saraçoğlu - 2010 - Katil Hilmi, Eve Dönüş : Ömer Uğur - 2006 - İşkenceci Polis, Ömerçip : Zeki Alasya - 2003 – Celal, Sır : Ali Özgentürk - 1997, 80. Adım : Tomris Giritlioğlu - 1996 – Sedat, Sokaktaki Adam : Biket İlhan - 1995, Acı Lokma : Temel Gürsu - 1986 – Ömer, Hırsız (film) : Zafer Par - 1986, Yıkılan Gurur : Temel Gürsu - 1983 – Naci, Berduşlar : Temel Gürsu - 1982 – Kenan, Mutlu Ol Yeter : Kartal Tibet - 1981, Yaşamak Bu Değil : Temel Gürsu - 1981 – Fatih, Nehir : Şerif Gören - 1977 – Engin, Arkadaş : Yılmaz Güney - 1974 - Halil
Rol aldığım diziler :
Sensiz Yaşayamam : Özer Kızltan - 2010 – Mummer, Fatmagül’ün Suçu Ne? : Hilal Saral Ünalan - 2011 - Avukat Kadir, Ay Işığı (dizi) : Taylan Biraderler - 2008 - Yıldırım Duman, Sınıf (dizi) : Metin Günay - 2008 – Şeref, Eksik Etek : Murat Saraçoğlu - 2007 -, Arka Sokaklar : Orhan Oğuz - 2007 - Nazım Tahsin / Narkotik Nazım, Esir Kalpler : Taner Akvardar - 2006 - Ekrem Akerman, Çeşm-i Bülbül : Serpil Kurtça - 2005, Gece Yürüyüşü - 2004 – Cüneyt, Çiçek Taksi : Yaşar Seriner - 2000 - Celal Kıraç, Bizim Aile : Sema Okay - 1995 – Ataç, Yalancı Şafak : Osman Sınav - 1990.
ADEM DURSUN