Köşk
KÖŞK
Eski köşke uzun zamandır gelmemiştik. Köşkün çiçeklerle dolu bahçesinde keskin bir koku karşıladı bizi. Yıldızların gülümseyen yüzü bahşede ki havuzun sularına yansıyordu. Gecenin sessizliğini böceklerin ürkütücü sesleri bozuyordu. Aniden bir rüzgâr esti. Yapraklar salına salına düştü havuzdaki suyun üstüne. Hiddetli bir fırtınanın uğultusu gecenin karanlığını daha da artırıyordu sanki. Rüzgârdan pencerelerin camları esniyordu. Gece boyu rüzgârın ve ağaçların korkunç görünüşüne alışarak geçerdim geceyi.
Sabahın erken saatlerinde yatağımdan kalktığımda, güneş mor dağların ardından yüzünü göstermeye başlamıştı. Güneşe doğru irili ufaklı bir kuş sürüsü uçuyordu. geceninde vermiş olduğu yorgunluğu köşkün manzarasına bakarak geçirmeye çalışıyordum. Karşımızdaki mor dağlar bütün ihtişamıyla gökyüzüne doğru yükseliyordu. Mor dağların eteğinde kırmızı kiremitli bir ev vardı. Bahçelerin arasında incecik bir yol kıvrılıyordu. Tamda bu sırada yan köşkün kapası açıldı. Kapıdan hiç beklemediğim güzellikte kız göründü sanırım oda benim gibi buraya tatile gelmişti. Bu halde ne kadar kaldım bilmiyorum. Ama kendime geldiğimde gözlerim hala ona bakar olduğunu fark ettim. Beni ona bakarken görmesini istemiyordum ve içeriye kahvaltı yapmaya girdim. Masaya oturduğumda manzaradan hiç bir şey hatırlamıyor sadece güzel kızı hatırlıyordum. Bu kadar çabuk onu düşünmemin sebebini bulamıyordum. Kahvaltı masasında tatilimizi nasıl geçireceğimizi konuşuyorduk. Kahvaltım bittiğinde masanda kalmak için izin isteyip dışarıda birazcık dolaşıp köyü tanımak istediğimi söyledim. Dışarı çıktığımda Hayatı tamamen yok sayan, tüm acılardan koparan, sıkıcı monotonluktan kurtaran havayı içeme çektim. İlk defa bu kadar özgür olduğumun farkına varmıştım ve ağaçlar arasında yürümeye başladım. Kafamı dereye çevirdiğimde güzel kızı görmüştüm. O bu manzaraya daha ayrı güzellik katıyor burayı sevmemde daha da etkili rol oynuyordu.
Yanına gidip gitmemekte kararsızdım ve dereye doğru yürümeye başladım. Yanına geldiğimde bana ne güzel bir manzara demi diye sordu. Cevap vermekte sanırım biraz gecikmiştim. Evet değip sustum. Kız giderken ben sara dedi ve arkasından biraz yüksek sesle bende tom dedim.
Akşam saat beş suları… Güneşle gölge arasında sessiz ve ağır bir çekişme. Sonunda baskın çıkan gölge. Ağaçlar yukarılara dek gömülüyor gölgeye, aydınlıktan kalan yalnız tepeler… Damlarda mora çalan kara taşlar, pembe yâda kırmızı tuğlalar… Sonunda güneş pes edip ufuktan çekiliyor. Saatler ilerledikçe bulutlar artıyor havada soğumaya başlıyor… Akşam yemeğini yemek için solana geçtim ve yemeği beklemeye başladık. Babamla günün değerlendirmesini neşeli bir şekilde yapıyorduk. O arada kapı çaldı kapı açıldığında sarayı gördüm, on dokuz yirmi yaşlarında olmalıydı, içeri girerken birazda zorlanarak takındığı erkeksi tavrı, az sonra tamamen kaydoldu. Gözlerinde pek de saklayamadığı bir ürkeklik, mahcupluk vardı. Bu hali onu olduğundan daha küçük ve sevimli gösteriyordu. Rahat görünmeye çalışarak; bizimkiler yarın akşam sizi yemeğine davet ediyor efendim dedi, alçak bir sesle.
-Babam peki güzel kız sizinkilere iyi akşamlar dilediğimi söylersin dedi.
- Peki efendim iyi akşamlar.
Dedi ve kapıyı kapatıp gitti. Yarın akşam onlara gidecektik, ,içimi mutluluk sarmış, suratımda aptalsı bir gülümse olduğunu fark eden babam ne oldu değince bir şey yok deyip geçiştirdim. O arada dışarısı iyice soğumuştu her akşam olduğu gibi yağmur yağacaktı sanırım. Yemeği yedikten sonra odama çıktım. İri, kocam bir damla camı ıslattı. Bu büyük sancılarla inleyen göğün doğurduğu ilk damlaydı. Fakat daha sıkıntısı geçmemiş, ağrıları dinmemişti. Sağa, sola, ateş, korku saçan şimşeklerden sonra işitilen korkunç gürlemeler durmadan artıyor, damlalar sıklaşıyordu. Cama vuran damlaların sesine alışmıştım artık ve yatağa girdim damlaların çıkardığı sesle uyumaya başladım.
Uyandığımda, yediye beş vardı. Niye bu kadar erken kalktığımın farkında değildim. Rüyada korkmuş olabilirim. Ya dedemden kalan ihtiyar duvar saati durmuş onun tıkırtısına uyanmış da olabilirim. Yatak da biraz uzandıktan sonra üstümü giyip balkona çıktım. Gece nispeten hava rüzgarsız, sıcak temmuz günleri. Sabahın ilk saatlerinden itibaren kuşların cıvıltısı, ormanın arasından akan derenin sesi ve ondan yansıyan görüntüyü izliyorum balkonda. Ve tabi ki bahçede sara titreyen elleriyle bahçeyi saran otları ayıklıyordu. Yarı kapalı, yumuk yumuk gözlerini, büsbütün küçülterek Nehir’e doğru baktı. Baktığı yerde; bir yanda güz bakışlı nehir, öbür yanda gökyüzünün mavilerine karışan gülüşü. Ağarlardan ebemkuşağı renkler… Toprakta ince bir güz yeşili. Çınarların bakışı bir sarı, biraz kahverengi sanki çok çile çekmişler gibi. Gölgeler daha bir koyu, öbür yanda güzelliği güneşi kıskandıran duruşu, parlayışı, çınarları kıskandıran gülüşü. Beni fark etmeden içer girdim. Kahvaltı yapmak için aşağı indiğimde herkes işine koyulmuştu bile, sanırım tek geç kalan bendim. Bu duruma alışmam zor görünüyor… Biran önce yarım yamalak kahvaltımı yapıp üstüme düşen yada bende yapılmasını istenen işleri yapmalıydım.
Gözlerimin önü kararıyordu, ellerim titremeye başladı. Alnımda boncuk boncuk terler dökülüyordu. Elimin tersiyle sildim teri. Hummalı bir titreme tuttu bacaklarımı. Zıngır zıngırdı her yanım. Acımasız bir taarruz gibi üzerime üzerime geliyordu tüm iş. Hayatım boyunca bu kadar yorulmamıştım. Bir nefes aldıktan sonra işe yeniden koyuldum. Saat altı olmuştu ve işim bitmişti. Çok yorulmuştum, akşam yemeğine de çok az zaman kalmıştı. Eve gidip duş alacaktım, güzel kokular sıkmam gerekti çünkü sarayla ilk defa bu kadar yakın olacaktım tabi dere kenarındaki bir iki dakikalık konuşmayı saymazsak.
Saat gelmişti. İçimde biraz heyecan vardı, yavaş yavaş evlerine doğru yürüyoruz. Gökyüzü olduğundan daha sakindi bugün, ağaçlar bugün biraz daha durgunlar, yıldızlar ilk defa bu kadar uzak… Bahçe kapısından girdiğimizde insanı ilk önce iğde kokusu sarıyor biraz ilerledikten sonra kokular bir birine giriyor… Köşkün bahçesi çok iyi dizayn edilmişti. Havuz, havuzun hemen yanında masa ve masanın etrafına simetrik bir şekilde dizilmiş tahtan sandalyeler vardı. Sandal yeler sanrım biraz eski olmalıydı çünkü bazı yerleri böcekler tarafından oyulmuştu.
Kapıyı çaldık. Kapıyı ilk açan saraydı. İçeri davet etti. Bu oda ailenin toplandığı, yemek yediği, oturup konuştuğu, misafirlerini ağırladıkları oda olmalı. Büyükçe, dört köşe, oldukça yüksek tavanlı, basit eşyalarla dizayn edinmişti. Oturduğum yer, insanın ruhuna ılık bir yuva havası veren samimi bir köşeydi. Hemen sol tarafımda masanın üstünde dantelle örtülü radyo vardı. Evin için yapılmış olan kurabiye kokusu sarmıştı. Çok güzel olmasa da kokusu idare ediyordu. Saranın annesinin ismi tenteymiş; anlaşılıyor ki tante eskiden sarışın, mavi gözlüymüş. Şimdi saçları, küçük aktar dükkânı bebeklerinin ne kıla ne de ota benzeyen, dokunsanız hışırdayacağını sandığınız cansız, kuru, soluk rengini, şeklini almış. Gözleri eski ve şekerlenmiş şuruplar kadar donuk, fersiz, katı, suyu çekilmiş… Dibe çökmüş bir gam tortusu. Bu kadar kuru kabuğa benzeyen göze hiç rastlamamıştım. Çok çile çekmiş olmalı gençken… Babasının ismi ise Albert’miş. Albert lider ruhlu sanırım duruşunda güven var, her işi yaparım gibi. Üstün biri ama etrafındakilerden üstün görmeyen biri. Yaşına rağmen genç duruyor. Tanteyle çok zıt kutuptalar. Sara ise giymiş olduğu sarı elbisesiyle papatyalara dönmüş. Çok güzel duruyor gözlerimi ondan kaçıramıyordum. Çok güzel kokuyordu. Gözleri güneş gibi parlıyor, dudağındaki tebessüm hiç gitmiyordu.
Tante; bizi masaya davet etti. Ağır ağır masaya geçtik. Masa oldukça uzun, beyaz örtüyle kaplanmıştı. Her çeşit yemek vardı. Kim yiyecekti bunları bilmiyorum. Sıkıcı bir yemekten sonra oturma odasına geçtik. İçerdeki konuşma sıkmıştı bizi. Sarayla bahçeye oturmaya gittik. Yavaş yavaş yürüyoruz havuzun kenarındaki masaya oturduk. Çok güzel hoş görünüyordu ona bakmaktan alamıyordum kendimi. İki ayrı ağızda aynı anda gülümsüyor gibi, her şeyi her yeri bil hassa ruhu hiç ulaşılamayacak yere saklanmış gibi. Desem diye bilsem, güzelliğini, seni seviyorum diye bilsem, çılgınca asığım diye bilsem, söyleyemem çünkü aramızda mesafeler var. Sanki benden çalınmış gibi, vücudu, gözleri, gülümseyişi, hareketleri ama bir şeyimizi ayrı çalmışlar ben onu seviyorum ama o beni? Şairin dediği gibi; ‘’ Sevda geldiyse başa, kıvırmak artık boşa. Gidersin artık o sevdanın peşinden koşa koşa.’’
Sara; Aşık olduğunuzu hissettiğiniz an panik yapmayın. Sevdiğinizin gözlerinin içine bakın ve hiç gitmeyecekmiş gibi, düşündüklerinden haberi olmayacakmış gibi, düşünün, hayal edin. Şuan ona bakarak bunları yapıyorum.
Tom; Buraya nereden geldiniz sara.
Sara; Arkansas’dan geliyoruz. Siz nerden geliyorsunuz tom.
Tom; Florida dan geliyoruz.
Bir iki dakikalık suskunluktan sonra, erkek arkadaşın var mı? Sorusunu bir türlü soramıyordum. Yanlış anlamasın dan ya da tepki vermesinden korkuyordum. Ama bu soruyu sormazsam gece yatak da beynimi kemirecekti ve cesaretimi toplayıp sormalıydım.
Tom; Arkansas da arkadaşın var mı?
Sara; Evet çok olmasa da arkadaşlarım var. Ama sen Duygusal anlamda soruyorsan çekinmeden lafı uzatmadan sora bilirsin. Hayır yok ben pek duygusal bağ kurmayı sevmiyorum. Nedenini bende bilmiyorum sanırım beceremediğim içindir. Ya da erkeklere pek güvenmediğim için olabilir. Ama bunlar olmuyor diye de aşkı anlamayacak değilim. Bende aşık oldum, o yüzden gecelerce ağladığımda oldu çok aptalcaydı ama bir okadar da çok hoştu. Neyse yine çok konuştum. Senin var mı ?
Tom; Yakınlarıma sevgimi göstermekte çok çekingenim. Büyük olasılıkla sıcak, sevgi dolu bir aile ortamında büyümemiş olmam bunun nedeni. Duyguların denetlediği yakınlaşmaların gizlendiği bir ortamda yetiştim. Çok zaman sevgiyle dolup taşarken bile kendim mağrur bir kale gibi uzak ve sağlam tutmaya çalıştım. Ne var ki benim en akılcı, en dokunaklı yanım oldu bu. Hayattaki gerçekler insana acı verir ona katlanmakta zordur.
Sara; Hayata, bir şeylere kızmak için şartlı bakanlar mutluluğu yakalayamaz. Elbette hem ortak hayatımızda hem de özel hayatlarımızda kızacak çok olay yaşıyoruz. Buna itiraz etmiyorum. Bende bazen dayanamayıp sevgimi saklaya biliyorum. Ama inan bu bir çözüm yolu değil, olsa olsa daha çok can sıkıyor, o kadar. Sevgi üstüne kurmaları gerekir hayatı, böyle düşündüğüm zaman kendimi rüyada hissediyorum. Güvenimi yitirdiğim zaman, bu durumdan kurtulmak için her yolu deniyorum.
Tom; Tavsiyeni dinleyeceğim, teşekkür ederim. Sanırım bizimkiler kalktı bu güzel konuşma için saol. Yarın ormana gezmeye gideceğim
Sara; Rica ederim. Peki, gide biliriz.
Evet, sonunda eve geldik. Akşamın değerlendirmesini yapıyorum kendi kendime. Yatağıma ilk defa bu kadar huzurlu giricem. Hava sıcak; etraftaki cırcır böcekleri kulaklarımı okşuyor. Gökyüzündeki yıldızlar pırıl pırıl parlıyordu. Bir yandan çiçeklerin mis kokusunu içime çekerek yumuşacık yastığa başımı yaslayıp hayal denizinin serin sularına bırakı verdim kendimi.
Sara;’’ Gecenin yorgunluğunu atmak için odama çıkıp; yüzümü usulca göğe yasladım. Gözlerimde kanat çırpıyor bulutlar. Bulut bulut parçalanmış gökyüzünü seyrediyorum. Bulutlar mı üstüme koşuyor, yoksa ben mi bulutların altındayım, bir türlü kestiremiyorum. Saklambaç oynarcasına bir görünüp bir kaybolan ay alıp götürüyor beni düş dünyamın derinliklerine. Gecenin karanlığında japongülleri; her sabah yüzlerce çiçek ala boyanır. Dil büyüklüğünde beş yapraktan oluşan çiçeklerin tomurcukları sabahları hızla açılır, akşamları aynı hızla kapanır. Bu çiçekler, bir sonra ki gün toprağı kızılımsı bir ölüm damgası vurur. Bu hızlı değişim, beni hüzünlendirir, içimi karartırdı.’’
Sara;’’ Kalktığımda daha hava karanlıktı. Dışarı çıktım. Serin bir esinti yüzümü yaladı; ürperdim. Tan attı. Guguk kuşu öttü. Arkasından horozlar… Ortalık ağardıkça kuş cıvıltıları çevreyi sardı. Tarlalar dile geldi. Çevre aydınlandı artık. Seslerin sahipleri gözüküyor artık.’’
Artık yavaş yavaş güneş yükseliyordu, köy; yavaş yavaş geriniyor, yorucu bir güne hazırlanıyordu. Daha ilerideki köprü, onun arkasındaki ağaçlıklar ve en geride uzanan göl birden bire canlanmış, mat beyaz bir ışık birdenbire her şeyi yeni bir hayata atmıştı. Dere yatağının kenarındaki dikenlerin arasında böcekler ötüyor, ara sıra kımıldayan atların ayakları arasından çekirgeler sıçrıyordu.
İlkin gözlerini gördüm. Bahçenin bize bakan tarafındaki duvarın yanındaki pembe güllerden topluyordu. Sanki topladığı güller yüzüne yansıyor, sıcak bir pembelik yüzünü aydınlatıyordu. Duygularıma gem vuramıyordum. Benimde yüzümde, ellerimde güllerin sıcak pembeliği oluşmaya başladı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.