- 490 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
silinemeyen (4) son
Refika kendini aynadan aldı. Islak ellerinin tersiyle alnına dokundu. Otuz yıl önce mezara gömerek ara sıra ziyaret ettiği duyguları yeniden can bulmuştu. "Burada kal," demişti Münir’e. Yemekte bu iki kelimeyi içtenlikle söylemişti; ama şimdi pişmandı. Keşke, "istersen burada kalabilirsin,"deseydi. Eğer bu isteğini bir teklif olarak sunsaydı, şimdi bu iç sıkıntısını ve pişmanlığı yaşamayacaktı. Kafası karıştı. Aslında Münir, Refika’nın ruhunu biliyordu ve şimdiden sonra kendini ona tanıtlamanın anlamı yoktu. Peki, neydi onu hem konuşturan hem de pişman eden şey! Gülümsedi. Hani, insan tanıdığı birinin ismini hatırlayamayıp sıkıntı içinde kıvranırken, birden aklına gelince sevinip rahatlar ya; işte öyle bir rahatlamanın sevinci yaylıdı yüzüne. Evet, bulmuştu. Onu konuşturan, "kal," dedirten yüreği, pişman edense aklıydı. Peki, şimdi söyle bakalım; akıl mı, yürek mi?.. "Evet, yürek," diye mırıldandı. "Çünkü, aklımın ona büyük bir borcu var."
Banyodan çıktıktan sonra hemen yatak odasına geçti. Odadaki her eşyayı bakışlarıyla ayrı ayrı ziyaret etti. İlk günlerin çekingen ve sessiz sevişmelerinden tutup, uykusunda inleyen ince bir adamın son günlerine kadar geldi. Bu yatakta geçen ve hafızasından silinmeyen her dakikayı tek tek didikledi. Kocasının fotoğrafını aldı, öptükten sonra göğsüne sıkıca bastırdı. Yüreği kaynamaya başladı. Uğultuların ve haykırışların yükseldiği bir arena kurulmuştu içinde. Sanki, iki zırhlı gladyatör kıyasıya vuruşuyorlardı. Sallanan her kılıç içini parçalıyordu. Biri tam kaybetmek üzereyken, toparlanıp tekrar diğerine saldırıyordu. Böyle giderse bu kavganın biteceği falan yoktu. Bir yanda evliliğinden kalan anıların hüznü; diğer yanda ateşlenen eski bir aşkın heyacanı. Kimin yanında olmalıydı! Elindeki sihirli kılıcı hangi tarafa atmalıydı!.. Kalın bir zırhın içindeki hüzne mi; eski ve parçalanmış zırhla savaşan aşka mı?
"Ağlıyor musun?"
Refika bu soruyu duyacak gibi değildi. Şimdi o, kendine mutlu ve sakin bir evlilik sunan, kibar ve yakışıklı bir banka müdürünün sevecenlikle söylediği son sözlerini dinliyordu. "Mutlu olmana bak yavrucuğum, sen mutluysan ben de huzurlu uyurum son uykumu," diyen ve ağrılara diş sıkarken gülümseyen bu insanı ne kadar çok özlediğini fark etti.
Yanına kadar sokulan Münir’i görmemişti. Saçlarını okşayan elin sahibine döndü. Münir ikinci kez sordu.
"Ağlıyor musun?"
Refika’nın göğsüne bastırdığı fotoğrafı aldı, uzun uzun baktı. Zaman zaman kızdığı, öfkelendiği, küstüğü; özlemini acıyla çektiği kadının gözyaşlarını avuçlarıyla sildi. "Ağlıyorsun," diyerek, her kelimede zayıflayan ve inleyen sesiyle devam etti.
"Seni o kadar çok sevdim, o kadar çok seviyorum ki, bensiz olan anılarını incitmeyi, silmeyi istemem; senin gibi birini seven yüreğimle her zaman gurur duydum." Eğildi, Refika’nın ıslak yanaklarından öptü. Bir sır verecekmiş gibi, ağzını kadının kulağına dayadı. "Bugünkü öpüşmemiz bana mezara kadar yeter, hoşça kal!"
Refika, yaşlı ve şaşkın gözleriyle Münir’e bakıyordu. Bir zamanlar kendine köle gibi davranan, kölesine âşık bu adamın gözleri dolmuştu. Kıpırdayan kirpikleri doluluğu taşırdı. Onun ağladığını ilk kez görüyordu. Kendini eski bir asma köprünün üstünde sandı. Düşmemek için duvara yaslandı. "Aklımın kalbime borcu var," diye geçirdi içinden. Sihirli kılıcı aşka doğru fırlattı. İçinden haykırdı, "anılara dokunma; ama öldür şu hüznü!"
Münir, daire kapısına doğru yürürken elinin tersiyle birkaç damla yaşı sildi. Kasketini başına özenle yerleştirirken Refika’nın sesi cennet muştusu oldu.
"Nereye gidiyorsun be adam?.. Doğru yatağına!"
Münir, sevinç çığlığı atmamak için kendini zor tuttu. Refika’ya sarıldı. "Haklısın, hemen yatalım, yarın erken kalkacağız, ikimiz de dinç olmalıyız."
"O niye?"
"Bilmiyor musun be kadın, yarın Tandoğan Meydanı’nda emperyalizmi protesto mitingi var!"
Son