- 676 Okunma
- 5 Yorum
- 0 Beğeni
Uzaklardan...1 (Ben de bundan istiyrem!...)
UZAKLARDAN... 1
’Ben de bundan istiyrem!...’
’Ben de bundan istiyrem!...’
Düzensiz züccaciye dükkanının daracık kapısına yaslanmış, bir ayağı içerde, diğeri dışarıda dikilen ve önünde asılan rengarenk plastik eşyalar ile oynamakta olan, tahminen üç yaşlarındaki küçük kız, çilli yanaklarının üzerinde ışıl ışıl yanan gri gözlerini elimdeki yarısı yenmiş simide dikiyor ve satıcı ile hararetli bir pazarlığa dalmış olan annesine ağlamaklı bir tonda sesleniyor.
’Ben de bundan istiyrem!...’
Alışverişin en koyu ve heyecan verici nüansında gezinen annenin pek kızını duyacak hali yok. Göz kulak olsun diye başına diktiği ve beş yaşlarında olduğunu tahmin ettiğim ablası ise,yüklendiği sorumluluğun ağır yükü altında ezildiğini tüm çıplaklığı ile belli eden çaresiz nazarlarla, önce figanlar içerisindeki kardeşine, daha sonra da elimdeki taze simide yönlendiriyor bakışlarını.
Yarısını yediğim simidin sağlam tarafından bir parça koparıyor ve küçük kıza uzatıyorum. Bir yandan da, kültürlerine yabancı olduğum toplumun bu küçük bireyinin, bu davranışımı nasıl karşılayacağını düşünüyor, vereceği tepkiyi merak ediyorum. Biraz da çekinmiyor değilim hani...
Küçük kız, bir iki saniyelik bir tereddütten sonra uzattığım simidi alıyor ve iştahla yemeye başlıyor. Derin bir nefes alıyorum, zira sınavın ilk bölümünü başarı ile atlatmış durumdayım. İşin zevkini aldım ya, durur muyum hiç? Simidin kalan bölümü de ablasına veriyorum. Kardeşinin açtığı yoldan o da tereddütsüz ilerliyor ve simidi afiyetle midesine indiriyor.
Sokak ortasında bir şeyler atıştırmayı aslında hiç sevmem ama, hissettiğim davranış bozuklukları şekerimin düştüğünün habercisi, acilen bir şeyler yemem gerekiyor.
Sonuçta, bizim simidin yarısı o küçük iki kız çocuğuna nasip oluyor. Şekeri dengelemek de, marketten satın aldığım Pepsi şişesinin marifetine kalıyor.
Küçük çocuklarla aramda geçen bu sessiz alışverişi anneleri son anda fark ediyor, biraz şaşkın, biraz mahcup, alçak sesle ve pek anlayamadığım bir kaç kelime ile sanırım teşekkür ediyor.
Alışveriş yaparken pek konuşmuyor, oldukça yetenekli olduğuma inandığım işaret dilimi kullanıyorum burada. Zira, Türk olduğumu anladıklarında hemen fiyatları yukarılara çekiyor satıcılar, tek eğlencemiz olan bu aktivitenin de tadını kaçırıyorlar.
Geçenlerde küçük bir teflon tencere aldım, çizilmesin diye ahşap bir spatula arıyorum. Dükkanın hemen girişinde aradığımı buldum, uzak köşedeki satıcıya işaret ile ne kadar olduğunu sordum.
’Bir manattır!...’
Parayı çıkarıp veriyorum. Çocukların annesi, biraz şaşkın, biraz da hayretle yaptığım bu sessiz alışverişi izliyor.
İşim bitti, aradığımı buldum ve satın aldım. Yavaşça dükkandan dışarı süzülüyorum. Küçük kız hala kapıda dikilmekte,başını okşuyor, gürültülü sokaktan pazara doğru ilerliyorum.
Daracık bir sokak burası. Sağda solda mutfak ve çeşitli giyim eşyaları satan, sokağa taşırdıkları malları ile yürüme alanını iyice daraltan dükkanlar. Alıcıların büyük bir kısmı kadınlar. Kendimi bir anda bu yabancı ülkede yalnız hissediyorum ve ellerimde poşetlerle bu kalabalık kadın grubu içerisinde dikkat çekeceğimi düşünüyor, küçük bir utanma krizi geçiriyorum.
Yaklaşık bir aydır ilk kez tatil yapıyorum. Sabah erken kalkmadım bu gün, her zamanki erken saatte uyanmama rağmen, yerel saatle dokuza kadar yatak keyfinin tadını çıkardım.
Yaşadığım küçük, tek kişilik evimde, kahvaltı yapacak pek bir şey kalmamış. Zaten buraya taşınalı da henüz iki gün oldu, nevaleyi düzmeye vakit bulamadım.
Bir yatak odası, salona bir bar görüntüsü ile birleştirilmiş küçük bir mutfak ve banyo-tuvaletten oluşuyor. Batıya, Sumqayıt’ın yerleştiği ovanın nihayetindeki çıplak tepelere bakan küçük de bir balkonu var. Sağa döndüğümde, hayallerimde hep hoş bir gizem olarak yaşattığım ancak, bu batı sahillerini yalayan kirli dalgacıkları ile ilk tanıştığım günde hayal kırıklığına uğradığım Hazar Denizinin, çamur rengi ile lacivert arasında bocalayan sularını da görebiliyorum bu balkondan.
Yirmi küsür yıldır çalışmayan fabrikaların kocaman bacaları, manzaramı oldukça sevimsizleştiriyor gündüzleri. Geceleri ise, karanlığın esrarengiz örtüsü altına gizleniyorlar, sadece ışıkların süslediği caddeler gülümsüyor bakışlarıma.
Sovyetler Birliği dağılmadan önce bu şehir, dünyanın hava kirliğinde lideri imiş. Hemen hemen her yetişkin insanın ağzındaki sıra sıra altın dişleri bu olaya bağlıyorum kendimce. Ovanın sonundaki alçak tepelerdeki çıplaklık, ağaçtan yoksun dazlak yamaçlar da sanırım bu olayın bir başka yansıması.
Yeryüzünden, gökteki bulutlara uzanıyormuş gibi yükselen bu çirkin fabrika bacalarının, bir zamanlar bu yöreye ölüm kustuğunu düşünmek gerçekten ürkütücü. Ruslar, tüm ülkenin kimya sanayini buradan temin etmişler zamanında ve zehri yöre halkına soluttururken, nimetlerinden kendileri faydalanmışlar.(Uzaklardan memlekete seslenmeye devam edeceğiz)
Bir Tutam Hayat- 19.05.2013 SUMQAYID-AZERBAYCAN