- 2037 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Bakır çalığı saçlarındı uykusuzluğumun bekçisi...
Ben seni sevdim kızım sevdim seni, ister dağdaki taş çatlasın, ister yüreğim çatlayasıya çarpa kalsın, umrumda değil, kör bir bakışına umarsız kalmamış yüreğim, ister aç gözlerini, ister yan bak, ben seni sevdim be kız, artık eskisi gibi sırtını dönme bana, bak hâlâ Lili’ciğim okuyorum...
Bir yudum su dolandırıyorum ağzımda, bir koku var avuçlarımda, akşamdan kalmış bir düş var gözlerimin karasında, aklım hep o bakır çalığı saçlarında, ben seni cidden sevdim be kız, saçlarının kokusu dalmış gitmiş ormana, bir ceylan kapışmış yosun kokusuyla, ben seni karanlıklarda sevdim be kız, ben seni yoksunluklarında sevdim, sevgiden öteki duvar bu taş örgülü, ben seni duvarlara rağmen sevdim ben kız...
Ben seni karanlıklara rağmen sevdim be kız, unutulmuş tüm mektupları okuyarak tekrar tekrar sevdim seni be can kız, bakır çalığı saçlarına çarpan gölgeliklere rağmen ben seni sevmeye kalktım be can kız...
Bakır çalığı saçlarındı uykusuzluğumun bekçisi...
Bu hayata vay be diyene vay be, karanlıkların ardına bak, karanlıklarda gölgenle konuşmana bak, vay be can, öksüzlüğüm düşmüş sabahın seherine, saçlarının alacasının gölgesi vurmuş camlara, vay be bu kara bir sevda ki akı karası birbirine karışmış vay be... Uzak sevmeleri anlatma bana, yakınlarda sevgi yangınları var, bir ateş düşmüş sığ kıyılığa, oysa sen neden derinlerdesin, vay be…
Sokağa düşmüş bir adam, kendine barınamayan bir ruh, gelmiş geçmiş tüm zamanlarının en büyük iç döküşleriyle, darmadağın duruşta bir ruhla sadece acılanmanın içinden çıkmak isteyen bir yürek bir sevgi, sahipsiz düşüncelerle aldanılmış hislerin içinde dolanan bir benlikle şaşkınlaşmış bir duruşla yine o adam…
Kaç yılın sonunda bu sevgi çıkmazının ucu görünmüş, kaç baharın çiçeği kurumuş açmış, kaç yılın bu aylar çocukları doğmuş ve kaç sevda şarkısıyla anlatılmış bu sevgi?
Adı neydi bu sevginin, neydi adı bu acıların kaç defa soruldu bu soru ve kaçıncı yılsonu arayışları bu o günlerin nefes almaları…
Alınmalı mıydı o nefesler, yaşanmalı mıydı o anılarla, öksüzleşerek geçmiş bunca yılsonunda anlatılmalı mıydı hâlâ bu aşk?
Oysa söz verilmiş sevda huzurları vardı, oysa hayata dair gülüşler vardı saklılarımızda, oysa mutluluğu anlatan cümleleri ezberimize almıştık, boş verilmiş umutlar vardı derinlerimizde, oysa biz sadece el tutuşmaları özlemiştik ki yalanlardan, riyalardan bize ne derdik ki oysa hayat sollamış geçmiş bizi, aldıkları çoktu oysa verdiklerinden, bizse dünyayı es geçmiştik birbirimizde varız derken...
Bitmemiş yaşamın içinde bitirilememiş düşünceler vardı aslında daha, kaç zaman var ki önümde kaçı geçti yetişemedik yapılacaklara, geç kalınmış sevdalar vardı geç kalmış ölümlere uzanan, birikmiş bir sevgi olgusu vardı, sen bendensin ben sendeyim derken geçen zamana nasıl da kıyılmış bu sürtünmelerle, kaderin ağları hücre hücre örülüyordu aslında, biz sadece içinde bir döngeçte kalırken, ertelediğimiz gelecekte yapılacaklarda, çok eksik kalmış düşüncelerimiz vardı aslında, neydi bunları eksik bırakan sebepler, daha ne yapmamız gerekliydi daha neyi takip edeceğiz ki bu şaşırmış halimizden, daha pek çok uğraş var önümüzde yapmak istediğimiz, çünkü yapacaktık ve de mecburduk, umutlarımız vardı bu utkunun içinde, vazgeçmeler ve de bezmişlik asla yoktu, sadece beklentilerimiz vardı, unutamadığımız yeminlerimizle geçmişe dair kendi kendimize sözlerimiz vardı…
Sen sevgili sen düşüncemden bir düşsen bitecek bu uğraşların tamamı ama her geçen gün bir avuç bir avuç daha gömülüyorum senli düşüncelerdeki uğraşlara…
Aslında sonsuza uzayacak hüzne bulanmış bir zaman beklentisi vardı önümde, sahipsiz düşüncelerin pervaneleştiği bir zaman diliminde yol almak, ancak sahiplenilemeyen bir benlikle taban kesiklikleri ile taban açılmalarında dolanmaktı, zamanda yaşam sonsuzluğu hiç bağlamazdı yaşamı, her şey an için kararlarla ve de ataklarla oluyordu, karasızlık sevginin küflenmiş haline yolculuktu belkisiz ve sonsuzluğa asla uzanmazdı bu kaçaklıkla yürek taşımak, biz bu hayatın zor zincirlerini kırmaya çalışırken elbette yaralanıp berelenecek ve de acılar küflüğünde dolanacaktık, belki de bu herkesi kendimiz sanmalarımızın kör bir bedel ödemesiydi...
Şimdilerde kendimize yazdığımız şarkının cümleleri arasında kendime en çok uyan sözlerin tınısını dinlemek istiyoruz ardından derin bir iç çekiş ile sadece kendimize ait olmasını ve sadece kendimizin olmasını istiyoruz o cümlelerin, oysa başında ayrılık damgası vurulmuşken benliğimize oyunun kuralından çıkıp kaybedenlerin arasına katılmıştık ve hem de dışlanarak hayattan, sadece benlik savaşıydı bu haklılığımız karşı duruştu bu bedel hak edilmeyenlere ödenirken bir kez daha can yakıyordu…
Yağmurda bir adam yürür, dilinde ayrılıklardan önceki bir şarkı, bir şimşek çakar ansız, ayrılık korkuları çıkar aydınlığa, bir adam yürür, önünde hayalindeki kadın yürür, adam sendeler korkular gölgelere karışır, eksik kalmış bir son bakış peydahlanır yerde toplanmış çamurumsu suyun ışıltısından, adam yürür dünya döner şaşkın bakışlardır aslında korkusuzluk korkusuna bulanan...
Adam yürür kalır kadın kalabalıklarının arasına karışır, beklentisiz günler başlar akıl diplerinde, adam yürür yüreği çarpar son hızında, bir sessizlik çalar ortaya akşamdan kalan ıssızlıkla. Adam yürür önünde son yolların kaldırım taşlarındaki gölgeler belirir, adam yalnızlığına yürür aslında bitmeyesiye kaldırım taşlarının yol kenarlıklarında...
Bir şiddet örtüsü kaplar öfkesinin içinde gizli kalmış hislerinden, Acınası bir yolculuktur adamın yürüdüğü.
Kadın durur adam durur kadın ardına bakmaz, adam tüm ruhunu hırpalar suskunluğunu bozmamak için, sorgusuz kalır adam.
Kadın utanç duyar bakmaz yerden başka yere...
Adam kaldırım taşlarının ıslaklığına basar hınçla hayatının geçmiş zamanlarından intikam alırcasına.
Adam güler, kedi kendine sessiz, ıssız, sadece "sen bu sevgiyi hiç hak etmedin" demeye çalışır gölgelerdeki kadına...
Kadın yürür duymaza gelmeye çalışarak, adam basar tabanlarına, "ben bu hızla durmayı hiç düşünmezken sen düşeceksin" der kadına, "düşeceksin hem de sorgusuz, yargısız, paldır küldür sahipsiz, işte bu senin kaçınılmaz günün olacak..."
Adam yürürken bu sefer gülümser, "hayat çoğu zaman aldıklarını geri vermez" der ve ekler, "hak eden hak ettiği bedeli öderken hayat insanı affetmez…"
Adam yürürken bu sefer acımsı bir gülümseme ile bir şarkının tınısına göre ayak uyduruyordu, affedilmeyenlerin de yürüdükleri kulvarlar vardır ki o kişi o kulvarlarda yalnızlık acıları ile yürür…
Yağmur tüm öfkesini sert damlaları ile toprakta açtığı çukurlarla çıkarıyordu…
Öfkenin yağmur damlalarına yapışıp, sert rüzgâra rağmen, düşerken tüm basıncını geçmişin yüklerini omuzlarında taşıyan adamın omuzlarına çarptırarak adamın daha da ezilmesini sağlıyordu, hayatın dar kapılarından sivrilerek çıkan adam, geçmişin yorgunluğuna rağmen, kafasında olgunlaşarak değişime uğrayan tüm yaşam karelerinin önüne bir öfke duvarı açıyordu…
Darbelenmiş yıllarına rağmen, hâlâ saygın kalmak onu bir kez daha çökertiyordu aslında, ezilmişliğin verdiği bir iç güvensizlik ve de acıma duygusunu kendine yapıştırıyordu…
Sonu gelmez ar zamanlarının tükenmeyen bir bileşkesiydi bu ve özlüyordu kaybettiği yılların ardında saklı kalan özlem dolu, övünç dolu günlerini…
Aslında en acıyan yerimizi en çok sevdiğimize her zaman söyler olmuştuk… “Benim hiç sevmediğim karakterim vardır ki o da bu arkadan vurulmakta hiç gücüm yok” diyerek…
Ve gün geliyor, en sevdiğimizce en hassas yerimizden vurularak devriliyorduk, çürümüş bir çınar gövdesi gibi şaşkın bakışlarımın arasından bakarken, gözlerimden akan yaşlar benden önce yere düşüyordu…
Ardından tek söylenecek söz bırakmadan, sadece “sevmenin güven bedeli ansızın en sahipsiz yerimizden vurulmakmış” derken artık hiçbir şeyin yaşama çözümü olamayacağını da öğrenmiş olmak, hayatımızdan hiçbir taşı yerinden oynatamadan veryansın edip dönüyordum öğütüldüğümüz yerden alaca karanlık odamıza sızlanmaya…
İnsan vuruluşunu vurulduğu zaman anlıyordu aslında ki sevgi bunun ılık ocağı idi…
Bakır çalığı saçlarındı uykusuzluğumun bekçisi...
Mustafa yılmaz
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.