- 775 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
BÜYÜK OĞLANLAR KÜÇÜK BEYLER
Maşallah, 41 bin kere maşallah.
Bereketine kurban ülkenin…
Ne ararsan var içinde.
Akiller var, akıllar var.
Çevreciler var, çevreyi kullananlar var.
Taş atanlar var, taş yiyenler var.
Ondancılar var, bundancılar var.
Çapulcular var,
Teröristler var.
Şerefliler var, şerefsizler var.
Susanlar var, susturulanlar var.
Artistler var örneğin, sanatçılar var.
Siyasiler var, siyasetçiler var.
Ama nedense beklenilenlerin hiçbiri yok ülkede…
Ya da var, ama siz bize bütün bu izlettiklerinizle olmadığını inandırmaya çalışıyorsunuz belki de…
Herkes de bir güç gösterisi var. Ama herkes de.
Herkes kendine bir oyun kurulduğunu düşünüyor,
Herkes kendini, birilerinin yıpratmaya çalıştığına inanıyor.
Tuhaftır, en alttaki de böyle düşünüyor, en üstteki de…
Herkes benim adamım, benim davam, benim düşüncem, benim felsefem, diyor. Söyleme bakılırsa, herkes çoğul cümleler kullanıyor, ama uygulamaları gözlemlediğimizde, ülke büyük bir ayrıştırmaya sürükleniyor…
Şimdi var mı bilmiyorum. Ancak bizim zamanımızda Tarih kitaplarında savaşlar anlatılırken, bir gerçek sebep, bir de bahane sebepler adı altında, savaş nedenleri sıralanırdı. O zaman bu maddeleri okuyunca, gerçek sebepler değil de, bu bahane sebepler üzerinde epey kafa yorardım… Tuhaf gelirdi nedenler, saçma derdim… Bunu bahane ederek, savaş açmak bir ülkeye ne kadar mantıklı olabilir ki, diye düşünürdüm
Oysa bugün geldiğimiz nokta, bir kere daha; bahanenin sebebe, sebebin ise bahaneye nasıl kolay dönüşebileceğini, gösteriyor.
Yerel bir çevre olayı , uluslar arası gündeme dönüştü…
Bir iç meselenin bu denli yabancı ağızlarda dolaşması; ilginçtir, rahatsız edicidir, hatta sinir bozucudur.
Ancak aynı iç meselenin bu kadar dallandırılarak çözümlenmemesi de, yine aynı ölçüde; ilginç, rahatsız edici ve sinir bozucudur….
Çünkü karışanlar, karıştıranlar, inatlaşanlar, inatlaştıranlar derken, bir kuşağı daha, belki bilinçli belki bilinçsiz sokağa döktünüz.
Üstelik, marjinal dediğiniz o kesimle de ister istemez, aynı tarafta buluşturdunuz bu gençleri.
Direk görüşmeler varken, araya aracılar yerleştirdiniz.
Ne onların aracıları, ne de sizin aracılarınız, olayı sükûnete indirgeyemedi.
Kafa karıştıran söylemler dağıldı etrafa.
Artistlerden Hülya Avşar’ın okuduğu kitabı öğrendi insanlar. Birde kızıyla olan ilişkisi var elbet.
Polat’ın gerçek hayatta Hülya Avşar’dan da beter konuşamadığı, analiz edildi. Hatta ciddi anlamda büyük bir iletişim problemi olduğu gözlemlendi.
Gülündü, eğlenildi, ama çözüm noktasında doğal olarak hiçbir yere gidilemedi.
Başbakan Yardımcısının özrü dinledi.
Vali’nin gece yarısı gençlerle yaptığı çay sohbetiyle sevinildi. Hatta öyle ki, insanlar ümitlenip, galiba düzeliyor bir şeyler dedi.
Hele Cumhurbaşkanın konuşmasıyla, “beklenen duruş budur “dedirten tebrikler iletildi.
Ancak siyasi iktidarın başı, herkes gibi düşünmüyordu.
Olaylar büyüktü. Ortada büyük bir tezgâh vardı. Ve o çocuklar oradan alınmalıydı… Her şey çocuklar içindi, her şey millet içindi.
Ama millet de çocuklarda inanılmaz gerildi. Olaya karışanlarda, karışmayanlarda, özellikle de esnaflar inanılmaz bir sıkıntının içine sürüklendi.
Söylem hataları, konuşmalardaki üslup yanlışlıkları, çözümlenecek basit bir olayı iyice gerginleştirdi.
Ama kimse kendisinde hata görmedi.
Özür dilemek zordu esas kahramanlarca. O yüzden herkes kendi haklılığını ispatlamayı seçti.
Susanlar, düzelmesini umanlar, sessizce dua edip, “dirliğimizi, birliğimizi bozdurma Ya Rab” diyerek yaşanılanları içine atanlar,
“ küçük beyler ile büyük oğlanlar” dan daha büyük acı yaşadılar bana göre.
Çünkü diğerleri bir şekilde streslerini atmışlardı. Ancak yaşanılanları içine atanlar, yüreklerinde biriktirdikleri ile çok daha fazla yandı.
Herkes konuştu, bir onlar sustu.
Tuhaflık o ki, herkes susanları kendi tarafından bildi. Oysa susanlar her iki gruba da kızanlardı aslında.
Gerginlikleriyle bu ülkeyi gerenler, sessizlikleriyle bu ülkeyi seviyoruz diyenlerin, sessiz çoğunluğunu algılayamadılar.
Herkes kendi kalabalığını gördü. Herkes kendi egosunu tatmin etti aslında.
Yüzlerdeki yorgunluğu, yürekteki kırgınlığı kimse anlayamadı.
Kırgınlık, belki birilerinin vicdanında bir yara açmadı.
Ama yara, kırılan gönüllerin dünyasında unutulmaz hatıralar bıraktı.
Yinede,
Yaşanılan bunca sıkıntıya rağmen, her iki taraf içinde hala geç kalınmış sayılmaz bence.
Biraz sağduyu,
Biraz tevazu, her şeyi çözer.
Hep diyoruz, Türkiye renkleriyle güzel, renkleriyle özel diye.
Bu cümbüşü bozmamak, bu güzelliği bozdurmamak gerek.
Ha her şeye rağmen, bilmediklerimiz varsa, bildiklerimizle ışık tutmak isteriz sizlere. Diyarbakır Belediye Başkanı’nın Ha si… diyerek hükümete ve devlet büyüklerine yaptığı küfrü unutmadık.
Yine aynı şehirde terörist başının mektubunun okunduğu günü de silemiyoruz bir türlü hafızamızdan.
Apo’nun posterleri, sözde Kürdistan bayrakları, gözümüze sokulur gibi canlı yayın vasıtalarıyla saatlerce bizlere izletilmişti.
Tek bir Türk bayrağı olmadan, özgürlüklerini ifade eder gibi, bir sunum yapmışlardı saatlerce.
Acıdık, yana yana acıdık hemde.
Bugün yaşadıklarımız bunlardan daha mı ağır sizce.
Onları unutuyor, onları konuşmuyor, onları affediyoruz da, bunları anlamak mı zor geliyor gönlünüze.
Bütün bunlar nasıl unutulduysa, yokmuş gibi davranıldıysa ya da tepkisi cılız şekilde aktarımı sürdürüldüyse, bugün yaşanılanlarda aynı şekilde unutulur ya da yok sayılabilinir herhalde.
Çünkü bugün suçlayarak baktıklarınızın yaptığı hiçbir şey, geçmişte o insanların, yaptığından ya da yapacağından fazla olmayacaktır.
Sevgilerimle…
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.