ÇENGELKÖY’DE 1968–70 YILLARINDA DENİZ MEVSİMİ
ÇENGELKÖY’DE 1968–70 YILLARINDA DENİZ MEVSİMİ
Sevgili Çengelköy, günümüzden yaklaşık 45 yıl önce, Ege veya güney sahillerimizde “Tatil Yapmak” diye bir kavram, çok küçük bir azınlık dışında yoktu. Kış mevsimini İstanbul’un Avrupa yakasında ki evlerinde geçiren insanlar, yaz mevsimi için, Anadolu yakasını tercih ederlerdi.
Yazlıkçıların Anadolu yakasın da tercih ettikleri yerler, Fenerbahçe’den Bostancı’ya kadar olan sahil boyu ve Boğaziçi kıyılarıydı. Bu nedenle, her mayıs ayında İstanbul’un Avrupa yakasından, Anadolu yakasına ‘bir göç’ yaşanırdı. Koskoca kamyonlar, tıka basa eşya ile dolu olarak araba vapuru (Boğaziçi Köprüsü henüz yapılmamıştı) ile Anadolu yakasında ki yazlık evlere yük taşırlardı. Eylül’den sonra da, bunu tam tersi yaşanırdı.
Çengelköy veya Boğaziçi’de yaşayanlar için, böyle bir angarya yoktu. Çünkü buralar da yaşayan insanlar yaz mevsimini, kendi sahillerinde geçirirlerdi. Yaz geldiğin de bütün Çengelköylüler, kendilerini hamallar iskelesi, Havuzbaşı aralığı, çınaraltından Çengelköy iskelesi, dalyan ve Kuleli sahillerine atarlardı. Sevgili okur, bu samimiyet, bu güvenilirlik, bu coşku ve eğlenceler görülmeye değerdi. Çengelköy’ün kıyıları, nasıl ana baba gibiyse, denizin üstü de kum gibi kayık dolu olurdu.
Gün boyu güneşin ve denizin tadını yaşayanlar, akşamları ise kendilerini, yazlık açık hava sinemalarına atarlardı. O zamanlar Çengelköy’de şimdi bir otel olan, dalyanda ki “Çengelköy Sineması”, BP benzincisinin tam karşısında ki “Yeşil park Sineması”, efendim bu sinemanın perdesi bezden yapıldığı için, rüzgâr estikçe, perdesi bir arkaya, bir öne doğru şişerdi, seyredenler sanki “Üç Boyutlu” film izliyormuş gibi olurlardı. Bu iki eski sinemanın dışında, sevgili Turhan Togar ağabeyimizin işlettiği, şimdiki “Gazete Bayii” nin arkasında yer alan, “Yeni Sinema”, bu sinema daha çok yerli film oynatırdı. Ancak o küçücük sahnesinden kimler geçmemişti ki. Kırk kişilik saz gurubu eşliğinde Yıldırım Gürses, İsmail Dümbüllü ve kumpanyası, Muammer Karaca tiyatrosu vs. gibi. Diğer sinema da Çengelköylülerin göz bebeği “Nur Sineması” idi. Bu sinemanın perdesi halen durmakta, hem otopark olarak kullanılıp, hem de “Adanalı” filminin platosu olarak kullanılıyor. Bu sinemada ki, sünnet düğünleri ve sahnesinden geçen sanatçıları, bir başka yazımızda anlatacağız.
Sevgili Çengelköy, yıl 1970…Yaz mevsimindeyiz. Arkadaşlarla akşamüstü motorla Bebek’e gitmeyi planlarken, saat 10’a doğru, bizim çocuklar daha fazla dayanamayıp, sandala bindiler. Hamallar iskelesi cıvıl cıvıl, herkes denize giriyor. Deniz de kayıklar silme insan dolu, hava çok sıcak. Bizler nevaleyi düzdükten sonra, atladı sandala ve “Ya Kısmet” dedik. Önce “Çınaraltı”nın önün de biraz piyasa yaptık, kendimizi gösterdiğimize emin olduktan sonra, monkirik Aydın’ların yalısından ve Çengelköy iskelesinin üzerinden, çeşitli stillerde (Arap Kamil başta olmak üzere) atlayışlar yaptık. Artık bizleri gören bazı gözlerin dikkatlerini üzerimize çekmeyi başarmıştık.
Bindiğimiz sandalda kimler yoktu ki; Hikmet Gürkaya (Dalton), Ömer Beker, yavri Şahin, Abdurrahman Akarsu, rahmetli optik Nezih, Adnan ve Şükrü Tiryaki, lüfer Semih ve ben Hüseyin. O sırada vapur geldi, biz tabii ki bunu hiç kaçırır mıyız? Hemen arkada vapura tırmandık. Bizim gibi dört beş kişi daha vapura çıktı, vapur iskeleden kalkarken, çımacı Dursun “Ulan bir gün sizi yakalayacağım nasılsa…” diye arkamızdan bağırıyordu. Vapur tam adresten (Çınaraltı) geçerken, bizler de vapurdan atlamaya başladık. Havamızı attıktan sonra, bizleri bekleyen sandala, arkamızı dönerek tutunup, ters bir taklayla bindik ki, bizi izleyen (!) gözler, “İşte Budur” desinler.
Bizler kürekle, Kuleli, Vaniköy ve Kandilli akıntılarını geçip, Küçüksu plajına kadar geldik. Ora da biraz oyalandıktan sonra, Kanlıca körfezine vardık. Körfez çok neşeli idi, iğne atsan yere düşmezdi. Bizler hemen vaziyeti kontrol altına alıp, istediğimiz gibi davranmaya başladık. İçimizden denize en güzel atlayan “Elebaşı” oluyordu, o nasıl atlarsa, arkasından atlayan yarışmacılar, aynı onun gibi atlayacak, atlayamayan elenecekti, kural bu idi. Bu arada bizim lüfer Semih, elinde bir zıpkınla “Mercan” vuracağım diye daldı. Evet… Mercan’ı vurmuştu… Ama bu mercan, o mercan değil, bizim rahmetli “Optik Nezih”ti. Evet, sevgili Çengelköy, lüfer Nezih’i kolundan vurmuştu… Garibim Nezih “Yandım Anam” diye bağırmaya başladı.
Ömer ve ben hemen onun yanına koştuk, Nezih’in kolu kanıyordu ve Ömer sordu;
—Vuruldun mu ulan…
—Görmüyor musun, ulan i.ne…
—Ömer bana döndü, şimdi sıçtık işte… Dedi…
—Ömer, dur lan bir bakalım…
—Ulan neyine bakacan, öldüm be…
—Ben, şu yalılardan birinden tentürdiyot alalım diyebildim, çünkü zıpkın hafifçe girmişti…
—Yavri Şahin, çabucacık bulup buluşturup, pamuk ve tentürdiyot getirdi…
—Lüfer Semih tentürdiyodu aldı, boca dökmeye başladı…
—Ben, dur ulan önce zıpkını çıkaralım… Sonra öyle dökülmez o, yarayı azdırır…
—Ben zıpkını tutup, şöyle bir çektim ama çıkmıyor… Zorlamak lazım…
—Ben aniden çekip, zıpkını tuttum çıkardım…
—Sıcağı sıcağına bir şey duymamıştı Optik Nezih…
_Ha bire bağırıyordu… Ulan i ne… Ulan senin ecdadını… Avratını…
—Biz Ömer ile birlikte, bir parça pamuğu, hafifçe tentürdiyoda bandırıp, y*aranın üzerine bastırdık. Sargı bezi ile sardık. Bizim Çındemir’lerin tersanelerinde kullandıkları, kalın saçtan yapılmış, koca bir tekne geldi. Tekne de, Ayhan, Kayhan ve Erhan Çındemir, Sadi ve babası rahmetli Salih reis vardı. Kaptan da Salih reis idi. Tesadüf onlar da gezmeye çıkmışlardı.
Sevgili Kayhan, “çocuklar sandalı bizim tekneye bağlayalım, Çengelköy’e kadar sizi çekeriz” dedi. Bizler tekneye bindik, Ömer kayıkta kaldı. Bizler “ne güzel yorulmadan köye döneceğiz” diye düşünürken, bizim akıllı Ömer, kayığın burnuna oturmuş, kayığın tekneye bağlı ipini, ileri geri çekerek oynuyordu. Bu arada bir gagla gelip, Ömer’de kayığın ipini biraz hızlı çekince, olanlar oldu ve bizim kayık, onun da ağırlığı ile dibe doğru batmaya başladı. Bizler, Ömer’in haline gülmekten kırılıyorduk. Suratı sanki bir bebek gibi ağlamış bir surat olmuştu. Ve sonun da kayık battı… Elbiseler, paralar, kasetçalar ve depozitosunu alacağımız biralar, hepsi suya gömüldü. Hepimiz suya atladık, herkes bir şeyler toplamaya çalışıyordu.
Salih reis, tekneyi durdurmuştu. Bizler sandalı kıyıya çekip, suyunu boşalttıktan sonra, tekrar tekneye bağlayıp, Çengelköy’ün yolunu tuttuk. Akşama kadar evde uyudum, sonra kalkıp saat 22.00 suların da sahile indim. Baktım çocuklar da gelmişlerdi ve takım yine aynıydı. “Alamanyalı Mustafa” abinin motorlu teknesini denize indirdik. Yeniden nevalelerimizi düzdük ve bu defa direkt Bebek’e şimdi olmayan, “Bebek Belediye” gazinosunun önüne demir attık.
O sırada moda, sinemadan sahneye çıkmaktı, Yeşilçam’ın bütün starları sahneye transfer olmuşlardı. Bu yüzden sahnede Fatma Girik vardı, biraz onu dinledikten sonra, “şöyle bir dolaşalım” dedik. Bebek koyuna girdik, rahmetli Sadri Alışık teknesindeydi, bizlere “aman çocuklar güneş batmadan içmeyin sakın” dedi. Kendisini Kandillide ki yalısından tanıyorduk. Ona “sağol abi” dedikten sonra, “Nuri’nin Yeri” diye bir tavernanın önüne demir attık. İçeride Adnan Şenses “Gök Yüzünde Yalnız Gezen Yıldızlar” adlı şarkıyı söylüyordu.
Etrafımız da başka kayıklar da vardı. Adnan Şenses, bir ara bizlere doğru bakıp, şarkıyı kesti ve “aman üstadım merhaba, lütfen içeri buyurun” dedi. Meğerse üstat dediği Teoman Alpay adlı bestecimizmiş. Adamcağız, eşini ve nevalesini almış, “Aheste Çek Kürekleri, Mehtap Uyanmasın” misali, hem demleniyor, hem de müzik dinliyordu. Adnan Şenses’in ısrarını kırmayarak, müzikholün penceresinden içeri girip, mikrofonu eline aldı. Ne tesadüftür ki, kendisi bu şarkının bestekârıymış, güftesini de Hikmet Münir adlı bir kişi imiş ve bu besteyi, gökyüzündeki yıldızlara bakarak yazmış.
Şarkının tamamını Teoman Alpay söyledi, bizler dinledik. Adnan Şenses, “bir eseri bestecisinden dinlemek ne kadar duygulu” dedi. Gerçekten üstat, parçanın hakkını vermiş, bütün seyirciler ve tabii ki bizler, üstadı coşkuyla alkışlamıştık. Efendim, gençlik işte, saati yine üç buçuk yapmıştık. Güzel geçen bir gecenin ardından, Çengelköy’e döndükten sonra, evlerimize dağılıp, yorgun bedenlerimizle yatağa uzanmak ise iyi bir finaldi. Sevgiyle kalın…
Hüseyin A. Tuna
T U N A C A N
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.