- 866 Okunma
- 5 Yorum
- 1 Beğeni
Ellerimizin İsyanı III
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Yoruldum
Bu yüzden yazıyorum…
Annemin mektuplarını hatırlıyorum, köydeki anneanneme yazdığı…
O zamanlardan belliymiş, ellerimin ne işe yarayacağı.
Küçücüktüm, ellerim de küçücüktü. Annem benim ne kadar büyüdüğümü göstermek için, elimi mektubun arka sayfasına koyup, kenarlarını çizerdi. Böylece anneannem gün geçtikçe ellerimin büyüdüğünü, benim büyüdüğümü anlardı.
Sonra yok olmaya başladı her şey, kendiliğinden değil, kasıtla. Hiç izin vermediler bir şeylerin kendiliğinden yok olmasına ya da var olmasına. Hep bir şeyler engeldi varlığa da yokluğa da. Hiçbir şey kendi kaderine terk edilmiyor, kimse izin vermiyordu kendi halimize kalmamıza. Ellerimi yok etmek istiyorlar, kalem tutan ellerimi.
Sürekli trafik kazaları oluyor, yoldan geçmeye çalışan yavru kediye çarpıyorlar. Yavru kedi kaldırıma fırlarken can veriyor. Kimse yaptıklarını bilmiyor, bilmek istemiyor. Sürekli tek tarafa doğru yüklenme var ve arada kalanlar hep masumlar. Masum olmayan dünyada, masumların da yaşamasına izin verilmiyor. Hiç suçu olmayan canlılar yok ediliyor.
Bazen boyumdan büyük yazıyorum, istemiyorlar. Boyumdan büyük konuşmayalım diye susturuyorlar. Boyuna göre mi konuşabilmeli insan? Ya da gücüne göre mi? Güçlü olduğun kadar mı yaşama hakkına sahipsin? Peki ya karıncalar? Onlar bile yoruldu yeryüzünde olan bu kavgalardan.
Ellerimi kesemeseler de, yormayı başardılar. Kalem tutacak hali yok elimin. Yazacak hali de yok. Ellerimdeki isyanı anlatacak tüm kelimeleri çaldılar bizden, sesimiz çıkmıyor, el hareketlerimiz daha az, yormamak gerek elleri.
Yorgunum!
Bu ölmekten daha beter bir şey, çünkü insan yorulunca, yavaş yavaş öldüğünü hissediyor ve buna katlanmak zorunda olduğunu da. Geçmez bir zamanın içinde ne kadar gideceğini bilmeden ilerliyorsun ve gittiğin tek yer yorgunluk, sonu yok. Aslında var ama o sonran muhtemelen haberimiz olmayacak. Bizim sonumuz başkalarında bitiyor, biz farkında olmadan. Yorulmak, yaşamaktan daha zor, durduğun yerde beklemek, koşmaktan da zor, beklemek en zoru, belirsiz zaman dilimini işaret eder çünkü hep, beklemek.
Ellerim daha büyümeden yoruldu, baştan bu yorgunluğu kabul eden bileklerimin sızısı her geçen gün yazdıklarıma yansıdı. Baştan kabullendik bu yorgunluğu, kalemin kağıdın üzerindeki eylemi buydu belki ve ellerimizdeki isyan.
Her kafadan bir ses çıkarken, kulaklarımız yoruldu dinlemekten. Ama en çok ellerimiz, yıllardır hayata tutunma çabasında saklı kaldı parmaklarımız. Bu yüzden yorulduk.
Yorgunum, bu yazıyı ondan yazıyorum
Çünkü insan en çok yorulunca isyan eder.
Son ilmekle bağlı boynuma, bildiklerim. Bildiklerimi ellerim dile getirmezse, o zaman ölümüm kendi ellerimden olur. Birkaç araba, onlarca dalgın insan, ani fren sesi –ki bazen ona bile gerek duymazlar. İyilikleri öldürüyorlar, bilerek veya bilmeyerek. Şimdi affolunur mu bu masum ölümler bilerek veya bilmeyerek?
Ellerim, böceklerin istilasına uğramış gibi, yazmadan biterse ellerim, diyetini dünyaya ödeteceğim. Yağmur vakti, biraz böceklendi ağaçlar ve yerlerde basmamak için direnen küçük ayaklar, salyangozlara basılmaz. Basılırsa üzerlerine, evleri yıkılır başlarına, hayatları ezilir. Kırılır tüm kabukları, kırılır umutları.
Ellerim, her sabah aynı turuncu güneşli güne uyanırken az kıpırdanma telaşında, ani bir yağmurla vurulan kurşunlardan habersiz. Yağmurun ıslattığı kurşunlar çalışmaz. Her kurşun biraz bekler geceyi, her gece kayıptır biraz. Şimdiye kadar ellerime yüklenen tüm ağrıları aldım, kabullendim. Şimdi ağırlıyorum, daha sonra son ilmeğin içinden geçirip bırakacağım gökyüzüne. Ellerim habersiz kalacak parmaklarımdan. Parmaklarım kalemden, kalem kâğıttan habersiz. Herkes bağımlı olduğu bir diğer parçasından ayrılacak bu ölümlü günle.
Öldükten sonra, artık ölümsüz olacak cümlelerimiz.
Eğer ölmezsek affedilmeyeceğiz!
Biz; ancak asılırsak
O zaman özgür kalır cümlelerimiz!.
Not: Fotoğraf (ben)
On Yedi Haziran İki Bin On Üç 16:20
Nevin Akbulut
Not 2 : Yazımı Güne layık gören, değerli Seçki Kuruluna Teşekkürlerimle,
Güneşli günler dilerim.
YORUMLAR
edebiyat salt asude bir dinçlik, erince ulaşmış bir ruhun tanımı değildir..
edebiyat sıkıntılarla boğuşan bir insanın tanımını içinde barındırır.
edebiyat düşlerine ulaşmaya çalışan bir simyacının tanımıdır..
ve edebiyat bedenimizin psikolojik yorgunluğudur..
tıpkı şu değerli yazarımızın anlattığı gibi edebiyat yaşama bağlılıktır,sıkıntıları sözcüklerle dillendirip barikatlar kurmaktır...
sevgili arkadaşım kalemin daim olsun....
yüreğine ve gönlüne sağlık...
Sabah uzunca bir yorum yazdım fakat sonra o bütün sayfayı sildim. Böyle garip düşüncelerim var, sayfalarca yazsam da bir anda olmaması gerekir dediysem devam ederim ama sonra silerim..
Ben de yorulmuş olabilir miyim dersiniz.... Öyle öyle.
İlk hani giriş var ya:
"Yoruldum
Bu yüzden yazıyorum…
Annemin mektuplarını hatırlıyorum, köydeki anneanneme yazdığı…
O zamanlardan belliymiş, ellerimin ne işe yarayacağı. "
"bu yüzden yazıyorum... O zamanlardan belliymiş, ellerimin ne işe yarayacağı.."
Bu cümleler öylesi özel hissettirdi ki kelâm nâfile. O denli hani.
İçine dokunasım yok, sabah çok söylendim zâten. Çok söyledim ve kâfî. Hani ben duymadım ama.. demeyin, her söylediğimizi ve her söylenileni duyanlar çoktu her zaman. Fakat biz hâlâ yorgunuz.
Yine yazmaya gelişimin sebebi kalem. Duruşu, cümle kuruşu ve kuğu misâl süzülüş..
Havin övmeye gelmiş...desinler. Duruş demişim "aynaya baksın sorgulayan".. Cümle kurmak demişim "kurduklarına baksın anlamayan... "kuğu misâl demişim "üslûbuna baksın kavramakta zorlanan..."
Vaktim olursa diğer çalışmalarınızı da incelemek istiyorum, bir aklın bir adı vardır çünkü. Bereketi bol kurşun kelâmına konuk olmak güzel.
Dahası günde görmek güzel. Ahâli uyuyor olsa da..
Dâim olsun kelâmınız..
Sevgiyle.