- 506 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Kestane Şekerleri
Yalnız kalınca; insansız, aynasız, yabancı bir dünyada var olmaya çalışırken, sadece bir ruh olduğunda yani; insanların yüzünde kendini görebildiğin anlarda geçerli olan şeyler hükmünü yitirmeye başlar. En büyük önceliği “gerçekten var mıyım” sorusu alır çünkü. Bu var olma savaşı içinde diğer her şey ikinci planda kalır.
Evdeki sırlı camlardan öte aynalara ihtiyacın vardır. İnsan yüzlerine… Çünkü o sırlı camlarda gördüğün yüz insanlardan yansıyandan çok farklı, çok uzaktır sana. Tanımadığın biri vardır karşında. Başkalarının gözlerine ihtiyacın vardır.
Bir şeyler olmuştur seni kendine mahkûm eden. Kapıyı açıp kalabalığa karışamıyorsundur. Bu yüzden tek seçeneğin kalmıştır: Aynadaki yabancıyla tanışmak… Onu duymak istersin. Birkaç denemede bulunur, öylesine bir şeyler söylersin. Onu konuşturmak istersin çünkü. Önünü sonunu düşünmeden, cümleleri süslemeden konuşunca sen değil o konuşuyordur aslında çünkü. Ama az önce söylediklerin onun kelimeleri değildir, çok geçmeden anlarsın bunu. İnsanlar varken son derece anlamlı gelen sözlerin onun yüzünde süratle nasıl boşaldıklarını görürsün çünkü, asıllarına nasıl döndüklerini…
Bir şeyler daha söylersin, onunla uzlaşmaya varmaya kararlı. Başkalarının yanındayken birden çok uzaklara savrulduğun o anlarda kendi kendine söylediklerine benzer şeyler… O anlarda içinde konuşmaya başlayan senle şu an aynadan yansıyan sen arasındaki bağı keşfetmeye başlarsın o zaman. Bağdan öte belki de aynı olduklarını…
O uzaklaşma anlarında şimdikinden de yalnız hissederken kendini, her zamankinden kalabalıksındır bir yandan da. Aynadaki senle buluşmuşsundur… Kaybolmuşsundur içinde. Artık teksinizdir.
Şimdi kimse yokken yanında, sadece ruhsal anlamda değil gerçekten de yalnızken aynadan yansıyan o görüntü en gerçek yansımandır aslında. Başkalarının yüzündeki olumlu olumsuz bir yığın duygu eklenmemiştir kendi duygularına… Çırılçıplak bir yüz vardır karşında. Başkalarının yanında kalabalıktan sıyrılabildiğin o anlardaki gibi onun sesini duymanı bekliyordur.
Ilık bir güneş girmeye başlar odana birden. Aynadaki yansımana ait her fikir, her cümle yeni bir pencere daha açar duvarda sanki, bir parça daha ışık sokar içeri. Ne zamandır ilk kez sözcüklerin ve gerçeğin bu kadar mükemmel bir uyum içine girmiştir. Dışındaki ve içindeki kalabalıktan gerçekten sıyrılabildiğinde söylediğin her sözcük seni tanımlayan bir yanına dairdir çünkü. Her sözcüğün ta içinden kopup gelen bir dua gibidir.
Kestane şekerleri gelir aklına. Baban sabahları kapıdan çıkarken “ne istersin” diye sorduğunda dudaklarından dökülüveren o hep aynı iki kelime… Evin bahçesindeki dut ağacı, yapış yapış çocuk ellerin… Ve diğer çocuklar… Onların aynen bu ayna gibi seni sana olduğun gibi gösteren bomboş, geçmişsiz yüzleri… Duru bir su gibi tek bir şey katmadan… O zamanlar kelimelerin ne kadar masum olduğunu hatırlarsın. Saklanmak için değil aksine en derinlerine dek paylaşmak için konuştuğunu, o çocuklarla… Bu şekilde konuşunca çırılçıplak kaldığını ruhunun, sen ben ayrımı bırakmadan… Büyüdükçe bedenin, insanlar canını yakmaya başladıkça, biz’in nasıl büyük bir hızla bölünme sürecine girdiğini senlere benlere… Kelimelerin hızla kirlendiğini… Yıkanmaları, yeniden sana ait olabilmeleri için gerçekleşmesi gereken o şartı: Yalnızlığı…