- 541 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
RÜŞVET KABUL OLUNMAZ
RÜŞVET KABUL OLUNMAZ
Her zamanki planlarımdan biriydi o gün üstadı masasında ziyaret edişimin. Ders çalışmaya ara verip üstada koştuğum günlerden çarşambaydı. Söz vermişti üstat, bana Türkçe dersi verecekti…
Üstat çok yoğundu. Müdür yardımcılık görevini sürdürdüğü okulda ( aynı zamanda benim mezun olduğum yer) karneler hazırlanıyordu. Öğretmenler büyük bir dikkatle kendi sınıflarındaki başarılı olmuş öğrencilerin teşekkür veya takdir belgelerini arıyordu üstadın masasında. Bu belgelere ulaşanlar mutlu oluyor, ulaşamayanlar ise aslında alışılmış olanın bu sene de değişmemiş olmasının verdiği üzüntüyle üstada sitem ediyordular. Üstadın kırlaşmış saçları öğretmenlerin arasından seçiliyordu. Yorgundu üstat, bilgisayarın başında oturmuş, bir yandan not çizelgelerini bastırmakla uğraşıyor, diğer yandan öğretmenlerin sitemlerine cevap arıyordu.
Kararsız kalmıştım, başımı içeri sokup üstadı aradım ve masasında büyük bir yoğunluğun olduğunu gördüm. Tam üstadı rahatsız etmeyip geri dönmeyi düşünürken sesi beni içeri buyur etti:
“gel yunus, buyur. Hoş geldin.”
“hoş bulduk” cevabımı duymamıştı belki de. Sessizce içeri girip pencerenin yanına gittim. Yoğunluk devam ediyordu. Tam üstattan sessizce izin isteyip gidecektim ki kalabalığın arasından tekrar sesi duyuldu:
“hoş geldin yunus. Gel otur…”
Oturdum. Üstat bir şey der ve o şey yapılmaz mı?
Bir süre kalabalığı izledim. Arada halimi hatırımı sordu üstat. Neyse, kalabalık dağılmaya başladı. Bir ara birkaç öğretmen biraz yüksek sesle siteme başladı. Neymiş, hak etmeyenler nasıl geçiyormuş? Üstat bu konuda onlara hak veriyordu. Ama öğretmenlerin kararlarına saygı duyulması gerektiğini de yineliyordu sık sık. Öğretmenler tamamen gittikten sonra nihayet üstat’la sohbete başlamışken odaya genç bir kız girdi. Bir ilahiyat öğrencisi... Bu sene bitiriyormuş ve tezi için üstattan yardım istemeye gelmiş. Tabii ki üstat yardım teklifini seve seve kabul etmiş, kız da çektiği birkaç “Hasanpaşa” manzarasını üstada getirmiş. Üstat resimleri tek tek kontrol etti, güzel çıkmayanları sildi. Ve üstat konuşmaya, içindekileri dökmeye başladı. Her ikimiz de üstadın bu sohbetini büyük bir merak ve zevkle dinliyorduk. Üstat sık sık dertleşmezdi insanlarla ne de olsa… Din üzerine düşüncelerini paylaştı, neden insanlar sadece Allah ve resulünü takip etmiyordu da hacının, şeyhin, hocanın peşinden gidip bir bakıma onları ilah ediniyordu. Üstada göre bu çok tehlikeliydi, hâşâ şirke bile girerdi. O korkuyordu bu tür gruplaşmalardan, onlara katılmaktan korkardı. Çünkü eğer ona gelen tekliflerden birini kabul edip bir tarikata girseydi hâşâ Allah’a şirk koşmuş olabilirdi. O bir tek Allah’ını ve onun resulünü seviyordu, onların izinden gidiyordu, bunu üstüne basa basa tekrar ediyordu…
Sohbet iki saat falan sürdü. Sonunda ilahiyat öğrencisi olan hanım efendi izin isteyip kalktı. Geç olmuştu saat üçe geliyordu. Üstadın henüz çok işi vardı. Ben de ondan ders dinlemeye geldiğimi söylemedim, ama onun aklındaydı.
“bugün halimizi gördün, yarın erkenden gel, anlatalım sana belleğimizdekileri”
Memnuniyetle kabul etmiştim bu teklifi. Tam biz odadan çıkmaya hazırlanıyorduk ki içeri bir kız öğrenci girdi. Velisinin üstatla görüşmek istediğini söyledi. Odaya orta yaşlı bir kadın girdi. Kadını bir saat öncesinden görmüştüm kulun koridorunda. Demek ki üstadı bekliyordu… Kızın dört zayıfı varmış ve sınıfı geçemiyormuş. Geometri hocasıyla görüşebilirlerse ya da üstat bir şeyle yapabilirse çok iyi olurmuş.
Üstat karnelerin çoktan hazırlandığını, kızın bütünleme sınavlarına girmesi gerektiğini söyledi. Ama onlar o sırada Diyarbakır’da olmayacaklardı. Ailecek şehir dışına çalışmaya gideceklermiş. Buralarda kimseleri yokmuş ki kız bir kaç gün kalıp sınavı beklesin. Hocaya o sırada bir telefon geldi. Kadın kızına dönüp:
“sen çık kapıda bekle.” dedi. Sonra dönüp bana baktı. Mesajı almıştım. Kapıya çıkıp beklemeye başladım. Üstat telefon görüşmesini bitirdi. Kadına yapılacak sınavlardan bahsetti. O sırada sesler kesildi. Kadın kısık bir sesle bir şey dedi üstada. Ve üstadın şaşkınlıkla bağırışını uydum.
“ ben müslümanım, Allah rızası için, ben müslümanım bacım yapma. Onu asla almam… Hayır, almam mümkün değil… Sizi anlıyorum ama asla böyle bir şeyi kabul edemem… Yahu sizin aklınız alıyor mu böyle bir şeyi? Benim elimden hiçbir şey gelmez. İnanın gelse hemen yapardım zaten… Tamam, sizi anlıyorum, lütfen koyun cebinize şu paranızı… Hayır, ben müslümanım Allah rızası için yapmayın. Ben müslümanım… Hadi hoşça kal bacım, Allah yolunuzu açık etsin… Bakın, karneden bir hafta sonra gelip sınava girsin, yoksa kalsın canım… Ben müslümanım yahu, nasıl aklınız alıyor böyle bir şeyi… Ve odadan çıktılar. Hoca sinirden kıpkırmızı olmuştu. Bütün günü asıl şimdi mahvolmuştu, bunu yüzünden anlamak mümkündü. Kapıyı kilitledi ve okuldan çıktık. Bir çay ocağına gittik. Üstat adeta sinir küpüne dönmüştü. Böyle bir şey ona nasıl yapılmıştı? Onca yıllık eğitimcilik hayatında bunu defalarca görmüş ama her seferinde aynı tepkiyi vermişti. Üstadı dolmuşa bindirip uğurlarken, kadının odadan çıkarkenki kızarmış yüzü aklıma geldi. Hiç beklemiyordu demek ki böyle bir tepkiyi.
Üstadı tanıdığım süre içinde yaşadığı zorluklara az çok şahit olmuşumdur. Her seferinde
“görüyor musun yunus. Halimiz gör de ders al.” Derdi bana.
Hayır, üstat eğitimcilik hayatı boyunca rüşvet almamıştır. Çünkü o Allahtan çok korkar. Ve yine hayır, o yürekte rüşvet kabul olunmaz…
Son
Yunus ÖKLAV
/#!/pages/Edebiyat-Soka%C4%9F%C4%B1-Aciz-Kahkaha/183611801745985 sayfamızı beğenin.
--------------------------------------------------------------------------------
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.