meselci'ye MEKTUPLAR -48
Gecenin sessiz, belki de keyifsiz bir saatinde sana bir şeyler yazıyorum meselci.
Normalde bu saatte uyumam lazım değil mi? Değil işte. Bir aydır geceleri sabahlıyorum. Bir aydır yarasalarla arkadaşlık kuruyorum. Onlar gibi besleniyorum. Onlar gibi mağara hayatı yaşıyorum. Onlar gibi korkmuyorum karanlıklardan. Onlar gibi korkuyorum gündüzlerden ve insanlardan ve siyah olmayan her renkten..
Bu mektupta sana hangi konudan sesleneceğimi bilmiyorum. Akışına bırakacağım kendimi. Evet hâlâ şiir karalıyorum. Hâlâ sevgiliye en duygular diziyorum. Hâlâ gündemi birkaç gün sonra geriden takip ediyorum. Hâlâ çocuksu davranıyorum biriyle konuşurken. Hâlâ içimdeki yaramaz çocuğa ÇOK GÜVENİYORUM...
Ve canım sıkıldığında soluğu yanında alıyorum, sana yazarak.
Sana yazarak
Çoğu vakit saçmayalarak
Saçlarımı hiç taramayarak
Çirkin giyinerek
Karşına ADAM dikiliyorum
Ne yazacağımı bilmiyorum. Kalemimi serbest bırakacağım. Parmaklarım klayvedeki hangi tuşa basarsa engellemeyeceğim. Güçlü değilim. Kuvvetim yok. Ruhum pek de genç ve dinamik değil...
Engelleyici bir yapım da hiç olmadı. Setler kurmadım sevenlere karşı. İnsanlara karşı duvarlar örmedim hiç. Böyle biri olmak için çalışmadım, çalışmıyorum, çalışmayacağım. Unutmadan söyleyeyim: SİYASETİ hiç sevmiyorum. Bütün siyasetçiler YALANCI...
Demem o ki, burada özgüven söz konusu, insanları üzmem. İnsanlara kaba kuvvet uygulamam. İnsanları incitmem...
Bana merhaba diyen de mutlu ayrılmıştır, bana karşı susan da neşeyle yanımdan gitmiştir...
Mesela sen meselci. Seni ele alalım. Kaç mektuptur sana yazıyorum. Senin ise bana bir satır bile yazdığın yok. Ancak bunu sorun etmiyorum. Şahsına içimden gelenleri yazmaya ve adresine göndermeye devam ediyorum bütün hızla. Yani küsmüyorum sana, mektuplarıma karşı suskunsun diye...
Yani neysem öyle nefes alıyorum.
Ne özgürlüğünü engelliyorum ekmeğine yürüyen karıncanın, ne de kuşan kuşa sapanla nişan alıyorum.
Kalbimi dinliyorum meselci, yaşarken...
Mehmet Selim ÇİÇEK
16 Haziran 2013, 03.04, Kızıltepe