- 676 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ZAMANINDA GELEN YARDIM
Okumak, okutmak, yaşamak ve yaşatmaya çalışmak güzel duygudur. Vatanımız bizim için önemlidir ve de kutsaldır. Doğduğumuz, büyüdüğümüz ve çocukluk anılarımızın geçtiği yerleri asla unutamayız. Bu hepimizin hayatında büyük izler bırakarak unutulmaz anılar, hikâyeler yaşatır.
Hepimiz, az ya da çok gurbet hayatı yaşadık ve yaşamaya da devam ediyoruz. Bayram tatilleri ve diğer tatiller; bizim sevdiklerimizle buluşmamızı sağlar. Bu tatiller bizim için anlatılması güç sevgi kaynağıdır. Bayramlar ve tatiller gelmeden önce onun heyecanı gelir ve dokunur yüreğimize. Sevinç yumakları kalbimize düğümlenir. Gün geçtikçe o yumaktan bir düğüm çözülür. Bayram tatili için köyde, kasabada ve şehirde maddi manevi hazırlıklar çoktan başlamıştır.
Öğrenciydim hem de uzaklarda öğrenciydim, Konya Selçuk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde okuyan bir öğrenciydim. Dünyaya yüz bin kere gelsem yine okumayı tercih ederim. Yine öğrenci olurdum. Okumak ve yazmak benim aşkımdı. Başkaları kadar konforlu yaşamasam da mütevazı hayat, bana hayatın tadını ve anlamını öğretir.
Konya ömrümün baharında çiçek açtığım şehirdir. Çiçeklerimle bin bir arıya bal olduğum şehirdir Konya. Beni, ben eden şehirdir. Kendimi tanıdığım şehirdir. Senin anın, benim kalbimin derinliklerinde hep saklıdır. Beş sene ekmeğini yedim, suyunu içtim. Acıların acım, sevinçlerin ise sevinçlerim oldu. Sen benden bir parça oldun, ben de senden bir parça. Sen şehirlerin gözüsün, kalbisin güzel Konya’m. Türk tarihinin tapusu Konya’m. Göz nuru Konya’m…
Konya’dan Yozgat’a gitmek için bayram tatili hazırlıkları çoktan başlamıştım. O günlerde maddi yönden hiç de iyi değildim. Maddi yönden Ailecek iyi değildik. Maddi sıkıntılar yaşıyorduk. Babam küçük yaşta vefat etmişti. Yol paramı, beni Konya’dan köyüme götürecek kadar ayarlamıştım. Ancak o kadar para bulabilmiştim. Fakirliğin gözü kör osun. Yolda yemek yiyecek, çay içecek param yoktu. Yani sadece otobüs ücreti vereceğim param vardı. Paranın miktarı ise sadece elli liraydı. Bu parayı saklayarak, dolabımın bir köşesine koydum. O benim yol paramdı. O parayla köyüme gidecektim. O para, beni sırtında taşıyacak, görmediğim ve duymadığım duyguları bana tattıracaktı. Sevdiklerimle buluşturacaktı. Bu sevdiklerine kavuşma duygunun eşsiz mutluluğunu anlatamam…
Elli lira, benim yol arkadaşımdı. Bu para, bana yol boyunca arkadaşlık edecek ve beni anneme, kardeşlerime, sevdiklerime yakınlaştıracak ve de buluşturacak bir miktardı. Onu bana veren yüce Rabbimi, asla hatırlamadan ve ona teşekkür edemeden duramam. Böyle yapmazsam nankörlük yapmış olurum.
Bayram tatili başladı. Konya’da beraber kaldığım ev arkadaşlarım, çantalarını çoktan hazırlamışlardı bile. Herkes, sevinçten göklere uçuyordu. Arkadaşlarımın bayramda akrabalarına kavuşma sevinci ayaklarını yere bastırmıyordu. Bu güzel sevinci yaşayanlardan bir de bendim.
Yolculuk için eşyalarımı hazırladım ve çantama yerleştirdim. Arkadaşlarımla vedalaştıktan sonra enerji yüklü adımlarla asfalt yolu büyük bir heyecanla adımlamaya başladım. Atılan adımlar, basılan yeri bilmeden gidiyordu. Bacaklarım ayaklarımı o kadar ileri fırlatıyordu ki bir an önce özlemin ve hasretliğin bitmesini istiyordu.
Konya otogarına büyük bir sevinçle vardım.
Yazıhanede görevlisine:
“Ağabeyciğim, Ankara’ya bir bilet verir misin?” dedim.
Tabii ki delikanlı:
“Hay hay!” dedi.
Otogarda bulunan yazıhaneciler:
“Ankara, Ankara; İstanbul, İstanbul; İzmir, İzmir; Bursa, Bursa; Aydın, Aydın; Diyarbakır, Diyarbakır; Adana, Adana; Mersin, Mersin; Antalya, Antalya…” Yüksek seslerle bağırmaları kulaklarımda yankılanıyordu. Her adım attığımda kulaklarımda be bağrışmalar yankılanıyordu. Tabii ki onlar da görevlerini yapıyorlardı. Akşam çocuklarına ekmek götüreceklerdi. Bütün bu olup bitenleri normal karşılıyordum alışık olmasam da.
Siz şu deyimlermiş sözcüğü çok duymuşsunuzdur: “Git, gel; Konya altı saat.” Bu sözcüğün anlamını; Ankara-Konya arası yolculuğunu bizzat yaşayarak öğrenmiştim. Üç saat, Konya’dan Ankara’ya; üç saat de Ankara’dan Konya dönüş, etti altı saat. Yani “Git, gel; Konya altı saat” olmuştu. Bunu da bizzat yaşadım ve mutluluk duydum.
Ankara’ya gidecek olan otobüsümüz terminale gelmiş, perondaki yerini çoktan almıştı bile. Otobüsümüz çok güzeldi. Yolcular otobüsteki yerlerini almışlardı. Ben de otobüse geçtim ve koltuğuma oturdum. Konya Ankara arası yolu o kadar güzel ki. Otobüs yolda yağ gibi akıp gidiyordu. Yolcuları hiç rahatsız etmeden gidiyordu. Yol botunca düzlüklerden başka bir şey göze çarpmıyordu. Her yer dümdüzdü.
Konya ovası yemyeşildi. Tarlalar, uçsuz ve bucaksız yeşilliklerle örülüydü. Yeşillikler, yol boyunca uzanıp gidiyordu. Üç saat sonra Ankara otogarına vardık. Bütün yolcular bir bir indi. Otobüsten inen yolcular, bagajdan eşyalarını aldılar ve ben de bagajdan el çantamı aldım. Bir müddet bekledim.
Yozgat Çekerek otobüslerinin olduğu yazıhaneye, doğru heyecanla ilerledim.
Oradan biri hemen:
“Ağabey nereye?” dedi.
Ben de:
“Yozgat Çekerek.” dedim.
Yazıhaneden biri:
“Gel ağabey, sana bir bilet vereyim.” dedi. Bütün yazıhanelerin önlerinde, vilayetlerin hepsinin adını söyleyerek yolcu biletleri satılmaya çalışılıyordu.
Yazıhane görevlisi, biletimi yazarak elime uzattı. Benden bilet parasını büyük bir zevkle almanın mutluluğu içinde gözlerimin içine bakmaya başladı. Ben, ellerimi bilet parasını vermek için ceplerime soktum. Bir o cebime, bir o cebime baktım, cebimde para yoktu. İyice aradım yoktu. Ceplerimi ters çevirdim yine yoktu. Anlaşılan cebimde paradan bir eser yoktu. Olmayan bir şeyi nasıl bulabilirdim? Yazıhane görevlisi benden para çıkmayınca ve bilet parsını almayınca, bileti çekti elimden aldı. Ben de bilet satan görevliye büyük bir şaşkınlıkla bakakaldım. O da kendine göre haklıydı ama ben ne yapabilirdim?
Yazıhane görevlisine:
“Ağabey, bana bileti ver; ilçeme vardığımda yol paramı vereyim. Ben orada otobüs şoförüne veririm. Orada benim tanıdıklarım çok. Orada paranızı mutlaka veririm.” dedim.
Yazıhane görevlisi: “Yok, kardeşim olmaz; git başka yere bak. Para varsa bilet de var; para yoksa bilette yok” dedi. Beni başından gönderdi. Ben de bir umut değer yazıhanelere gittim. Derdimi onlara bir bir anlattım. Beni anlayan bir Allah’ın kulu çıkmadı. Bana bir bilet veren olmadı. Biletsiz kalmıştım koca Ankara Otogarı’nda.
Gelelim cebimdeki elli liranın durumuna. Cebime yol param olan elli lirayı koymuştum. Öyle hesap etmiştim ki elli lira beni Yozgat Çekerek’e iletecekti. Bu miktar benim için yeterliydi. Zaten elli liradan fazla param da yoktu. Cebimdeki elli lirayı ya düşürmüştüm, ya da çaldırmıştım. Sonunda üzgün üzgün, mutsuz ve bitkin bir halde bir oturağa doğru adım adım ilerledim. Oturağa oturdum, başımı iki elimin arasına alarak düşünmeye başladım. Ne yapabilirdim koca Ankara otogarında? Beni tanıyan bir Allah’ın kulu yoktu. Öğrenciydim, bana yardım edecek kimsecikler yoktu. Acaba ne yapacaktım? Ne yapmalıydım? “Tanımadıklarımdan para istesem ne olur?” diye düşündüm. Tanımadığım birinden nasıl para isteyebilirdim? Para da isteyemiyordum. Çekingendim. Yol parası istesem, bana derhâl dilenci gözüyle alaycı alaycı bakacaklardı. Ya da “başka kapıya” diyeceklerdi. Veya “gencecik yaşta utanmıyor musun? Elin ayağın tutuyor, niçin dileniyorsun?” Gibi ardı arkası kesilmeyen laflar, anlamsız alaycı bakışların muhatabı olacaktım ama yine yol parası bulamayacaktım. Çaresizdim ama şu bilinç üniversitede verilmişti bana. Çaresizlerin de bir çaresi bardır. Bir yardımcısı vardır. Açtım gönlümü Yüce Rabbime bana yardım etmesi için dua ettim…
Bu haldeyken üç saati geçkin bekledim. Yolcular memleketlerine gidiyorlardı. Perona bir otobüs yaklaşıyor yolcularını alıyor ve gideceği yere gidiyordu. Sonra diğeri derken bu serüven aralıksız devam ediyordu. Bense olduğum yerde, beklemeye devam ediyordum.
Uzun bir bekleyişin ardından köyümüzün Fransa’da çalışan işçilerinden biri olan Murat Canlı ile Rabbim beni otogarda karşılaştırdı. Onu bana gönderdi. Bu benim için mucize gibi bir şeydi. Rabbim dualarımı kabul etmişti. Onu karşıma çıkarmıştı. Ben tevekkül ettim ve inancımı hiç kaybetmedim. Hani bir söz var ya: “Kul daralmayınca, Hızır yetişmez.” Diye. Onunla karşılaşınca sevinç gözyaşları döktüm ama kimseye göstermeden. Ne de olsa üniversite öğrencisiydim. Delikanlıydım. Köylümüz Murat Canlı amcaya başımdan geçenleri bir bir anlattım.
Ben kendisine:
“Murat amca ben, sizden borç para istiyorum. Elime geçince en kısa zamanda borcunu vereceğim.” dedim. O da bu teklifimi kabul etmedi.
Murat amca bana:
“Evladım! Sen, öğrencisin. Bizim paramızın hiç mi zekâtı yok? Bizim hiç hayrımız olamayacak mı?’’ dedi. Bana beni köyüme ulaştıracak kadar para verdi. Bu, beni o kadar mutlu etmişti ki…
İşte bu, zamanında gelen yardımdı. Görünmedik bir yardımdı. Rabbimin beni dardan kurtardığı yardımdı.
Üzüntümün yerini, bir anda sevinç almıştı. Koşarak yazıhaneye gittim ve biletimi aldım. Bu para ile şükürler olsun ki, Yozgat’a oradan Çekerek’e; Çekerek’ten de köyüme sağ selamet ulaştım. Sevdiklerime kavuştum. Şu sözcüğün hak olduğuna bir kez daha şahit oldum “Darda kalmayınca Hızır yetişmezmiş”
Rabbime karşıma bana yardım eden birini çıkardığı için sonsuz teşekkürler ediyorum. Bizi yaratana ne kadar şükretsek de azdır. O bizi darda bırakmaz. O bizi yaratan ve yaşatandır. O bizi dirilten ve öldürendir. Bize sonsuz nimetlerini sunandır…
23.10.2007
Akdağmadeni
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.