- 2150 Okunma
- 12 Yorum
- 3 Beğeni
HİÇ BOŞLUK YOK
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Bir kadın, üç çocuğuyla indi minibüsten. Hep beraber Körfez durağının soğuk bankına oturdular. Çocuklardan küçük olanı annesine sokulup, alnına dökülen saçları geri sıyırdı ve yukarı baktı.
Yukarısı büyük. Gittikçe genişleyen bir hendese gök dedikleri. Çocuklar için bir uçurtmalık delikler de var. İri ruhların arasından sıyrılıp geçsinler diye ince ama korunaklı koridorlar da.
“Anne” dedi. “Bir liran var mı?”
Kadın el dokuması çantasını yokladı. “Yok o kadar” dedi. Dönüp çocuğa bakmadı. Büyük oğlan caddenin karşısındaki belediyecileri izliyordu. Adamlar ellerindeki demirlerle toprağı gürültüyle delerlerken, ağızlarındaki sigaralar titriyordu. Sonra bir duman geçti önlerinden. Şehremininin siyah otosunun egzozu. Mübarek güzel de koktu. İşçiler doğruldular. Ellerindeki demirler hala ötüyordu. Biri kasketini çıkarıp, geri taktı bir daha. Yere tükürdü ve yeniden döndü işine. Sonra diğerleri. Kadının biri önlerinden geçerken topladı kırmızı eteğinin uçlarını. Kimse kimseye değmedi böylece.
Ortanca çocuk gözlerini ovuşturdu. “Ne kadar çok insan” dedi sessizce. “Bir de çok konuşuyorlar.”
Kadın belirsiz bir noktaya dikti gözlerini. Arada şehrin akışına doğru kaysa da bakışları, çarçabuk toparlanıp yeniden o kör noktaya döndü. Sonra kararlı bir hızla kalktı yerinden. Çocukları cem edip, caddenin karşısına geçti. Şaşkın mimikler ve el kol hareketleriyle yürüdüler. Eski çınarların altından ip gibi geçip, ayakkabıcılar çarşısında un ufak oldular. Mısırcı, bir gazoz kapağı gibi tıkadı kayboldukları yeri.
-Körfez durağının bankına baktım tekrar. Başkaları gelmiş oturmuş. Başkaları başka şeylere bakmakta. Kimin vaadi vardı böyle, dünya boş kalmıyor. Hiç boşluk yok. Sonsuz çizgiler ve kırılmayan çizgiler…Hiç dilimlenmemiş düzlemler. Bankta gazete okuyan bıyıklı bey bilmiyor az önce kalkıp giden kadına ek olarak buraya gönderildiğini. Sorsalar sigortaya gitmek için geldim der. Hepsi gidince gece, sistem değişmeyecek. Önce birkaç sarhoş, kirli kediler, sonra onların kokusuna gelen sinekler ve nihayetinde tiksinme nedir bilmeyen melaikeler gelecekler banka. Az ötesi zaten sabah. İşçiler, çocuklar, doktora gidecek hanım teyzeler. Hiç boşluk yok işte. -
Kadın ve çocuklarının arkasından bir gölge yürüdü. Durağın hemen yan tarafındaki büfenin arkasından zıplayıp indi caddeye. Silik hatta saydam. O da kararlı ve hızlı adımlarla geçti aynı yerlerden. Sağ eli cebinde. Başka kimse onu gördü mü bilmiyorum.
Belediye anons etti kaç kere. Fırtına da fırtına. İşçiler toplanıp bindiler çamurlu bir traktöre. Sigaralarının dumanı uzadı arkalarından. İleride sırtı çuvallı birini durup aldılar. Biri tam türkü tutturmuştu ki, imam efendi mikrofonu tıklattı. Kızdılar ama seslemediler.
Minarenin evvelden beri tekleyen hoparlörü rüzgarla sallandıkça, ezan boğuldu. Hoparlörün huyunu bilmeyen, pekala imama kıyıyorlar diye camiye koşabilirdi bak.
Rüzgar burula burula girdi semtin yıkık kapısından. Tepedir orası. Paslı bir borunun ucunda bir büyük bayrak salınır. Bir de uzun çayırlar umursar rüzgarı orada. Üçü tanıştır.
Taşların, dalların ve eski mezarların arasından süzülerek aşağılara inen rüzgar, önce tek yaşayan bir kocakarının kapısını gıcırdattı. Sofadan geçip pencereden çıktı sonra. Üşüdü kocakarı. Eğilip şalını aldı düştüğü yerden. Sarındı. Isınınca bir çentik attı masada dikilen muma. Bugün Cuma.
Rüzgar yürüdü. Fırtına var bugün. Maarif takviminde yok böyle bir şey. Belki de o yüzden inanmadı kimse. Nihayet semt göründü rüzgara. Etekleri uçuştu kızların. Ağaçlar hışırdadı. Açık kitaplar, çamaşırlar ve kavak pamukçukları uçuştu. Köpekler bilir diyorlar, vallahi doğru. Uludular, uludular. Sesler seslere, küller küllere karışıncaya kadar.
Körfez’in üzerinden ilk defa geçti hortum. O da acemiydi, biz de. Denizin üzerinden öfkeli bir kement gibi yükselip tepemize durdu. Şaşırdı semt. Herkes bir tarafa kaçarken, adamın biri fırladı Tekelden dışarı. Elindeki kutuyu havaya kaldırıp “Şerefine lan!” dedi. “Yıkıp geçmezsen bu şehri hatrım kalır!”
Çatılar başka çatıların üzerine uçarken, şehremini belediyenin balkonundan bakıyordu. O da acemiydi. İsyanlar, salgınlar, yangınlar vardı, evet. Fakat hortum bir ilkti. Heyecanlandı. Yanındaki, uykulu gözlerle bakan kadına eğilip talimatlar verdi. “Yarın yazar bunu gazete” dedi. “Vali gelir.”
Ertesi gün, Kadirağzı Deresinde bir kadın cesedi buldu, yüz yıkamaya inen işçiler. Omuzunda dokuma çantası. Gözünün teki beyaza durmuş. Açık. Göğsünün altında kabarıp donmuş bir kesik. Üzerindeki kontrplağı uçurmasaymış hazret rüzgar, kim bilir kaç gün daha kokacakmış oracıkta ceset.
Şehremini balkondan seslendi ahaliye. “Çok şükür bir kayıpla atlattık bu tufanı.” Herkes şükretti içinden, birbirlerine sarılıp etlerini kontrol ettiler. Hepsi sıcak ve kıpır kıpır. “Yaşıyoruz, yaşıyor!”
Hiçbir gazete yazmadı bizim hortumu. Önemli bir semt değiliz biz. Alt liglerde bile takımımız yok.
Çocuklar mı? Hortum aldı götürdü.
Ecza görmemiş muamma mı var? Cevapsız sual, ya da karşılığı olmayan herhangi bir yargı? Faili meçhullerin dahi -en basite indirgenmiş bile olsa- bir faili var: Ecel. Boşluk yok işte.
Aynur ENGİNDENİZ
YORUMLAR
son yazılarını belli sebeplerden dolayı okuyamamıştım sevgili yazarımız..ama bildirimleri de silmedim ki unutmayayım diye. ç.dışı son öykülerin de dahil, daha seni keşfetmezden önceki yazılarından birkaçını da okudum..gelgitlerini gördüm. palamutlar hâlâ var ne yazık ki, ama sen yoksun:(
içim acıdı nedense birden, öksüz kalmış gibi geldi nesir bölümü yazdıklarını bir kez daha okuyunca. ne kadar kaliteli kalemler eksiliyor bir bir defterden. bir an önce dönmeni ve yeniden yazılar paylaşmanı diliyorum, bazen bizi okuyup eleştirmeni, bazen yüreklendirmeni. bu kalem doğru belki zayi oluyor orda burda ama bize de yazık be Aynur :(
belki hiç boşluk yok gibi duruyor ama gelenler eskilerin yerlerini dolduramıyor, burası muhakkak..
bana da şimdi kollarımı iki yanıma salıp gitmek düştü....
sevgilerimle ve yazdıklarına da sana da özlemlerimle...
Yaşadığımız coğrafyada deprem, sel, heyelan gibi doğal afetler ne kadar bizden gibi duruyorsa da hortum, kasırga gibi ekstralarç afetler bir o kadar yabancı. Heyhat, küreselleşme dediğimiz olgu sazı ele aldı alalı, memleketi deprem, sel kesmez oldu gayrı. Ne yazık ki hortum, kasırga gibi okyanus ötesi afetler ufak ufak vaka-i adiyeden sayılmaya başlandı artık.
Eloğlu bu gibi durumlarda, baştan alınması gereken tüm tedbirleri (alt yapı, üstyapı, mantalite vs) almanın vicdani rahatlığı ile tedbir kuldan takdir Allah'tan tevekküllüğü içindeyken (Bknz: Japonya depremi, çok yakın zaman Avrupa selleri) bizde vur abalıya şeklinde suçluluk ve aşağılık komleksi karışımı psikolojik bir maraz salgın olur. Abalı o kadar çoktur ki insan hangisine vuracağını şaşırır artık. Mülki erkân, askeri erkân say sayabilirsen. En ideal günah keçileri de müteahhitlerdir. Maalesef çoğusu da günahkârdır bu keçilerin, huyları kurusun!
Belediye başkanı acemi derken garibim afete mi acemi yoksa başkanlığa mı? Ama o kadarda nankörlük etmeyelim, artıkın cenaze işlemleri ve masrafları belediyeler tarafından karşılanıyor. Töbe töbee!
Eee Körfezde şansına küssün ne diyelim, Malumu âliniz İstanbul ’a kar yağmayınca memlekete kış gelmiş sayılmaz(mış). Öyle ki Turup'taki yüzlerce ağacın Taksim'deki üç-beş ağaç kadar hükmü yoktur.Araya bir antimesaj yerleştireyim dur :-)
Tebrikler, selamlar, saygılar.
Beklemiyordum. Bu sonu beklemiyordum. Bankta gazete okuyan bıyıklı adam misali, kadının ve çocuklarının kimin boşluğunu doldurduklarını düşünürken bir anda araya rüzgar girdi.
İlk büyük oğlan gitti. Tutturmazdı elini annesine. Rüzgar gibi onun da sağ eli cebindeydi, solu ise burnunda. Rüzgar vurduğunda çıkaramadı ikisini de girdikleri deliklerden. Kanatsız bir kuş gibi havalanıverdi, önce yıkık semt kapısına doğru, sonra ...
Saygılarımla.
"...Çocuklar için bir uçurtmalık delikler de var. İri ruhların arasından sıyrılıp geçsinler diye ince ama korunaklı koridorlar da."
Aşağıda yok. Ne çocukların ne de büyüklerin, yanyana yürüyebileceği kadar boşluklar kalmadı. Rüzgarların işi daha kolay aşağılarda... Bir esimlik duyarsızlık yetiyor ustam. Görmeden, duymadan, dokunmadan yıkmak için bitişiğimizi.
Bir cümleymiş gibi, başından sonuna bir nefeste indiğim öykünün zihnimdeki etkisini anlatmak nasıl da zor, bana. Anlıyorsunuz ama siz... Değil mi?
Teşekkürlerim ve tebriğimle Aynur Hanım,
güçlü kaleminize saygım ile.
Nefisti.
Gazetelerin yazmadığı belki de binlerce hayattan bir parça. Ucu önemli bir yere dokunmadan haber niteliği taşımıyor memlekette, belki de dünyada.... Öyle güzel dokunuyorsun ki yaralarımıza, usulca getirip dayıyorsun.
Ve yine edebi yönden yazın doyumsuz. Yazmayı sevenlere ısrarla tavsiye edebileceğim bir isimsin. Okumayı demiyorum, yazmayı. Çünkü öyle güzelperspektiflerden bakıp, tat alıyor ki insan.
Betimlemelerin ve gücü fazlaca hissedilen gözlemler...
Kısaca doyumsuzdu.
Çok sevgimle güzel yazarıma.