- 1957 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
ÖNÜMÜZDE SEÇİM VAR
Bugün ülkenin gündeminin en önemli maddesi seçimlerdir. Seçimlerin partiler için her zaman önemli olduğunu biliyoruz. Ancak, bu yıl ki seçimler, AKP için çok önemlidir. AKP, kendi iç tüzüğünde, genel başkanlık için bir kişiye üç dönem hakkı veriyor. Recep Tayyip Erdoğan, üçüncü dönemi yaşıyor. Gelecek seçimlerde genel başkan olması, tüzükte bir değişiklik olmaz ise mümkün değildir.
AKP’nin cumhurbaşkanı seçtiği Abdullah Gül, süresini dolduruyor. Cumhurbaşkanlığı seçiminin 2014 yılında olması muhtemeldir. Genel seçim tarihi 2014 ama 2013 yılı sonunda yapılması planlanıyor.
Ülkede oy potansiyeli %50’nin üzerinde olan iktidar partisinin önünde iki önemli seçimin olması, AKP’yi düşündürüyor.
Hemen herkesin tahmin ettiği, Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması, Abdullah Gül’ün AKP’nin genel başkanı olması konusu sıradan bir konudur. Problem böyle çözülecek olsa AKP için hiç önemli değildir. Ancak konu böyle çözülmeyeceğe benzemektedir.
İktidar partisinin önündeki muhtemel problemleri sıralarsak,
1. Recep Tayyip Erdoğan’ın durumu ne olacaktır?
2. Recep Tayyip Erdoğan 3. Dönemini dolduruyor. 4. Dönemde AKP’nin başına kim gelecektir? Dolayısıyla gelecek dönem ülkenin başbakanı kim olacak?
3. AKP’nin başından Recep Tayyip Erdoğan giderse, Anavatan partisinin durumuna düşer mi? Biliyorsunuz Özal Cumhurbaşkanı olmuş, partiyi bırakmış. Özal’dan sonra da ANAP dağılıp gitmişti. Aynı durum AKP için söz konusu olur mu?
4. Saadet partisinden ayrılan, Has partiyi kuran, ama parti faaliyetini yürütemeyeceğini anlayan Numan Kurtulmuş’un AKP’ye lider gösterilmesine yönelik fikirler tutarlı mı? Böyle bir durumu AKP’nin önde gelenleri kabul ederler mi? Kaldı ki, Numan Kurtulmuş’un liderlik yapısı bir iktidar partisini taşıyabilecek nitelikte mi?
5. Abdullah Gül Cumhurbaşkanlığından sonra, başbakan olmak için AKP’nin genel başkanı olur mu?
6. Anayasa ne olacaktır?
7. PKK ile sorunlar hangi ölçülerde çözülecektir?
8. Suriye probleminde Türkiye Cumhuriyetinin konumu ne olacaktır?
9. Türkiye Cumhuriyetinin Ortadoğu’daki olaylardaki aktivitesi nasıl neticelenecektir?
Dokuz maddeyle özetlediğim konular AKP’nin önünde duruyor. Elbette başından beri ciddi planlar içinde olan AKP lideri Recep Tayyip Erdoğan, sözünü ettiğim konularda da ciddi planlar yapmıştır. Zira AKP’nin hedefinde 2023 projesi var. Yani bir on yıl AKP’nin iktidar edilmesi düşünülüyor. 2023 yılına kadar AKP’nin Erdoğan’sız yürümesi mümkün mü? Eğer gelecek yıl Erdoğan cumhurbaşkanı olursa, Cumhurbaşkanı olarak projelere müdahale etmesi zor görünüyor. Zira ülkemiz yönetiminde aktif yönetim daima başbakanların elinde olmuştur.
AKP kurulurken parti tüzüğüne yazdığı; “bir kişi ancak 3 dönem genel başkan seçilebilir maddesi” AKP’nin bugünü tahmin etmediğini gösteriyor. AKP kuruluşundan bu yana gittikçe başarısını katlayan, sürekli oylarını artıran bir iktidar partisidir. Siyaset tarihinde iktidar partisi olup da oylarını artıran partiler çok azdır. Türkiye Cumhuriyeti tarihinde neredeyse hiç görünmemektedir. Avrupa da bile iktidar partileri oylarını artıramamışlardır.
İlk değerlendirmelerde, AKP bir dönem, belki iki dönem başarıyı yakalayabilirdi. Ancak üçüncü dönemde de başarısını sürdürüyor. Öyle görünüyor ki 4. Dönemde de başarısını sürdürecek. Tüzük uygulamaya girerse, AKP’nin başında Recep Tayyip Erdoğan olmayacaktır. Bu durum çok önemlidir. AKP’liler Recep Tayyip Erdoğan’ın 4.dönemde başlarında olmasını istiyorlar. Recep Tayyip Erdoğan’sız AKP’yi düşünemiyorlar. Nasıl Süleyman Demirel Adalet partisiyle bütünleştiyse… Nasıl Turgut Özal Anavatan partisiyle bütünleştiyse… Recep Tayyip Erdoğan da AKP ile bütünleşmiş durumdadır. Bugün AKP’den söz ediyorsak, AKP’nin kanı, canı, ruhu Recep Tayyip Erdoğan’dır. Recep Tayyip Erdoğan yaşarken AKP’nin başına gelecek herhangi bir kişi bu ruhu, bu tılsımı bozabilir.
Ana muhalefet partisi CHP’nin yapabileceği bir şey yok. Anketlerde oy oranı düşüyor. MHP’nin genel başkanı Bahçeli, “Aman Recep Tayyip Erdoğan’a bir şey olmasın, eğer başına bir şey gelirse, ülke karışır” diyor. Erbakan da ölünce, saadet partisi neredeyse sıfırlanacak noktaya geldi. Muhsin ölünce, Büyük birlik partisi eski gücünü kaybetti. AKP’nin sağ kesim saydığı, saadetliler, Büyük birlikçiler, MHP içindeki dindarlar, partilere oy vermeyen Radikaller, Recep Tayyip Erdoğan’ın dikkatini çekiyor. Bütün bu kesimler toplanırsa, yaklaşık Yüzde sekiz civarında oy tabanı ediyor. Yapılan anketlere göre AKP’nin gezi parkı olayları öncesi oy oranı %52’ye yaklaşmış durumdadır. Eğer AKP ortalıkta dolaşan % 8 oy oranını da AKP’ye katarsa, AKP’nin oy oranı %60 olacaktır.
Peki, oy oranı %60 olursa ne olacaktır?
1. % 60 oy oranı, meclise daha yüksek yansıyarak, AKP anayasayı değiştirme sayısı olan 367’yi aşacaktır.
2. AKP bu başarıya ulaşırsa, başkanlık sistemi de dâhil, Türkiye’deki etnik kökenlileri tatmin edecek bir anayasa yapmayı, anayasadaki otoriter yönetim dayatmasına yönelik maddeleri kaldırmayı düşünüyor. Başkanlık sistemi gelirse, Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olması, AKP’nin başına başka bir liderin seçilmesi konusu gündemden kalkacaktır. Başkanlık sisteminde Erdoğan ülkenin başkanı olursa, aktif yönetimi elinde tutmuş olacak…
3. AKP bu başarıya ulaşırsa, Ortadoğu’da daha güçlü bir iktidar kurmuş olarak, istediği politikaları rahatça uygulayacaktır.
Gezi parkı olayları başladığından itibaren değişik yerlerde, özellikle Facebook’da ki sayfamda şunları yazmaktayım.
“ARAP BAHARININ ARDINDA AMERİKA
KÜRT BAHARININ ARDINDA AMERİKA
TÜRK BAHARININ ARDINDA AMERİKA
VE NE ZAYIK Kİ, YAŞANAN OLAYLARIN ARDINDA AKP VARDIR.
HÜKÜMET, ANAYASA, SURİYE, PKK VE ISTANBUL’UN YENİ YAPILANMASIYLA İLGİLİ ÖNEMLİ PROJELER HEDEFLİYOR.
SONRA EN ÖNEMLİ OLAY, AKP’DE ÜÇ DÖNEM GENEL BAŞKINLIK SÜRESİ DOLUYOR.
AKP’NİN BAŞINA KİM GELECEKTİR?
ERDOĞAN NE OLACAKTIR?
ABDULLAH GÜL’ÜN CUMHURBAŞKANLIĞI VEYA SONRASI NE OLACAKTIR?
GİBİ TEMEL KONULARA YÖN VERECEK GİRİŞİMLER VAR...
TOPLUMSAL TEPKİNİN BAREMİNİ ÖLÇMEK İÇİN AKP OLAYLARI TIRMANDIRIYOR. BAKALIM TOPLUMSAL MUHALEFET NEREYE KADAR?
TOPLUMSAL MUHALEFETTE KENDİNİ GÖSTERİYOR… KIRARAK, YAKARAK, DÖKEREK...
ŞİMDİ ERDOĞAN ŞÖYLE DİYECEKTİR.
MEMKELETİNİ SEVENLER BUNLAR MI?
BUNLAR HER ZAMAN, İKTİDARDA DA, MUHALEFETTE DE KIRAR, DÖKER, YAKARLAR!
BUNLARIN GEÇMİŞİ BÖYLE DİYECEKTIR... YAZIN BİR KENARA!
%50 CİVARINDA AKP’YE OY VERENLERDE EVET DEYİP BAŞINI SALLAYACAKLARDIR.
HATTA DAHA BİR %5 TE, (REFAH VE DİĞER MUHAFAZAKÂR KESİM) AKP’YE KAYACAK, AKP’NİN OYLARI %60’LARA YÜKSELECEKTİR.
HEDEFLENEN BU!
BUNA DA EN BÜYÜK DESTEĞİ CHP VE SOLCULAR VERİYOR!
%60 OYA AKP TAVAN YAPTI MI? ANAYASA, MANAYASA MESELESİ KALMAZ ORTALIKTA, AKP MECLİSTEN BÜTÜN DEĞİŞİKLİKLERİ GEÇİRİR.
AMA HALA BUNU ANLAMAYAN, BU TÜR OLAYLARLA OYLARINI ARTIRACAĞINI SANAN, CHP’LİLER, SOLCULAR, KEMALİSTLER VAR.
HALA UYANMADILAR”
Taksim Türkiye’deki Kemalistler, solcular, Azınlıklar (Ermeniler, Rumlar, Yahudiler) için önemlidir. Eğer İstanbul’un yapısına bakarsanız, dizisini yaptıkları gibi taksim civarı İstanbul’un “AVRUPA YAKASI”DIR. Bu terimin coğrafyayla ilgisi yoktur. Taksim ve Civarının Avrupa yakası kabul edilmesi, o bölgede yaşayan insanların çoğunun, batılı yaşam tarzını benimsemiş olmalarıdır .
Osmanlı’nın İstanbul’u fethinden itibaren, Osmanlılar o bölgeyi azınlıklara ayırmış gibidir. Cumhuriyetin kuruluşuna kadar, Taksim civarı azınlıkların rahatça yaşadıkları yerler olarak dikkati çekmektedir. Yaşam tarzı olarak Anadolu yakası sayılan Sultanahmet civarındaki Ayasofya’nın Fatih tarafından camiye dönüştürülmesiyle, Müslümanlar ve azınlıklar arasında sanki İstanbul bölüşülmüş gibidir. Osmanlı yıkılıp Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda, Mustafa Kemal Atatürk, Ayasofya’yı müze yaparak, adeta “ne şiş yansın, ne kebap yansın” demiştir. Eğer Cumhuriyet döneminde Ayasofya, tekrar kiliseye döndürülmüş olsaydı, Azınlıklar rövanşı almış olacaklardı. Cami olarak kalsaydı, Mustafa Kemal’in batıya verdiği batılılaşma sözü batılılar tarafından ciddiye alınmayacaktı. Mustafa Kemal Ayasofya’yı müze yaparak her iki durumdan kurtulmuş oldu.
Taksim meydanının Cumhuriyet döneminde, Kemalistler, laikler, solcular tarafından gösteri merkezi olması yeni bir şey değil. Taksim meydanı Osmanlı döneminde de, batılılaşma yanlılarının Osmanlı yönetimlerine karşı gösteri merkezi sayılıyordu. Meşhur 31 Mart vakası da, taksim kışlasındaki askerlerin, subaylarına isyanıyla başlayarak taksime doğru yürüyüşe geçmesiyle başlamıştı. Askerler Taksim’den yürüyerek Meclisi Mebusan-ı bastılar. Özellikle Osmanlı’nın son zamanlarında, ülkedeki azınlıkların ön ayak olmasıyla başlayan her harekette, İstanbul’un AVRUPA YAKASI önemli rol oynuyordu.
Cumhuriyet döneminin, tek partiden çok partili sisteme geçmesinden sonra, Türkiye’deki Kemalizm solu seçti. Hâlbuki tek parti dönemi solcu değildi. Aksine liberal, batı yanlısı, kapitalizmi uygulayan, batıdan aldığı yasaları devrim diye topluma sunan bir yapıya sahipti. Solcu düşünürler tarafından faşist yönetim olarak değerlendiriliyordu. Tek parti dönemi iktidarı CHP, sol adına orta çıkan bütün partileri kapattı. Solcu liderleri, aydınları, yazarları yasakladı, yargıladı, cezaevlerine tıktı. Bugün Kemalist solcuların çok sevdiği, solcu yazarlar, şairler, bilim adamları, Mustafa Kemal yönetimindeki devletin düşmanlarıydı. Mustafa Kemal yönetiminin iki büyük düşmanı vardı. Şeriatçiler ve solcular. Şu var ki, tek parti dönemindeki fikir sürecinde, Mustafa Kemal’in hışmına şeriatçilerden daha fazla solcular uğramıştır. Günümüzün solcuları ya tarihi olayların gerçeğini bilmiyorlar, ya da bildikleri halde, ancak Kemalizm’e sığınarak varlıklarını sürdürebileceklerine inandıkları için Mustafa Kemal’i istismar ediyorlardır. Ne olursa olsun, Kemalist solcuların, hem solcu, hem Kemalist olmalarını anlamak mümkün değildir.
Tek parti döneminden çok partili sisteme geçildikten sonra, Türkiye Cumhuriyetinin siyasi tarihine iki şey egemen oldu.
Birincisi; 1. dünya savaşından sonra, Türkiye Cumhuriyeti üzerinde etkisi olan Avrupa ülkeleri, İngiliz, Fransız, İtalyanlar, İkinci dünya savaşından sonra etkilerini yitirip, Türkiye Cumhuriyetini Amerika’ya bırakmak zorunda kaldılar. Hâlbuki Türkiye’deki azınlıkların kökenleri, yakınlıkları, Amerika’dan çok, Avrupalı, Avrupa’ya yakındılar. Türkiye Cumhuriyetinin Amerikan nüfuz alanına geçmesi ülkedeki azınlıkları rahatsız etti. Ülkedeki azınlıklar (Yahudiler, Ermeniler, Rumlar) maddi imkânlar olarak iyi olmalarına rağmen, hemen her birinin ülkedeki yatırımları, şirketleri önemli değerler ifade ediyorken, İstanbul’da tam bir burjuva gibi yaşarlarken, kapitalizmi, sermayeyi kendileriyle bütünleştirmişlerken, görüş olarak solu seçtiler. Onlara göre sol, Amerikan karşıtlığı, Avrupa taraftarlığıydı. Aynı şekilde CHP, tek parti döneminde, Avrupa yanlısı olarak politikalarını sürdürmüş, devrim adına bütün alıntılarını Avrupa’dan almıştı. Çok partili seçime geçince, Amerikan karşıtı olarak solcu oldu. Tabi doğal olarak çok partili sistemde iktidar partileri sağ oldu, sağ partiler ise Amerikan yanlısıydı. Temelde böyleyken, Türkiye Cumhuriyetinin çok partili devrinde iktidar olan sol parti liderleri de, Amerika’ya gidip, durum raporu verdiler. Amerikan ve İsrail karşıtlığıyla ünlü muhafazakâr İslamcı Erbakan bile Başbakanlığında Amerika’yı ziyaret etmek zorunda bırakılmıştı.
Türkiye Cumhuriyetinin çok partili sistem dönemindeki solcularının, emperyalizme karşı çıkarken, İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan şirketlerine karşı tek kelime söylemediklerini hatırlayınız. Bunun nedenini kendinize sormanız gerekir. Neden Türkiye’nin Kemalist solcuları, hedef olarak İngiliz, Fransız, Alman, İtalyan şirketlerinin Türkiye’deki faaliyetlerine çıkmazlar? Hâlbuki tek parti dönemindeki komünistler, solcular, Avrupa emperyalizmine, Mustafa Kemal ve yönetimine karşı mücadele veriyorlardı. Ve tek parti dönemindeki solcuların Kemalizm’le, Kemalistlikle hiç bir ilgileri yoktu. Özellikle Kemal Tahir, bu konuda radikal söylemlere sahipti. Nazım Hikmet, 1925 yılından itibaren 1938 yılına kadar 11 kez yargılandı ve 1938 yılındaki son yargılanmasında vatan hainliğinden 28 yıl 4 ay cezaya çarptırılarak, hapse atıldı. Çok partili sisteme geçildiğinde, iktidar olan Adnan Menderes’in sağcı demokrat partisi Nazım Hikmet’i serbest bıraktı. Nazım Avrupa emperyalizmine karşı mücadele verirken, Avrupa’dan daha güçlü Amerika’nın olaylara egemen olduğunu, Türkiye Cumhuriyetinin nüfuz alanı olarak Amerika’ya bırakıldığını görünce umutlarını yitirdi. Hâlbuki Rusya ile Amerika Yalta konferanslarında yaptığı çalışmalarda Türkiye Cumhuriyetini Rusya’nın nüfuz alanına bırakabilirlerdi. Cezaevindeki solcuların bekledikleri buydu. Ama onların beklediği olmadı. Tabi işin diğer tarafı da vardı. Tek parti döneminde CHP Nazım Hikmet’i vatan hainliğinden cezaevine tıkmıştı. Demokrat parti bırakınca, CHP tepki gösterdi, Nazım’ı öldürmek için peşine düştüler. Nazım bir tarafta peşine düşen CHP’lileri, diğer tarafta ülkenin Amerikan nüfuz alanına geçmesini düşünerek, ülkeyi terk etmekten başka çare bulamadı.
Bugün yiğidi öldür hakkını yeme esprisinden gidersek, Recep Tayyip Erdoğan, toplumu çok iyi okuyor. Sürekli değişik kurumlara yaptırdığı anketler, istatistikî çalışmalar ile modern siyaset sosyolojisini, siyasetini uyguluyor.
Türkiye cumhuriyeti döneminin çok partili döneminde gerçekleşen darbelerin her birinin temelinde, “Türkiye Cumhuriyeti’nin nüfuz alanı, Amerika veya Avrupa alanında mı olacak” tartışması vardır. CHP kökenli darbeler, ülkeyi Amerikan karşıtı, Avrupa yanlısı politikalara dönüştürme çabasıdır. Dikkatinizi çekmiştir. CHP’nin özellikle 70’li yıllardan itibaren bütün genel başkanları aynı zamanda Türkiye’nin Avrupa solunun temsilcileridir. Avrupa solu, yönlendirdiği CHP ile Türkiye Cumhuriyetinin Amerikan karşıtı, Avrupa yanlısı olmasını sağlamaya çalışmaktadır. Hatırlarsanız, son dönem CHP lideri KILIÇDAROĞLU’NUN bu yıl ki, Avrupa solu görüşmeleri iyi geçmemiştir. Türkiye Cumhuriyetindeki sola karşı yapılmış darbeler ise, Amerikan yanlısı darbelerdir. Yapılan darbelerle, Türkiye Cumhuriyetinde sol hareketlerle, ülkeyi Amerikan karşıtı, Avrupa yanlısı politikalara dönüştürmek isteyen güçler hizaya getirilmişlerdir. Türkiye Cumhuriyetinin çok partili döneminde, Kemalist sol, Amerikan karşıtı, Avrupa yanlısıdır. Bu nedenle Kemalist sol ile Türkiye Cumhuriyetinde yaşayan azınlıklar aynı noktada buluşurlar. Türkiye Cumhuriyetindeki azınlıklar olan Ermeniler, Yahudiler, Rumlar, Amerikan karşıtı, Avrupa taraftarı sol anlayışta CHP ile aynı saftadırlar. Zira Türkiye’deki azınlıkların, yaşama hakları Lozan antlaşmasıyla belirlenmiştir. Birinci dünya savaşı galipleri olan İngiltere, Fransa, İtalya, azınlıkların takipçisi, teminatıdırlar. Bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti döneminde azınlıklara yönelik her hareketin karşısına bu ülkeler çıkarlar.
Sağ iktidarların İstanbul’un Avrupa Yakasına el uzatması, bölgeyi muhafazakârlaştırmaya yönelik çalışmaları, Avrupalıları, Azınlıkları, Kemalist solu ayağa kaldırıyor. Çünkü İstanbul’un Avrupa yakası, Kemalistler için batılılaşmayı, solcular için Avrupa tarafını seçmeyi, azınlıklar için Avrupa’nın teminatını sürdürmeyi, Avrupalılar için, birinci dünya savaşındaki galibiyetlerini hatırlatıyor. Onlara göre, sağ iktidarlar, muhafazakâr düşünceleriyle veya Amerikan taraftarı politikalarıyla, İstanbul’un Avrupa yakasını (taksim civarını) yeniden düzenlerlerse, Kemalistlerin batılılaşma simgesi olan bölge yitirilmiş, solcular için Avrupa hayalleri tükenmiş, Azınlıklar bölgelerine saldırılmış, Avrupalılar birinci dünya savaşındaki galibiyetlerinin, Türkiye Cumhuriyeti tarafından rövanşı alınmış kabul edeceklerdir. Bu nedenle, Erbakan taksime cami yaptıracağım dediği anda, 28 Şubatta tanklar yürümüştür. CHP ayağa kalkmıştır. Demirel bir bahaneyle Çiller’e görevi vermemiştir. Avrupa destekli medya ayağa kalkmıştır.
AKP, Amerika’ya yakınlaştıkça, Türkiye Cumhuriyeti üzerinden Avrupa’nın etkisini silmek istiyor. Bu dönemde, Amerika İran devriminden sonra Ortadoğu’da gerçekleştirmek istediği, Amerikan politikalarını izleyen ılımlı İslam projesiyle, AKP ile bütünleştiler. AKP, ılımlı İslam projesindeki, Müslüman Muhafazakâr kesimin Ortadoğu’da etken olma yolundaki politikalarıyla Amerika ile bütünleşmiştir. Avrupa Türkiye’nin Avrupa birliğine katılma yolunda yürüttüğü çifte standart politikalarıyla, Türkiye’de Amerikan taraftarı sağ iktidarlarla bütünleşmeyeceği sinyallerini verdi. Avrupa Türkiye Cumhuriyetinin yönetiminde Kemalist solu görmek istiyor. Zira Türkiye’deki Kemalist sol, Türkiye Cumhuriyetinin Amerikan nüfuz alanından, Avrupa nüfuz alanına geçme yönünde politikalar sergiliyor. Bu nedenle Kemalist sol Avrupa soluyla bütünleşiyor. Bu yönden Kemalist sol, tek parti devri politikalarından ayrılıyor. Tek parti döneminde Mustafa Kemal ve arkadaşları, Avrupa soluyla değil, Avrupa kapitalizmiyle bütünleşirken, çok partili dönemde Avrupa solu gündeme geliyor. CHP’nin değiştirdiği bu tavır, Amerikan şirketlerine karşıtlığı yanında, Avrupa şirketlerine karşı suskunluğuyla kendini bütün çıplaklığıyla ortaya çıkarıyor. Bugün Kemalist solculardan, Avrupa şirketlerinin ülkeyi soymasına, talan etmesine, Avrupa emperyalizmine yönelik tek kelime duymazsınız. İNGİLİZ SHELL şirketi, Türkiye’deki kuruluşunu, faaliyetlerini Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş yılıyla birlikte kutlar. Mesela; 2013 yılında Cumhuriyetin 91. Yılı kutlanacak. Ayını şekilde İNGİLİZ SHELL şirketi de Türkiye’deki, 91. Yılını kutlayacaktır. Bunlar tesadüf değildir. 2012 yılında Türkiye Cumhuriyeti ile birlikte İNGİLİZ SHELL şirketi de, 90. Yılını kutladılar. Ne anlama geldiğini düşünen var mı?
Çok partili dönemde, ülkenin kaderini çizen bütün kurum ve kuruluşlarda, aydınlar kesiminde, sol ve sağ adına, Amerikan, Avrupa taraftarlığı çatışması vardır. Darbeler yansımalarla ortaya çıkar.
AKP, ülkenin Osmanlı tarihini, Türkiye Cumhuriyetindeki tek parti, çok parti dönemlerini çok iyi okuyan partidir. Üstelik AKP, Amerikan tipi, çıkarcı, hedefe yürüyen, modern siyaseti uygulayan partidir. Ne geçmişteki Menderes’in Demokrat partisi, ne Demirel’in Adalet partisi, ne de Özal’ın Anavatan partisi bu kadar başarılı olamamıştır.
Amerikan siyasetinin temel kurallarından biri propaganda, ticari hayatının uyguladığı temel kurallardan biri reklamdır. Amerika’da reklam denilince, lehte yapılan reklam kadar, aleyhte yapılan reklamın da, yürünülen hedefte başarı sağladığıdır. Şirketler, ürünleri hakkında lehte ve aleyhte reklam kampanyaları başlatarak, ürünlerini bütün kafalara kazırlar. Aynı şekilde siyasi partilerde, lehte ve aleyhte propaganda kampanyaları başlatarak, partilerini, seçilecek adamlarını, hedeflerini bütün kafalara kazırlar.
Recep Tayyip Erdoğan siyasetinde bu taktikleri çok iyi kullanıyor. Kafasına bir şey koyuyor. Sonra ortaya bazı laflar atıyor. Muhalefeti ayağa kaldırıyor. Sol aydınları ayağa kaldırıyor. Avrupa’yı ayağa kaldırıyor. Türkiye’deki azınlıkları ayağa kaldırıyor. Ortaya atılan laflar tartışılıyor. Erdoğan bazı laflarından vazgeçmiş gibi görünüyor. Bazı laflarını toplumda pekiştirmiş gibi görünüyor. Ama perde gerisinde her istediğini yaptırıyor. Böylece ortaya attığı laflarla, milleti meşgul ederken, arka planda hedefine ulaşacak işleri gerçekleştiriyor. Bu resmi AKP ülkeye geldiğinden itibaren seyrediyoruz. Ama on yıldır seyrettiğimiz resimden habersizmiş gibi davranıyoruz.
AKP’nin önündeki sorunlara ilişkin dokuz önemli maddeyi sıralamıştık. Bu sıralamalarda bana göre öne çıkanlar şunlar…
1. Anayasal düzenlemeler için, AKP %60 oy oranına ulaştırılmalıdır
2. Recep Tayyip Erdoğan, 3. Dönemden sonra AKP’nin başından ayrılmamalıdır. Bunun için tüzük değişmelidir.
3. Başkanlık sistemine geçilerek, Cumhurbaşkanlığı Başbakanlık gibi aktif siyasetin ayrımlarının etkisinden kurtulmalı
Erdoğan’ın hedefinde bu konular var. O nedenle Erdoğan, bu sefer lafı, Türk solunun kalbine dokundurdu. Neresiydi Türk solunun kalbi, İstanbul’un Avrupa yakasıdır. Yani, Sur İçi’nin merkezlerinden olan Beyoğlu’nun Karaköy ve Taksim semtleridir.
Erbakan döneminde, iktidar deviren söylem, bu sefer Erdoğan tarafından söylendi. Ancak tankları yürütecek askerler yoktu. Medya Erbakan dönemindeki medya değildi. Medyanın büyük bir bölümü, ya AKP’liler tarafından alınmıştı. Ya da, değişik denetimlerle hizaya getirilmişti. Yargı ise eskisi kadar olaylara müdahale etmiyordu. Çünkü İstanbul belediyesi, taksim meydanı, gezi parkıyla ilgili işlemleri başından bitirmişti. İstanbul belediyesi, belediye meclisinde CHP’lilerinde onayını alarak, taksim meydanını, gezi parkını, topçu kışlasını yeniden düzenleyecekti. Bunu bilen CHP’liler, gezi parkı olaylarına sahip çıkamıyorlar. Bu nedenle uyduruk bir söylemle, “bu iş partilerin işi olmaktan çıkıp, halkın işi olmuştur” diyorlar. Eğer sahip çıkarlarsa foyalarının ortaya döküleceğini, böylece gezi parkı olaylarında direniş gösterenlerce ikiyüzlülükle, hainlikle suçlanacaklarını biliyorlardı. CHP gezi parkı olaylarına parti olarak destek verirse, hükümet kanadının, meclis kararlarındaki oy birliğini halka sunması içten bile değildi.
Erdoğan, Kemalist solcuların, gösteriler süresince, gösterilerin seviyesini düşürdükçe düşüreceklerini çok iyi biliyordu. Çünkü Kemalist sol, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesi, yargıya ait bazı yasaların değiştirilmesi, Üniversite rektörlerinin değiştirilmeleri sırasında, yaptıkları gösterilerle kalitesini göstermişti. Kemalist solun gösterileri hep AKP’nin işine yaramıştı. CHP oy tabanını korurken, AKP kendisine oy vermeyen grupları dâhil ederek, oy oranını artırıyordu. Bütün bunları bilen Erdoğan, Kemalist solu kızdıracak her türlü sözü söylüyor. Onları kışkırtıyor. Olayları tırmandırıyordu. Zira biliyordu ki, Kemalist sol kışkırtıldıkça, muhafazakâr toplumun duygularına, inançlarına saldıracak, böylece toplumun muhafazakâr, inançlı kesimlerinden AKP’ye oy vermeyenler, AKP’yi destekler hale geleceklerdi. Kemalist sol, on yıldır oynanan bu oyunda hep oyuna getirildi. Oyunu da bir türlü anlayamadılar. Erdoğan konuştukça, CHP tabanındaki ateistler, alevi kökenliler, bütün kinleriyle, nefretleriyle, İslam’a, Müslümanlara saldırıyorlardı. Zaten Erdoğan’ın amacı buydu. Onların gerçek duygularını ortaya çıkartmak… Onların her zaman içlerinde gizledikleri, din anlayışını belirginleştirmekti. Kemalist sol, ne kadar toplumun dinine, Müslüman topluma saygılıyız deseler de, bu söylemleri laftan öteye gitmiyordu. Onlar sağ iktidarları eleştirme bahanesiyle sürekli İslam’ın, Müslümanların aleyhine konuşmayı adet haline getirmişlerdi. Hele üzerlerine yüründükçe, kızgınlıkla açıkça söylemek istemediklerini bile söylüyorlardı.
Azınlıklar ve Avrupa, AKP’nin İstanbul’un batı yakasıyla ilgili projeleri karşısında eli kolu bağlanmış ne söyleyeceğini bilemiyordu. Bir taraftan İstanbul’un modernleşmesi için yapılması gerekenler vardı. Diğer taraftan bölgenin sağ iktidarlar tarafından, muhafazakârlaştırılması, biçimlendirilmesi vardı. Bu nedenle sessizliklerini bozarak, Kemalist sol’un arkasında oldular. Zaten hiç ayrılmamışlardı.
Erdoğan’ın bütün bunları hesap etmemesi mümkün değildir. AKP kurmayları her zaman, yaptıkları analiz anketleriyle toplumun gidişatını çok iyi takip ediyorlardı.
Şimdi duruma bakalım;
1. Gezi parkı gösterilerini yapanların arasındaki provokatörlerin çıkardıkları olaylar, yakmalar, yıkmalar, küfürler, hakaretler ile göstericiler antipati yaratmaya başladı. Bunu fark eden göstericiler, durumu değiştirmek için ellerinden geleni yapsalar da, artık olan olmuştu. Göstericiler provokatörler için, “onlar AKP gençlik kollarından aramıza sokulmuş ajanlardır. Bizi hunharca coplayan, üzerimize biber gazı sıkan bazı polisler, AKP gençlik kollarından üzerine polis üniforması giydirilmiş olanlardır” Deseler de, buna toplum değil, ancak kendileri inanıyorlardı. Çünkü yüzleri maskeli gençler, ortalığı ateşe verirken, yakarken yıkarken, yüzleri maskesiz göstericiler onları alkışlıyor, onları destekliyordu. Bugün durum tespiti öyle lafla sözle olmuyor ki, kameralar her şeyi olduğu gibi çekiyor. Şimdi Anadolu’nun her yerinde, göstericilerin yaptığı terbiyesizlikler, küfürler, hakaretler, yakmalar, yıkmalar, topluma AKP’liler tarafından gösteriliyor. Kemalist solcular istedikleri kadar kendilerini aklamaya çalışsınlar. Artık Anadolu insanı hükmünü aleyhlerine veriyor.
Olaylar tırmandıkça, partilere oy vermeyi küfür sayan radikal Müslümanlar, AKP saflarına geçmeye başladı. Saadet partisi saflarından bazıları AKP’ye yakın durmaya başladı. Büyük Birlik partisi alperenleri, bu olaylarda AKP’yi, hükümeti desteklediklerini açıkladılar. Yarın AKP ile birlikte veya direkt bütünleşerek seçimlerde AKP’ye oy verecekler. Böylece Kemalist solcuların sayesinde, AKP, radikal Müslümanlardan, Büyük birlik partisinden, Saadet partisinden oy almayı başaracaktır. Bu kesimlerden alacağı oylar %8’i bulduğu an, oy oranı %60 olacak. Erdoğan tarafından hedeflenen budur. Kemalist sol, tepki olaylarını başlatmasaydı durum ne olurdu? AKP hedefine ulaşamazdı. Sol aydınlar, basın, taksim planlamasını günlerce tartışırdı. Toplum bu günden daha iyi bir şekilde taksim meydanı planlaması hakkında bilgi sahibi olurdu. Bugün ise, aslında kimse taksim meydanı projesi hakkında doğru dürüst bir şey bilmiyor. Taraflar ayrılmış, birbirlerine hakaret, küfür yağdırıyorlar. Ortada kalanlara hain gözüyle bakıyorlar.
Tabi bu yorumlara Kemalist sol karşı çıkacak. Onlara şunu söylerim. AKP döneminde olmasın diye yürüdüğünüz, milyonları topladığınız hangi şey olmadı. ABDULLAH GÜL cumhurbaşkanı olamaz dediniz, oldu. Yargı yasaları değiştirilemez dediniz, değişti. Hükümet Üniversiteye el atamaz dediniz, attı. Askeri yargılayamaz dediniz, yargılıyorlar. Kimse fikir adamlarımızı yargılayamaz dediniz, yargılıyorlar. Tuncay Özkan’ın durumu hala gözlerimin önündedir. Yaptığı programları izliyordum. Programlarda bağırıyordu. “İşte konuşuyorum, işte söylüyorum, nerede savcılar gelsin tutuklasın, nerede mahkemeler gelsin yargılasın” tutuklanırken ki hali gözümün önünde, “ben ne-yaptım ki” diyordu. Tutuklanırken “ben ne yaptım diyen, tutuklanmadan önce, aslanlar gibi, hükümete, devlete meydan okuyordu” Bunları görmedik mi?
Avrupa solu ve Avrupa Türkiye Cumhuriyeti üzerindeki etkisini Avrupa birliği sloganıyla sürdürmeyi amaçlıyordu. Ancak bugün Avrupa birliği kendi içinde çözülüyor. Almanya’nın liderlik ettiği Avrupa birliği, başından beri İngilizlerin engellemeleriyle kendini bulamadı. Avrupa’daki ekonomik krizler… İki Almanya’nın birleşerek tek Almanya oluşu, Avrupa’yı tedirgin etti. Avrupa birliği politikalarıyla Avrupa’nın liderliğine oynayan Almanya, güçlenerek, politika değiştirerek, yeni bir Hitler üretebilir endişesi, fikirlerin bir yerinde yankı bulmaya başladı. Artık büyük Avrupa hayali pek gerçekçi görülmüyor. Zaten AKP iktidarı da, Avrupa birliği hedefini askıya almış durumda. Türkiye’de Avrupa solunu temsil eden CHP’li Kemalistler, tutum ve davranışlarıyla ülke içinde değer kaybederken, Avrupa solunun da tepkilerini görmeye başladılar. Bu nedenle Kılıçdaroğlu Avrupa’da gerekli rağbeti görmedi.
Erdoğan olayları tırmandırıyor. Kemalist sol kötü adam rolünü üstleniyor. Böylece Avrupa solunun Türkiye uzantısı Kemalist sol kaybediyor. Halk, Kemalist solun yaptığı tüm gösterilerin hıncını seçimlerde, AKP’nin oylarını artırarak alıyor.
2. Olayları seyreden AKP’liler, Erdoğan için, AKP’nin başından ayrılamazsın, 4. Dönemde de genel başkan ol. Başbakanlığa devam söylemlerini yükseltmeye başladılar. Bugün görünen o ki, AKP’yi aynı hızla, aynı karizmayla yönetecek bir lider henüz yok. AKP kurmayları, Anavatan partisinin başına gelenlerin, AKP’nin başına gelmesinden endişeliler. Zira ANAP’ı lider yapan ÖZAL, ANAP’TAN ayrılınca ANAP’IN işi bitmişti. Bugün AKP’nin en büyük korkusu bu… ERDOĞAN’DAN sonra AKP ne olacak, ne olur? Makalenin başında belirttiğim dokuz maddelik sorunlar varken, AKP Erdoğan’sız kalmaya tahammül edemez. Erdoğan olmadan da, AKP ne anayasayı değiştirebilir, ne PKK sorununu çözebilir, ne de Ortadoğu liderliğine oynayabilir. Erdoğan; başı kapalı eşiyle, şiirsel, dindar yapısıyla, kabadayı çıkışlarıyla, Ortadoğu insanlarına, “işte bizim liderimiz” dedirtiyor. AKP içinde, aynı havayı hissettirecek lider adayı yok. Bu nedenle, Erdoğan olayları tırmandırarak, AKP’lilere, 4. Dönem çağrısı yaptırttı. Böylece Kemalist sol, kendi elleriyle Erdoğan’a bir dönem daha başbakanlık kapısını açtılar. Tabi sadece Erdoğan’ın 4.dönem başbakanlığı değil, Gül’ün de ikinci dönem cumhurbaşkanlığı konusu gündeme gelebilir.
AKP lehinde ve aleyhinde propaganda yaptırmayı başararak, iktidarda oy oranlarını artıran, arka arkaya dört dönem iktidar olan parti olarak, Türkiye Cumhuriyeti tarihine geçecek.
AKP’nin oynadığı bu oyun, canlar alıyor. Oy alabilmek için duygulara hitap eden sözler, insanların malına, canına zarar veriyor. İktidarıyla, muhalefetiyle, arkalarındaki, Amerikan kapitalizmiyle, Avrupa soluyla, ülkemizde oynadıkları oyunlar, ne yazık ki, henüz insanlarımız tarafından kavranmıyor.
Hiçbir partiye oy vermeyen, inançlarıyla dik duran, tevhidi Müslümanlar AKP’ye kayarak kan kaybediyor.
Liberalizmin, kapitalizmin meşhur metodu vardır. “Hedefe yürünen yolda her şey mubahtır” Bugün AKP bu yolda, olayları tırmandırarak, insanların mallarına, canlarına zarar verdirerek, hedefe doğru yürüyor. Bu yönde kullanılmaya hazır figüranları istediği gibi kullanıyor. Hâlbuki devlet istese gösterilerde halka zarar veren herkesi tutuklayabilir. Onları yargılayabilir. Yüzleri kapalı olay çıkaran bütün provokatörler, polis tarafından olaylar boyunca bir yerde tutulabilir. Haklarında yasal işlemler yapılabilir. Ama devlet böyle bir şey yapmıyor. Olayların olduğu an emniyet güçleri karakola alıp götürüyorlar. Oralarda ifadeleri alınıp salınıyorlar. Biz bu filmi 12 eylül öncesinde de görmüştük. 12 Eylül öncesinde, gösteriler sırasında yakanlar, yıkanlar emniyet güçleri tarafından tutuklanır, karakolların arka kapısından bırakılırlardı. Aynı film mekânları, sahneleri değişik şekilde AKP tarafından uygulanıyor.
İnanan insanların bu tür oyunlara gelmemesi gerekir. Her şeyden önce, İslam hiçbir zaman, “hedefe yürünen yolda her şey mubah” demez. İslam, insanların malına, canına kutsallık verir. İslam’ın yönetim anlayışında, malı, canı korumak, yöneticilerin temel görevidir. Siyasetlerini liberal, kapitalist çıkarlara göre yapanlar asla bunu anlayamazlar.
Dün bugün, Kemalist solu kışkırtarak, toplumu safına çeken… Kemalist solun, İslam’a, inançlara, Müslümanlara saldırılarından dolayı tepki gösterenleri safına çeken… Duygu patlamalarını doruğa ulaştırıp, tevhidi Müslümanları bile tevhidinden vazgeçirten bir liderle, partiyle karşı karşıyayız.
Kemalist sol, her zaman olduğu gibi, AKP’nin oyununa gelebilir. Ancak tevhidi Müslümanların asla bu oyunlara gelmemesi gerektiğini düşünüyorum. Zira oyuna geldiğimiz her an, cana, mala verilen zararlardan bizde sorumlu oluruz. Tepkimizi, iktidarın, yani AKP’nin, Erdoğan’ın oyunlarını açıklayarak göstermemiz gerekmektedir. Aksi halde, oyun içinde oyunla, ne tür bir oyun içinde olduğumuzun farkına bile varmayız. Tıpkı Kemalistler gibi…
AKP hükümeti istemiş olsaydı bu olayları başından bitirirdi. Ortada provokatörler var. İyi de, ortada provokatörlerin olduğunu anladık. Peki bunları polis yakalayıp niye salıyor? Niye olaylar bitinceye kadar gözaltında tutmuyor? Alıp götürüyorlar karakola, usulen bir ifade alıyorlar, sonra salıyorlar. Onlar da bize bir şey yapamıyorlar diye, daha azarak olay çıkarıyorlar. Olayları düzenleyenlerin liderleri belli, destekçileri belli. Polis istese onları tutuklar savcılara sevk eder. Ama böyle olmuyor. 80 darbesinden önce de bu tür eylemler gerçekleştiriliyordu. Polisler olay çıkaranları tutukluyor. Karakolun ön kapısından içeri alıyor. Arka kapısından salıyordu. Şu an olansa, arka kapıdan salma gereğini bile hissetmiyorlar. Ön kapıdan içeriye alıyorlar, ön kapıdan salıyorlar. 80 öncesi ne olur ne olmaz diye arka kapıdan salıyorlardı. Şimdi ne olur ne olmaz diye bakan yok, emniyet güçleri, hükümet gücünü gösteriyor. İşte aldım, işte saldım diyor. Olay çıkaranlarda bir şey zannediyor. Seksen darbesini de yaşadık. Alınanların geri gelmediği, haberlerinin dahi sorulamadığı devirleri yaşadık. Şimdiki gençler bilmeyebilir. Ancak yaşı ellinin üzerindekiler gayet iyi bilirler. Bütün bu alınmalar, salınmalar, AKP’nin olayları bizzat artırmak için yaptığını gösterir. Değilse alınanlar salınmasaydı, olayları kim çıkaracaktı?
Hükümet olayları engellemek için ciddileştiğinde görüyoruz. Ergenekon, balyoz gibi yargılanmalarda, görüyorsunuz içeri giren zor çıkıyor. Başbakan’ın dediği gibi, “üç beş çapulcuya” kalan gösteriler, çapulcuların olay çıkaranları, alınıp salınmayla ortalık gerdiriyorlar. Olayların özünden ciddi bir şey çıkacak olsa, AKP bu kadar yumuşak davranır mı? Olayları bizzat körüklemek, tahrik etmek için, ortalıkta dolaşacak provokatör lazım. Onlar tutuklanırsa olur mu?
Bugün olayları AKP istediği yönde götürüyor. Olay çıkaranlar ise ne olduğunu henüz kavramış değiller. Onun için gerçekler üzerine yürümek, bilinçle, inançla yürümek için, bilgilenmek, bilinçlenmek, oyunlara gelmemek temel kuraldır. Ülkesini sevenlerin, çıkarcıların çıkardıkları olaylara alet olmaması gerekir.
Son söz olarak şunu söyleyebilirim. AKP önümüzdeki seçimlerde büyük bir başarı kazanacak… Bu kadar oyundan sonra, neden olmasın? Oyunlarda görev alan bu kadar figüran olduktan sonra neden olmasın?
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.