- 1629 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Med Sopaları
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Med Sopaları (Öykü)
İki kardeş ormanlık bir alanda sığır güdüyorlardı. Bir çift öküz, üç inek, bir dana iki buzağıdan oluşan küçük bir sürü... Birde yanlarında Alaman adını verdikleri çoban köpekleri vardı. Sığırların çan sesleri kuş seslerine karışıyor, çocukların kulağına ninni gibi geliyordu. Uykuları gelmişti. Abla on bir yaşında, kardeşi ise dokuz yaşındaydı. Köyden epeyce uzaktaydılar.
Abla kardeşine:
’Sakın uyuma! Dedem ne dedi bize unuttun mu? Sıkı sıkı tembihledi, uyursanız boğazınıza yılan kaçar dedi, buralarda çok olurmuş, sakın uyuma. Gel hadi oyun oynayalım’
Küçük çocuk:
’Tamam abla, peki ne oynayacağız’
Abla:
’Gel med oynayalım, şu çalılıklardan med yapalım’
Birlikte çalılıklara yöneldiler. Bir ağaç gövdesinden fışkırmış binlerce dal vardı. Ağacı kesmişler ama tekrar yeşillenmişti.
’Bak ince uzun dallar var burada, med sopaları olur, medlikte keseriz’, dedi abla ve kayalığın üzerindeki ağaca yöneldiler. Ağacın dalları arasında kesmek için, en doğru ve güzel dalı ararlarken, bir kuş yuvası fark ettiler.
’Faruk koş dedi ablası, burada bir yuva var, içinde de çok güzel bir yavru’ Faruk da ablasının yanına çabucak çıktı. Yuvada çok sevimli bir kuş yavrusu vardı ve yuvanın her sallanışında devamlı ağzını açıyordu.
’Çok aç olmalı, onu hemen doyuralım’ dedi abla. Azık torbasından bir kaç ekmek parçası aldılar ellerine, koşarak yavrunun yuvasının yanına çıktılar. Yavru yuva her sallandığında annesi geldi sanıp ağzını açmaktaydı. Yavru ağzını açtıkça, minik minik ekmek parçaları koydular ağzına. Nedense yavru doymuyordu.
’Birazda ineğin memesinden süt sağalım, o zaman çabuk büyür’ dedi abla.
Yavruyu alıp Nazlının yanına götürdüler. Memesinden biraz süt akıttılar ağzına. Artık emindiler, doymuştu bu yavru, biraz aç gözlüydü sadece. Gidip tekrar yuvaya koydular. ’Yarın gelip, tekrar doyururuz, belki annesi de mutlu olur, bize teşekkür eder ’diye gülüştüler.
Epeyce vakit ilerlemişti, artık eve dönme vaktiydi. Sığırları toplayıp yola koyuldular, mutluydular.
Ertesi gün yine aynı yere gideceklerdi. Dedeleri sıkı sıkı tembihledi:
-Sakın uyumayın, boğazınıza yılan kaçar. Azık torbanızı yüksek bir dala asın, aşağılarda bırakmayın. Sığırlar yer, gün boyu aç kalırsınız.
Sığırları otlattıkları yere geldiklerinde ilk önce azık torbasını asacak yüksek dal aradılar. Fetane isimli ineğin gözü hep bu torbada olurdu çünkü. Bazı günler onun yüzüne aç kaldıkları da olmuştu. Sonrada kuş yavrusunun bulunduğu ağaca yöneldiler. Şimdi yavrunun karnı açıkmış olmalıydı. Belkide dört gözle onları bekliyordu. Hemen çıktılar yanına. Gördükleri manzaraya inanamadı iki kardeş. Yavrunun ağzında minik ekmek kırıkları olduğu gibi duruyordu ve kaskatıydı. Ne olmuştu! Yavru kımıldamıyordu hiç. Abla yavruyu avuçlarına aldı, Gözlerinden gözyaşları damla damla akmaya başladı. Ağladı sessiz sessiz. Çimenlerin üstüne koydular onu, neden ölmüştü, açlıktan olamazdı. Onu doyurmuşlardı. O gün hiç konuşmadılar, sessizce oturdular. Yavruya bir mezar yaptılar.
Abla:
’Keşke karışmasaydık, annesi doyururdu onu’ dedi.
Vakit ikindiyi geçmişti, hayvanları toplayıp köye doğru yola çıktılar. İyilik yapalım derken bir hayvana zarar vermişlerdi.
-Hep cahilliğimizden dedi, abla. Öleceğini bilseydik hiç dokunur muyduk ona’’ İki damla yaş daha düştü gözlerinden. Güneş yavaş yavaş batıyordu. Ablanın kalbinde ise bir yara kanıyordu, hiç dinmeyecek bir yara.
’Okuyacağım dedi, okuyacağım. Okumak zorundayım. Okuyup araştırma yapmalıyım. Bir yardım yapacaksam, bir konuda çalışma yapacaksam o konuda mutlaka biraz olsun bilgi sahibi olmalıyım. Şu yaptığımıza bak. Hayvanı doyuralım derken canından etmişiz. Cahillikle iyilik bile yapılmıyor. Ben okumalıyım! ! !
Emine Yılmaz Dereci