Son Veda
Kadın, kendisine doğru bakan gözleri hissetmişçesine omuz üzerinden soluna baktı. Bakışları bir erkeğin bakışlarıyla karşılaştığında yüz ifadesinde hiçbir hareketlenme olmadı.
-- Merhaba Sema.
-- …
İsmiyle hitap edilmesi muhatabının sesinde ve yüzünde aşinalık aramasına sebeb oldu kadının. Adam devam etti:
-- Nasılsın?
-- Tanıyamadım.
Bir an pişmanlık seğirmeleri duydu yüreğinde, hiç karşısına çıkmasa mıydı acaba. Ama yine de ısrarlı bir dilenci gibi, hatırlanmak için kadının gözlerine manidar ve özlem dolu baktı. Göz bebeklerinde geçmişi gördü, belirsiz bir gülümseme yayıldı yüzüne. Aynı şeyin sevdiği kadında da olmasını bekledi birkaç saniye.
-- Hımm.
-- Eskilerden mi tanışıyoruz?
Hayal kırıklığı… Yani bir yalan mıydı her şey. Her şey sadece onun kafasında mıydı? Tereddüde düştü. İçindeki kırılmaları sesine aksettirmemeye çalıştı.
-- Yo, pek öyle mühim biri değilim, hatırlamamanız normal. Hoşça kal, kendine iyi bak.
-- Şey, bi dakka…
-- …
Adam, daha fazla rencide olmamak için uzaklaşmaya başlamıştı bile. Bir konferans salonundan çıkarken görmüştü sevdiği kadını ve aceleyle peşinden koşturmuştu. İlerde, salonun bahçesindeki sabit ahşap masaya oturup arkadaşının gelmesini beklemeye başladı. Bir sigara yakma isteği duydu. “Kendini fasulye gibi nimetten mi sayıyorsun” dedi içinden. “Hiçbir kıymeti harbiyen yokmuş.” Sonra “Ben suçluydum.”, dedi. Ama artık herkes başka başka kollarda olduğuna göre suçlar sıfırlanmıştı hatta her şey sıfırlanmıştı. Kalsaydı, geriye kuru bir “merhaba” kalacaktı. O bile kalmamıştı. Bu başka bir kadındı, sevdiceği o kız mazide kalmıştı.
“Nasıl da fark edemedim aynı mekanda olduğumuzu, nasıl hissedemedim aynı havayı soluduğumuzu” diye hayıflanıyordu.
-- Bu Necdet gelmeyecek galiba, dedi. Her şeye boşverip kalkmaya yeltendi.
-- Mehmet, özür dilerim…
Yıllar öncesindeki, yeni yetme bir kızın afacanlığını saklayan nazenin bir ifade vardı kelimelerinde ya da adama öyle gelmişti. Başını çevirip göz göze geldiklerinde aradığı aşina bakışları bulmuştu. Mutluluk ve hüzün karışımı, hasret ve sitem karışımı bakışlarla konuştular bir an. Azıcık ta o eski kavak yellerinin esintilerinden izler vardı sanki.
-- Oturmaz mısın?
Kadın, cevap vermeden masanın diğer tarafına yavaşça ilişti. Adam, bakışlarına derin bir sevgi, kederli bir saygı ve vazgeçilmez bir samimiyet ekleyerek yeniden sordu:
-- Nasılsın?
-- İyiyim, dedi kadın. Sesinde ılıman iklimlerin nemli havası vardı. Bakışlarını bir an yerden kaldırıp muhatabına çevirdi. Uzun yolculuklardan dönmüşçesine, dingin ve samimi bir nezaketle devam etti:
-- Sen?
-- İyidir.
İkisi de havadan sudan bir konuşma başlatmanın ikiyüzlü bir davranış olacağı hissiyle sustular. Susuyorlardı zira kendilerinden bahsetmenin kurdukları ailelerine ihanet olacağını hissediyorlardı.
Senelerce önce yine böyle bir masada karşılıklı oturmuşlardı. Genç kız “bunu saklayacağım” diyordu. Elinde küçük bir çakıl taşı vardı. Delikanlı, “at gitsin, neden saklayacaksın ki?” diye sormuştu. “Çünkü senden bir hatıra bu” dediğinde, delikanlı bunun biraz abartı olduğunu düşünmüştü. O gün birbirlerinin ellerini dahi tutmaya cesaret edememişlerdi. Tıpkı ondan önceki günlerde ve o ondan sonraki günlerde olduğu gibi.
Karşılıklı bir masada oturdukları başka bir görüntü geldi adamın gözlerinin önüne. Bir mesire alanındaki, kalburüstü bir et lokantasının açık alanında oturuyorlardı. Adam o gün yaşananlara hala inanamıyordu. O zamanki genç haliyle sevdiğine şiirler okuyarak şehrin bir ucundan öbür ucuna yürüyerek bu lokantaya gelmişlerdi. Yemekten sonra yine saatlerce yürümüşlerdi. Genç kızı yürümekten perişan ettiğini sonradan anlamıştı ve bu aptallığı nasıl yapabildiğine halen şaşıyordu.
Aynı hatırada unutamadığı başka bir şey daha vardı adamın. Sevdiğiyle güzel bir yemek yemişlerdi ama hesap için parası çıkışmıyordu. Genç kız hesabı birlikte ödemeyi önermişti. Adam, önce bunu şiddetle reddetmiş sonra mecburiyetten bu katkıya razı olmuştu.
Kısa süren bu karşılıklı suskunluktan sonra:
-- Hoşça kal, dedi kadın, bu sefer sesinde ne o afacanlık ne de o nazeninlik vardı. Yoğun bir hüzün vardı durgun ses tonunda. Geçmişte kalan aşkın bütün ızdıraplarını yeni baştan yaşıyor gibiydi.
Son görüşmelerinden nerdeyse yirmi yıl sonra karşılaşabilmişlerdi bir tesadüf eseri. Gerçi, adam bu tesadüfü yıllardır bekliyordu. İçindeki yap boz parçalarının tamamlandığı hissine kapıldı. Bu son vedaydı belki de.
-- Beni affet, hakkını helal et.
Cevap olarak kadının dudaklarında acı bir tebessüm belirdi. Bir şey söyleyecekmiş gibi duraladı. Her şeyi hazmetmiş ve kabullenmiş bir mimik hareketi yaptı. Sonra dönüp küçük adımlarla uzaklaştı.
Nereden hatırladığını bilemediği “onu bulduğunda kaybedersin” diye bir söz dolaşıyordu zihninde. Sanki yıllarca bakıp büyüttüğü bir evlatlığı annesine teslim etmişti. Uzaklaşan kadının ardından uzun uzun baktı. İçinden taşınılmış bir ev misali bomboş hissediyordu. Sonra, o da yürüyüp caddedeki insan kalabalığına karıştı.
22.05.2013, Kahramanmaraş
YORUMLAR
Ben olsaydım bir şeyler daha eklerdim bu öyküye.Kadın sanki içine doğan bir hisle konferans salonunun giriş kapısına doğru bakıyordu.Her seferinde bu da değil diye ümidini kestiği an o o o işte o masum günlerin yıllar öncesinin aşkını görür.Adam yan taratan geçer ve oturur.Kadın, kanatlanıp uçan kalbini kimseye belli etmemek için kendini zor tutuyor.Yılların özlemini uzaktan da olsa gözlerini hiç kırpmadan aşkını izliyor.Aynı salonda,aynı havayı solumanın ne güzel olduğunu düşünen duygularla;sanatçının dediği gibi dudaklarından"aynı şehirde olmak bile bana yetiyor"diyen kadın bir defa çarpışan gözler ikinci kez göz göze gelemeden hızla uzaklaşır.