- 845 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TRUVA ATI GÖKNARI ve IŞIL’IN ÖYKÜSÜ
Dünya Çevre Günü ilk kez 1972 yılında İsveç’in Stockholm kentinde gerçekleşmiş olup; Her 5 Haziranda “Birleşmiş Milletler Çevre Günü” olarak kutlanmaktadır. Bu güne özel bir yazıyı yazmak için kalemimi açtığımda, yazılabilecek pek çok konunun olduğunu anladım. Özellikle yurdumuz tarih boyunca birçok uygarlığa ev sahipliği yapmış olan, mitolojik adı İDA olan Kazdağları’ndan başlamak istedim.
Bilindiği gibi Kazdağları dünya için başta -oksijen kaynağı- olarak en önemli bölgesi özelliğini taşımaktadır. Bunun yanı sıra, su krizinde olan dünyayı kıskandıracak derecede 1001 ırmağı ile yüzlerce endemik bitkileri bağrında yetiştirmektedir. İnanın, hayat bulduğum Kuzey Ege’nin bu harika yamaçlarındaki, -zümrüt yeşili dünyamı- sizlere ne kadar anlatsam az gelecektir. Bende mitolojik öneme sahip Truva Göknar’ını ve sevgili Işıl’ın öykülerini yazayım istedim.
Homeros İlyada’sında Zeus ile Hera’nın buluşmasını anlatırken şu dizeler geçer: “ ... Safranlardan, sümbüllerden tatlı bir halı/Uzanıverdi ikisi de halının üstüne ...”
Dizelerde bahsedilen safran (çiğdem) ve sümbüller gerçekten de burada yetişir, ismi de Gargaros tepesinin adıyla anılır: Crocus gargaricus (Gargaros çiğdemi).
NEDEN TRUVA GÖKNARI ADI VERİLMİŞTİR?
Antik kaynaklarda İda (Kazdağı) IDA Luwi, Karia ve Grek dillerinde “ orman, ağaç, tahta, odun” anlamı taşımaktadır.
Fatih Sultan Mehmet İstanbul’un fethinde gemileri Haliç’e indirmek için kullandığı kızakları Kazdağı Göknarı’ndan yaptırmıştır.
Kazdağlarının bu endemik ağacı ilk kez 1883 senesinde Fransız maden arayıcısı Sisten ve Aschers adlı botanikçiler tarafından keşfedilmiştir. Hepimizin bildiği o dünyaca ünlü Truva Savaşlarından esinlenerek –Abies equi trojani- diye adlandırılmıştır. Bu adın verilmesinin öyküsünü gelin İzmirli Homeros’dan dinleyelim:
“ Akhalılar Yunanistan’daki askeri güçleriyle Truva’yı ele geçirmek için tam 10 yıl kente ve insanlarına Anadolu’da saldırırlar. Ama kentin direnişi karşısında başarısız olurlar. Bunun üzerine Yunan zekâsı devreye geçer. Fikir Yunanlı Komutan Odyssus’a aittir. İda Dağında yetişmekte olan göknar ağacından çok büyük bir tahta at yaparlar. Tahta atın içine Akhalı askerleri koyarlar. Truva halkı Yunanlıların savaştan vazgeçtiğini ilan etmesinden sonra zafer sarhoşluğundadırlar. Tahta atı alıp, kalelerinin içine alırlar. Gece yarısı herkes uykudayken atın içindeki Akhalı askerler kentin açılamaz kapısını açarlar. Pusuda bekleyen Akha Ordusu kenti uykuda kuşatıp, insanlarını kılıçtan geçirir Truva insanlarını yok ederler."
İşte bu nedenle Latince adı –Abies equi trojani- Türkçe adı “ Truva Atı Göknarı”’dır.
TRUVA ATI GÖKNARI’NIN ÖZELLİKLERİ:
Bu endemik bitkinin özelliklerini bilim adamlarımız saymakla bitiremiyorlar. Çünkü hibrit bir tür olması nedeniyle diğer göknarlardan anatomik ve morfolojik olarak çok daha üstündür. Büyümeleri çok hızlıdır. Gri renkte ve çatlaksız bir gövdeye sahiptir. Gençken 40 metre boyda, 60-70 cm çap geniş bir gövdeye sahiptir. Sürgünleri parlak ve cilalıdır. Yan sürgünleri bol sürgün ve reçinelidir. Kozalakları silindirik şeklinde 20-30 cm olup en tepededirler. Her zaman yeşil görünen iğne yapraklarına sahiptir. Bu göknarımız ormanlarımızın 283 hektarını saf olarak kaplamaktadır. Bunun yanı-sıra 3309 hektarı Kara Çam, Kayın ve karışık olmak üzere 3592 hektardır.
Kazdağlarında 30-40 km bir alana yayılış gösteren Truva Atı Göknarı bugün Edremit sınırları içinde 240 hektar alana yayılmıştır.
Günümüzde, tarla açma, yangın ve özellikle şu son on yılda siyanürle altın aramakla madencilerin yok ettikleri Truva Atı Göknarlarımız sararmakta, solmaktadır. Kazdağlarında yaşamakta olan halkının geçimi olan 300 km.lik zeytin tarımı da siyanürlü tehlikeye girmektedir. Yöre halkının en başlıca bir başka geçim kaynağı olan hayvancılık da ciddi anlamda bu doğa tahribinden nasibini almaktadır. Kara ve deniz hayvanlarının siyanürden nasıl etkilendiğini, bunun yanı sıra küçükbaş hayvanlardan olan keçi, koyun, kaz ve ördeklerin, vb hayvanların yüksek yerlerdeki suları içmedikleri gibi morfoloji başladığını köylülerden duymaktayız.
Sit alanı ilan edilen Kazdağlarımızdan en çok etkilenecek Kazdağı Ayısı ve yaban hayvanlarıdır. Böylece yörenin Av Turizmi de sekteye vuracağı gibi, her yıl deniz-güneş ve doğası için gelen iç ve dış turizmin de olumsuz etkilemektedir. Bugün Kazdağlarında 80 bin kişinin endemik tarımdan geçimi yukarıda saydığımız çevre kirlenmesinden dolayı gittikçe azaldığına tanık olmaktayız.
NE YAPMALIYIZ?
İşte asıl bu soruya yanıt bulmalıyız. Daha YEŞİL BİR ÇEVRE ile yaşanabilir bir doğa hedefiyle yola çıkarak önemli projeler geliştiren yarışmalar açarak, halkı bilinçlendirmeli geri dönüşüm projelerini halka kazandırmalı, çevremizi, doğamızı kazandırmalı, SİYANÜRLÜ ALTINA HAYIR da direnmeliyiz.
Çünkü toprağın altı çıkarılacak altından daha kıymetlidir.
Bu konuda her yıl 5 Haziran’da kutlanmakta olan Dünya Çevre Gününde “canlı, cansız her şeyin burada hakkı var.” diyerek, direnç gösterip doğaya sahip çıkan çocuklarımızı kutluyorum. 11 yaşındaki Antalya Melahat Faraçlar İlköğretim 5. sınıf öğrencisi Işıl Aslan’ın gözlerimde yaş olan, “BİR AĞAÇ ÖYKÜSÜ” adlı öyküsüne yer vermek istiyorum:
“…Ormandan aldılar beni.
İki ay boyunca beslediler.
Bir süre sonra ben hasta olmuştum.
Sokağa attılar beni.
Çok acı çekiyordum.
Üstelik de üzerime basıp geçenler yüzünden canım çok mu, çok yanıyordu.
Bir gün bir teyze geldi.
Evindeki çöpü döküyordu.
İşte o an beni fark etti: Sanki beni alacakmış gibi bakıyordu.
İçime umut doğdu, çünkü ilk defa bir insan bana sevgiyle bakmıştı.
O anda, onun yüzüne baktığımda büyülenmiştim.
O beni istiyordu, bende onu.
Sonunda bir rüya gerçekleşti: beni yerden alıp evine götürdü.
Ve o an Allah’ıma şükrettim.
Teyze, beni büyük ve geniş bir saksıya dikti.
Saksıma her gün su döküp, beni güneşe koydu.
Bulunduğum yerden sokağı görüyordum: Aşağıda bir adam bahçede çalışıyordu.
Aynı adam, “Karıcığım, bana biraz su getirir misin?” diye seslendi.
Beni yerden alan teyze balkona çıktığında çok sevindim.
Neden mi?
Çünkü o ve kocası bahçeyle, bitkilerle uğraşmayı seviyorlardı.
O anda bana bir ömür boyu bakacaklarına öyle emindim ki…
Bir süre sonra bende büyümüştüm.
Buradan bazı insanlara uyarım olacak: sizler eğer ağaçları keserseniz benim ailemin bir ferdini de öldürmüş olacaksınız.
Neyse bu konuyu değiştirelim: Çok üzülüyorum.
Artık bende anne oluyorum. Tomurcuklarım çıkıyor.
Aa, sahi unuttuğum bir şey daha var!
Atalarım der ki; “Her insan bir fidan, her fidan bir insandır. Işıl Aslan-Antalya”
*
Sonuç olarak: Biz insanlar doğa felaketlerinin önüne nasıl geçebiliriz?
Havayı, denizlerimizi,(sularımızı) toprağımızın nasıl temiz ve sağlıklı tutabiliriz?
En başta sera gazları, sanayi atıkları, spreyler, yakıtların dumanları, petrol, ilaç atıkları, plastik ürünler, suni gübreler, çöpler, çevremizin kirlenmesine en önemli etkenlerin başında gelmektedir.
Çevre kirliliğini önlemek adına Maceracı David De Rothschild “YEŞİL” hayalini gerçekleştirmek için önemli bir adım atmıştır. Deniz kirliliğine neden olan 12 bin plastik şişelerin toplamasıyla bir gemi yapmıştır. Bu gemiyle de Pasifik Okyanusu geçerek ÇEVRE ve DOĞA kirlenmesine neden olan plastik şişelerini toplayarak –GERİ DÖNÜŞÜM- mesajını vermiştir.
Bilinçsizce sağa sola attığımız plastiklerin doğada 400 yıl çürümeden kalıp doğayı kirlettiğini insanlara anlatmalıyız. Halkı bilgilendirip örgütleyip, çevremizin kirlenmesini önlemeliyiz. Doğamızın korunması ve geri dönüşümü olmayan kirlenmenin ve tahribatın mutlak önlenmesi yanı sıra yeşil alanlarımızı ve hayvanlarımızı çoğaltarak korumalıyız.
Daha temiz, daha yeşil ve daha güzel bir dünyayı geleceğimize miras bırakmak umudunu hep taşıyalım.
Sevgiyle
Emine Pişiren
Edebiyat Galerisi Net
Genel Yayın Yönetmeni
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.