MUTLU OLMAK
Ünlü müzisyen John Lennon’dan kalan hayat dersini anımsar mısınız bilmem!
“Annem küçükken hayatın sırrı mutlu olmakta derdi. Okulda bir gün sordular. Büyüyünce ne olacaksın? Diye. Mutlu olacağım, dedim. Öğretmenim, sen soruyu anlamadın galiba, deyince, ona: Hayır ben soruyu anladım, ama siz hayatı anlamamışsınız .” diyor John Lennon.
Hayatı mutluluk merkezli bir serüven olarak görmek oldukça fantastik kaçan bir düşünce midir bilmem. Bir bakın çevrenize nelerle uğraşıyoruz ve niçin bu uğraşımız? Temel amacımız “ mutlu olmak” olsa da acaba hedefi ıskalayan çok mu aramızda? Mutluluk alfabesinin ilk harfi iyi bir meslek, sonraki de para gibi görünse de , alfabeyi sanki tersten okumak gerekiyor. Tabii bir de doğuştan şanslı olanlar var! Psikologlar, mutlu çiftlerin çocuklarının huzurlu aile ortamında büyüyerek yüksek oranda ruh sağlığı düzgün, mutlu bireyler olmaya aday oldukları görüşündeler. Hatta annenin gebeliği boyunca huzurlu ve mutlu olmasının daha ilk baştan bebeği etkilediği görüşü de afaki değil. Sevginin herkesi kıskandıran büyülü etkisi işte böyle bir şey. Sonra ne oluyorsa oluyor, hayata adım attığımız ilk günlerden sonra büyüyen bedenimiz ve gelişen ruhumuzla beraber egomuz palazlanıyor. Dünyanın albenisi çokça materyalleri rüyalarımıza giriyor, süslüyor, süslüyor.
Sermayenin hükmettiği politikalarla şekillenen günümüzde, dünyanın pek çok yerinde mutluluğu satın alınacak bir şey gibi görme aldatmacası yazık ki azımsanmayacak sayıda bireyi büyülemiş gibi görünüyor. En iyi okullar, en iyi giysiler, en iyi arabalar, en iyi evler, en iyi işler, en nüfuslu, en güzel, en yakışıklı, en varlıklı eşlerle avucumuzun içinde mi mutluluk? Ebeveynlerinin refah düzeyi aynı şekilde çocukların mutluluğuna yansıyor mu? Sihirli değnek kimin elinde? Yoksa bir ömür, varlıklı bireyler olma şartıyla mutlu olabilmek amacı uğrunda, üst beyin kontrolü olmadan ilkel, alt sinir hücrelerimizle mi hareket ediyor, koşturuyoruz?
Sağlıkla gülen bir bebek yüzünde, saygıyla öpülen bir yaşlı elinde, dünyalara değişilmeyen sevgilinin gözlerinde, sevgiyle renklenmiş bir tuvalde, kalemin göz nuru bir kitabın sayfalarında, emekle işlenmiş bir ahşapta, içli bir beste ile seslendirilmiş güftede ve baş başa kaldığınızda dinlediğiniz doğadaki her türlü seste gizlenmiş mutlulukları ıskalamamak gerek.
Gecikme ile okuduğum “Serenad” da Zülfü Livaneli romanın bir yerinde kısa bir öyküden betimleme yapıyor: İlyas-ı Habır isimli Mardinli Roma’da gezerken rastladığı mezarlıkta taşları inceler; 21, 34, 17 gibi sayıların ne anlama geldiğini öğrenmeye çalışır. Sayıların gün olduğunu anlar ama bu bilgiyi bir yere koyamaz. İtalyanca bilen akrabası ile mezarlık bekçisini bulurlar. Bekçiden buranın özel bir mezarlık olduğunu öğrenirler. Bekçi, buraya gömülen insanların mezarlarına gerçek yaşları değil, hayatta mutlu olduğu günler yazılıdır, der. İlyas Roma’dan ayrılır Mardin’e döner. Uzun bir ömür sonrası ölüm döşeğinde çocuklarına vasiyet eder.”Size vasiyetim. Mezar taşıma aynen şöyle yazacaksınız:
İlyas-ı Habır bitti
Anasından doğru kabre gitti.”
Bu hikaye espri ile anılsa da üzerinde derin derin düşünmeye değer. Hiç bu açıdan bakmış mıydınız hayata?
Bazen kendimi acımasızca sorguluyorum. Şu an, burada, bulunduğun yerde olmanın getirisi ne kadar etkili düşüncelerine? Diye. Cevabı bana saklı kalsın! Cahit Sıtkı Tarancı “Memleket İsterim” adlı şiirinde güne de anlamlı gelecek şekilde mutluluğu yazmış sanki:
Memleket isterim
Gök mavi, dal yeşil, tarla sarı olsun;
Kuşların çiçeklerin diyarı olsun.
Memleket isterim
Ne başta dert ne gönülde hasret olsun;
Kardeş kavgasına bir nihayet olsun.
Memleket isterim
Yaşamak, sevmek gibi gönülden olsun;
Olursa bir şikayet ölümden olsun.
Sizler mezar taşlarınıza yaşadığınız yılları mı yoksa mutlu olduğunuz günlerin sayısını mı kazıtacaksınz? Mutluluk nedir sizce? Mutluluğa kaç gün düşecek? Hayatı anlamlı kılan güçlü inançlarınız, küçük paylaşımlarınız mı, yoksa hayatı yaşanılır yapan paranın tatlı ama aldatıcı yüzü mü? İşte hayat ve mutluluk denilen çözüm bekleyen bilmece.
hrnozmn