süveydanın hikayesinden...
Yorgunum!
Kendimi aramaktan ve bu acımasız dünyanın düzeninde dik durmaya çalışmak; hiç var olmamış fakat var olması için hep bir emek verilmiş bu ütopyayı uyandırmak için direnmekten yoruldum!
İnsan ömrünce birini bekler… Aramaktan vazgeçmek aptallık olurdu! Hiçbir zaman vazgeçmedi… İçimdeki bu durdurulamaz çocuk hep bir haylazlık peşindeydi. İlla çırpınarak elde etmeliydi kaybettiklerini. Ağaç tepeleri veya duvar üstleri hiç yeterli olmadı; amaç en yukarıya ulaşmak ve o hep yakından bakmayı istediğimiz yıldızlardan görebilmekti içimizdeki çocuğun eşini bulmak… Ama hep o yükseklerden düşmek suretiyle kanattığımız ellerimiz, dizlerimiz; kanatılan süveyda yuvası kadar acıtmadı içimizi… kanayan ellerimiz kabuk tutuyor birkaç gün sonra koparılan o kabukların sadece izleri kalıyordu… Halbuki; içeri öle kalmıyordu…
İnsan bazen ürkekleşir… Korkak ve mahzun… Titrek ellerinden tutulduğunda bile korkaklığı geçmeyecektir. Hep yaralı kalmıştır çünkü. Kalp kırıklığı; her acıdan daha derin ve tüm yaralardan daha korkunç bir iz taşır. Bütün bu izleri bir gün; o yıldızlardan bakarak aradığınız ve bulduğunuz o çocuğa; açmak ve göstermek istersiniz. Taşıdığınız o yorgunluğu paylaşmak ve hayatta tutmayı dilediğiniz yegane eli bırakmamak adına çırpınış safhaları başlar ağır ağır…
Süveyda; insanın içine bırakılmış bir mürekkep noktasıdır aslında. Bir yürekten bir başka yüreğe doğru yürüyen ve yürüdükçe izlerini bırakıp, tek tek ve katre katre her anı çizen bir ressamdan farksızdır. Siz silersiniz o taşar, siz çizersiniz o sızar, siz söndürürsünüz o patlar… Yani; içten içe her an büyüyen o sızının kalp denen ve milyon tane anlam yüklenen o dört odalı kan dolabında; kapkara bir süveyda şelalesi büyütürsünüz. Ağır ağır işler bir kanser misali, farkına varıldığında artık çok geçtir. Malum son belli ve aşkın getireceği o mukaddes içki önünüze serilmiş bir meze masasında emrinize amade beklemektedir. Yorgunluk aslında süveydanın ve kıyamadığımız o tutkulu minik çocuğun sessizce sizi izleyip; aslında içinizdeki o patlak süveyda kutusuna karşılık verse de; sırf o içindeki sızı yüzünden o da korkarak ellerinden uçurmak ve uçurmamak adına kelebeği midesinde yaşatmaya çalışır. Oysa görmek için bakmak yeterli değildir. Gözden taşanı silmek de yetmez; yürekten akanı sıvamalı yüreğe…
Aşkın verdiği o haz; kızgınlık anlarında dahi kör ediyorsa gözlerinizi, içten bir gülüşe can feda ise ve sen; EY SEVGİLİ; beni görmek için baktığın o kan kutusu kararmışsa eğer gözlerimin içine bak nedenini anlayacaksın… Bu susuşların ve bir gelinciğin neden o kadar çelimsiz fakat dik durmaya çalıştığını…
Özlemle bakan gözlerden ve hasreti bir bedel olarak değil; hasreti bir yara izi gibi çenesinin altında taşıyan birinden çokça cesurluk beklemek biraz suskunluk getirir kimi yüreklere… size karşı biriktirilen her anıyı, patlatılan her kalbi ve korkaklığına rağmen açılan her yarayı; ellerinizden kan süzülene değin irdeleyin fakat candan ötesini ve canın ne tatlı olduğu unutmayın…
FMÜ