Eyvallah
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Annemin ölçümleri kendisine göredir. Hangimizin değil ki… Şimdi gidin, sorun, altı kızından birisini gönlünce yetiştirebilmiş değildir. Aramızda söküğünü diken, hatta canı isterse beğendiği elbiseyi evinde dikebilen, canı çekerse yaş pasta yapabilecek kadar ev işlerinde kendisini yetiştirenlerimiz var, ama bu değildi kadının arzusu. Zordur benim meleğimin eşiği. Henüz hiç birimize “işte kastettiğim kız tarifi budur, aferin çocuğum,” demedi. Biz kızların, şimdilerde dört elle sarıldığımız bir avuntumuz var, yetersizliğimizi dert etmiyoruz artık : “Gelini bizden de beter.”
Emek, arzu bir yere kadar nihayet. İnsanın gelişim sınırlarında, genlerin etkisini unutmamak lazım… Bazı meziyetler doğuştan geldi geldi; gelmediyse ağzınızla kuş tutup, elinizle balık yakalasanız da olmuyor. Özrün kabahati zorladığı sularda dolanıyorum galiba yine. Dedim ya, gen meselesi bu. Başardıklarımda unutsam da başarısızlıklarımda kimseye çamur atmadan, genlerime yüklenmeyi seviyorum ben.
Atatürk’ün İngiltere kralının onuruna verdiği yemekte, garsonun, servis esnasındaki hatası ortamda buz gibi bir hava yaratmış olmalı. Düşünsenize, Batının gözde krallığının karşısında yeterince medeni olamadığınızın resmedildiği an… Cephede kazanılan onurun, yemek masasında kaybedilme ihtimali, krallığın ulviyetine inananları hayli korkutmuş olmalı. Ata’nın olaya müdahalesini, tarihe geçen o savunmasını hatırlıyor musunuz? “Ben bu millete her şeyi öğrettim, ama uşaklığı bir türlü öğretemedim,” demişti büyük önder.
Yine genlere sarıldığıma göre bir takım eksikliklerime savunma yapacağımı anlamışsınızdır. Çuvaldızı başkasına batırmaya kalkışmayacağım, hayır. İğneyi kendi kanımı akıtmak için kullanmaya da niyetim yok. Esas disiplini ipliğin sağlamakta olduğunu öğreneli çok oluyor çünkü. İğne, dikiş içindir ve ip yoksa iğne de işe yaramaz, çuvaldız da. Geçelim onları. Kan akıtmak ya da can yakmak için tunç çağlarına dönmeye gerek yok. Taş devrinde de o işi başarmıştı insanoğlu, değil mi?
Mevlana’nın hakikate varan yolda, basamakları anlamayan talebesine verdiği dersi anımsayın. Şeriat, tarikat, marifet ve hak kapılarındaki şu sembolik anlatım hani... İlkinde, ensesine tokatı yiyen anında iade ediyordu aynını, kendisine vurana. Şeriatın kapısının dışındaydı henüz… Tarikat kapısında başlıyordu sükunet, hatırladınız mı? Son kapıya eren âşık, dönüp bakmaz bile vurana… Hak kapısına eren bilir ki tokat Hak’tandır daim. Vesile olan el önemli değil, Eyvallahtır sığınağı ve dahi dayanağı.
Söz nereye gidiyor? Elbette genlere… Başka nereye gidebilir ki. Saman var da altından gen yürütmeyi ihmal eden ben miyim? Genlerim akıl ötesi seyahatlere izin vermiyor. Aklın sınırından öteye geçmiyor işte benim âşıklığım. Dönüp bakıyorum, Allah’ın sopası hangi odunun elinde, diye. Dilime hükmedebilecek kadar benim kâmilliğim. Ama gözlerim? “Bir kere daha vur ki, ölmezsem görürsün sen” türlüsünden bakışıma genlerim komut veriyor.
Yavaş atın çiftesi pek olur, derler. Hoş, konuşabilse, soyunu sopunu sorsanız katır bile soy ağacına katırı almaz, dayısı at olur. Ne alaka? Annem derdi ki; “sen soyunla değil, soyun seninle övünsün.” Deyimin konumuzla alakası bundan ibaret… Yanlış anlaşılmasın. Yani? Yanisi şu ki, keşke söküğünü dikemeyen bir vali olsaydım diyorum. Ya da pasta yapamayan bir emniyet müdürü… Hazır şöyle karizmatik bir muhalefet lideri de yokken siyaset arenasında, merkeze “gel kendin at plastik mermini, acı gazını kendin boşalt, deyip, çoktan saf değiştirmiştim ben. Döneklik mi olurdu? Olsun, kabulüm. Aklın sınırlarında dönmek de insani bir kusur ne de olsa.
Daldan dala konuyorum gerçi ama bir iki cümlem daha var, sabrınızı rica ediyorum.
Gaziantep’te bulunan büyük alış veriş merkezlerinden birisinin sahibi olan iş adamının özel arabasının arkasında Türk Bayrağı vardır hep. Dün gece alışveriş merkezinin binasında bayrak asılı değil diye, civardan konvoy halinde geçen ve anladığım kadarıyla gündemdeki protestolara akıllarınca destek veren bir grup serseri, ellerinde bira kutuları -ve cümleleri yayarak söylemelerinden anlaşıldığı gibi kıyak kafaları ile- “bayrak asmayan bizden değildir,” diye bağırıyorlardı. Önemli mi? Benim için önemliydi… Puslu havayı seven kurtların, çakalların, sabrı taşmış ve davasında haklı bir çoğunluğun suyuna, kendi gönüllerince yön vermeye çalışıyor olmaları, henüz istifa eden bir yetkili olmaması kadar üzücü ve düşündürücüydü bence.
Sadede gelirsem; medya ne kadar taraflı, -taraflı değilse bile- ürkek davranırsa davransın, bu ülkenin sokaklarında, -sultanlar, sağırlığa ne kadar özenirse özensinler- şu an tarihin, kaybedenleri yazıp, kazananları kurusu yaşıyla hafazasından söküp unutacağı bir iradi savaş başlamıştır.
Sökülen ağaçlar arasında şairin ceviz ağacı var mıydı bilmem, ama benim fikrimde bir iki günde boy veren incir ağaçları meyveye durdu ve her biri dalında çürümeye niyetli gibi. İğne ve çuvaldız meraklılarının bu gerçeği de hesaba katmalarında yarar var diyorum hani… Hesap ayarlamalarının merkezinde yer işgal eden o bilenlerimizin nelerine güveniyorum, sizce?
YORUMLAR
Dün günboyu site yoktu. Dolayısıyla yazını sabah okudum.
Bayağı dolmuşsun. Kelimeleri yerli yerince kullanınca yazı adresine kolay ulaşıyor. Ve sen bu konuda, tanıdıklarımın en iyilerinden birisin.
Millet olarak nedense çok farklı bir yapımız var. Şiddete en fazla biz karşı çıkarız laf arasında. Ama fiiliyatta aslan kesiliriz arkamızda bir güç varsa. Yoksa en mağdurları oynarız. Şu ülkenin haline bak Allahaşkına. Demokratik bir tepki bir anda hangi boyutlara taşıdık devlet ve millet elele. Polisin gücü konuşunuda bu teşkilatın bir şüphesi var diye düşünüyorum artık. En ufak bir olayda gaz, cop, gözaltı. Konya-Manisa 1. Liğe yükselme maçı. Maç çok güzel geçmiş. İki takım oyuncuları fair play ruhunda maçı tamamlamışlar. Konya seyircisi haklı olarak seviniyor. Hemen polis dikiliyor karşılarına. "Durun bu kadar coşkulu sevinemezsiniz, Suç" Ya durduk yere insanları üstlerine çekiyorlar. Sonra kırık koltuklar havada uçuşuyor. "Efendim, medya, kulüpler olayları kışkırtıyor" Doğruluk payı olan bir sav. Ama olayları can almaya kadar tırmandıran polisin hiç mi rolü yok bu kargaşada.
Biz bu ülkede bir şey hiç doğru yapamıyoruz. Seçme işini. Öğretmeni doğru seçemiyoruz, Eşi doğru seçemiyoruz. Polisi,Hakemi, Hekimi, Hakimi doğru seçemiyoruz. Sonuç olarak bir çok işimizin neticesi de eğri oluyor doğal olarak. Sonucu doğru çıkması gerekenleri el çabukluğu ile eğriltiveriyoruz bir anda. İşte Gezi parkı. Ben o ağaçların gölgesinde çok soluklandım. O bölgenin oturulup dinlenilecek halka açık ve yeşil bir alanı gezi parkı. Birçok istanbullu otobüse binmeden o ağaçların gölgesinde serinlemiştir eminim. E haliyle bu insanlar oradaki ağaçların kesilmesine gönülleri razı olmayacak. Taa Konya'dan benim razı olmadığım gibi. Polis hazır. Mühimmatlar ki sanki cepheye gidiyorlar. Sonra. Sonrası o masum istek topluluğuna kurtlar giriyor. Eğer polisimizin (ki bir kısmı bu durumdan son derece rahatsız) hataları girmese olaya bir şey yok. O kurtlar da zemin bulamayacaklar kendilerine. Bunlar yetmiyormuş gibi bir de evde tutulan %50 salıversek işte o zaman gör nasıl olurmuş arap baharı.
Şu seçme işini bir iyi yapabilsek! Tüm sorun buradan kaynaklanıyor bence.
Hayde çok güzel domateslerim var, Hormonsuz bunlar (Yalan)
Seçelim abi
Olmaz kardeşim
Beğenmediklerini ben kime satacam
Hani çok güzellerdi....
Ama senin yazın çok güzeldi
Ki seçilmiş (bazen doğru şeyler de yapmıyor değiliz aaa)
Yüreğine sağlık Ustam
Var ol.
Selam ve saygılarımla...