- 850 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
BİR PAZARLIĞIN VİCDANI
BİR PAZARLIĞIN VİCDANI
Başarıyı, başarılı olanı, görmek, duymak, kutsamak onu çok mutlu ederdi. Böyle durumlarda “gördün mü adamı” diye sevincini belirtirken, ömrünün sonuna yakın seksenli yaşlarda, ziyaretçilerini hep “işlerinizde başarılar” diye uğurlardı. Yaşını başını alıp bu dünyadan kolay göçenlere özenir, başardıklarını söylerdi. Bir emekle, hakla oluşan başarılara sevinirken yakını- uzağı, konu komşuyu, dost- düşmanı hiç ayırmazdı onun için başarılı olmak yeterliydi.
Hayatında hiç resmi bir okulu resmi bir öğretmeni olmamıştı. Dedesinin hal ve hareketlerinden doğruyu yanlışı, her fırsatta övünerek bahsettiği İstiklal Savaşı’nı yapan subayların yanında, okumayı yazmayı ve disiplinli olmayı , bir müftünün vaazı ile de insan hakkının her şeyin üstünde olduğunu öğrenmişti. Bunlar, okul için de öğretmen için de yetmişti, gerisi hep kendinden olacaktı.
Koca bir ömür işten işe, sorumluluktan sorumluluğa koşuşturmayla geçmişti. Hak aramalar, haksızlıklara sesli sesli haykırışlar… Onunla konuşunca bir taraftan da yaşadığı yer ve doğa gözünün önüne geliyor. Hareketleri düşünceleri tespitleri anıları ne kadar da bu doğayla benzerlik içinde, sağlam ve canlı durmakta. Arkaya alınan sıra sıra tepeler. Önünde, uzaklaştıkça yayvan yayvan arka arkaya dizilmiş kara ormanlarla bezenen yükseltiler. Aralarında yer yer parıldayan derelerin çayların beyaz suları. Tepelerin üstünde, yamaçlarda çobanların bir elinde değnekle, dirseğinin üzerine boylu boyunca uzandığı, boğaların er meydanı böğürüşleriyle kıyasıya güreştiği küçük düzlükler. Emeğin alın terinin, “taş üstünde geçinmenin” şahidi emektar yollar. Her ağaç dibine sinen yorgunluk anıları. İnce uzun inişli çıkışlı patikalar. Yaprağından çalısından emekle, ekmeğine aşına, katılan değerler. Çalışana zenginlik veren meralar, ormanlar, çayırlar, tarlalar. İçilince emeğin yorgunluğunu, ıslatılınca somunların, kuruluğunu alan nazlı nazlı ağaç oluklardan çam kokulu buz gibi akan pınar suları. Uzaklarda ufuk çizgisini oluşturan karlı dağlar. Dağlar, ormanlar, yaylalar, dereler, tepeler bir güven bir güvence. Yüreğin cesaretlendiği, göğsün kabardığı, sağlamlaştığın nice kuşaklara can vermiş can verecek heybetli doğa hazineleri…
Havasının suyunun, coşkulu sert yapısının, ancak emekle yumuşatıldığı bu doğanın inişli çıkışlı yollarında bir zamanlar geçinmenin yolu, ancak iyi bir çift koşu öküzü sahibi olmayla mümkündü. Arabayı dağdan aşırmanın başka da yolu yoktu. Yokuşlarda diz çökerek kağnı arabasını düze çıkaran, inişlerde boynunu tutup arabasını kaçırmayan, öküzlerin sahiplerinin rahatlıkları üstündeydi. Onlar rençberdiler ama ağa unvanı da alır, elleri arkadan bağlı yürürdüler. Arabayı tehlikelerden kurtaran öküzlerin hikâyeleri anlatılınca onların adları hep “mübarek” olurdu. Rençberler de aynı gücü kuvveti göstererek soğuğa sıcağa katlanarak, tarlasını çayırını torlayıp toparlayacaktı. “Yeter ki tarlam çayırım olsun çalışmayla doyulur mu “diyenler? Bu doğanın şartlarına dayanıp, geçimini sağlayan emektarlardı. Her fırsatta başarıyı konuşan başarıya sevinen Memet de olanca çabasıyla severek sevinerek başarmak için çalışıyordu bu doğada. İyi bir geçimi henüz yakalayamamıştı. Bölüne bölüne küçülen tarladan, çayırdan, eksiği vardı. Bir öküzü de yaşlanmıştı. Onun yerine genç bir tane almalıydı. Beş on seneye kadar da dedesinin zamanında ki düzeni “bina çark köşeyi” kurmayı hedeflemişti. Memet hep bir yerlere varmak istiyordu. Yaban ellerde yevmiyeyle çayır biçerken taşların kovuğunda şiddetli yağan doludan korunmaya çalıştığında, doluya inat, “ben buraya geliyorum ama oğlum okuyacak bu eziyetleri çekmeyecek buraya gelmeyecek işte”! Diye arkadaşlarına bağıra bağıra sesleniyordu. Oğlu okurken her cuma öğretmenlerle görüşecek sorumluluğunu en iyi bir şekilde yerine getirecekti.
O yıl kazandığı parayı sattığı yaşlı öküzün parasına ekleyerek çiftini gençleştirmeyi düşündü. Aylardan Haziran ayıydı, harman zamanına az kalmıştı. Hasat yapılacak, dirlik samanlığa, ambara, yerleşecekti. Kışlık odun, yemlik için güzden kesilip hazırlanmış yapraklı çalılar taşınacaktı. Bu mevsimde dünya hakikaten öküzün üzerine kurulmuştu. Sabah yola koyuldu. Dağ dibi köylerde hayvan satışları daha fazla olurdu. Hem orada hısımları da vardı. Alış veriş, pazarlık pek ona göre olmasada, ne yapabilirdi ki iş başa düşmüştü. Niyetine, heyecanına, sevincine, çabasına güveniyordu, bunun Allah katında bir karşılığı olmalıydı. İnşallah dirliğini yapacak hayırlı bir hayvanla eve dönecekti. Nihayet bir gün hısımlarının kapısını çaldı. Hoş geldin, sorgu sualinden sonra “hayırdır “ denildi? “Hayırdır çift için eş arıyorum genç olsun cinsi iyi olsun” dedi Mehmet. O iş kolay yeterki başka bir yaramazlık olmasın dediler. Bazıları için pazarlık yapmak, alışverişe yardımcı olmak, oldukça hevesle yapacak bir işti. Hısımları: “hemen zaman kaybetmeden Halit pehlivanda bir tosun varmış önce oraya bakalım sonrası Allah kerim” diye yola koyuldular. Halit Pehlivan küçük iki odalı eski bir evde yaşıyordu. Bitişikte ki ahırı da eskimiş, çatıdan bozulmaya başlamıştı. Memet içinden “bu adam benden de zor durumda ” diye geçirdi. Sıra tosunu görmeye gelince, onu ahırdan çıkardıklarında görür görmez canına ısınmıştı. Hele çeperden bir atlayışı vardı ki hemen her halinden atik titiz bir hayvan olduğu belli oluyordu. Karnı çekikti, kaburgaların üstünde yeterli boşluğu vardı. Üstten bakınca bel kısmı geniş çift damarlıydı, boynuzları yana doğru, kırmızıya çalan bir rengi vardı. Biraz küçüktü ama Meme’din canına ısınmıştı, tosunun geleceği vardı. Halit pehlivanın da kendisi gibi pazarlığı beceren birisi olmadığını anlayınca, sevinmiş rahatlamıştı. “ Benim malım bu, malımdan hayır görürsünüz bir ayıbı bir kusuru yoktur” diyordu Halit Pehlivan. Hayırlı olsun denilip, fiyat pazarlığına sıra geldiğinde; Hısımları:“Halit fazla diyorsun hele bizim için biraz indir”. “Bak bu kapıdan boş gitmek istemiyoruz, müşterimiz yabancı sayılmaz, tosunun hısıma gidecek, bunlar hayvanın kıymetini bilirler ona iyi bakarlar. Hadi hısımın parası sana nasip olsun”. “Biz değerini söyledik bu paraya iyidir”. Halit’in pek sesi çıkmayınca bu fırsatı hemen değerlendirdiler. Müşteri ile satıcının ellerini birleştirdiler, ellerini aşağı yukarı sallamaları için bir müddet onlara eşlik ettiler. Sonra kendilerine bıraktılar bir iki defa eller kendi kendilerine sallanınca, seslerini yükselterek “Hayırlı olsun! hayırlı olsun! iki tarafa da ” dediler. Halit pehlivan pazarlığa pekte razı olmasa da el sıkıştı, yüzünün rengi sürekli gitti geldi, dudaklarını birkaç kere yumdu açtı, gözlerini küçülttü ama çok diretemedi. Tosunu önlerine katıp yola koyulduklarında artık iş işten geçmişti ama, arka sıra sessizliğini bozdu peşlerine: “Ola kara oğlan herkes sana taraf oldu, sana taraf konuştu bana yazık ettin tosunu on lira ucuza götürüyorsun” derken sesi titremeyle acıma arası gidip geliyordu. Memet bunu duyunca adamın içinin yandığını gözünün boğanın peşinde kaldığını anladı. Nedense Halit’i birazda kendine benzetmişti, pazarlığı yapan hısımları pazarlıkta ustaydılar. Alış verişte söz ustalığı nihayetinde karşı tarafı bastırmaya dayanıyordu, bastıran kazanıyordu. Pazarlığın hakkını vermek, malın gerçek kıymetini bulmak zordu. Belki de pazarlık bunun için icat edilmişti . El sıkıştıktan sonra her şey bitiyordu, itiraz etme, pişman olma hakkın kalmıyordu. Hele erkek adama pazarlığı bozmak hiç yakışmazdı. Karşılıklı hayırlı olsun dilekleri söylenirdi iş biterdi . Halit pehlivanda hayrını gör demişti, ama yola konulunca arkadan “herkes senin tarafını tuttu kıymetinden ucuz aldın” sözü Memet’i oldukça rahatsız etmişti, eğer böyle giderse, Halit’in bu sözleri içinden hiç çıkmayacaktı. Sözünü ettiği parayı vereyim kalbi ağlamasın dedi. Memet bir şeye karar verince çok hızlı hareket ederdi, hem herkesin yolundan değil kendine göre bir yol çizmeyi o yoldan gitmeyi çok severdi. Yanındakiler de ne olduğunu daha anlamadan tabanının üzerin hızlıca döndü yüksek sesle” maden kalbin ağladı” diyerek hızlıca yanına yaklaştı “al sana dediğin parayı veriyorum helal olsun ”. Pehlivan da ne olduğuna şaşırmıştı bir an alayım mı almayayım mı tereddüttü yaşadı. Müşterisinin samimiyetine, içtenliğine, parayı vermek isterken yüzünün mutluluğuna bakınca bir şey diyemeden elini yavaşça uzattı parayı birazda şaşkınlıkla çekinerek aldı. Hayırlı olsun dilekleri sesiz samimi ve dostça bir daha tekrarlandı. Memet rahatlamıştı döndüğünde hısımları ona kızdılar “ Sen ne yaptın madem adamın dediğini verecektin bizi niye o kadar uğraştırdın” dediler. Şaşkındılar Memet’in bu hareketine bir anlam verememişlerdi. Biraz daha eşlik ettikten sonra hadi soranlara selamlar diye Memet’i uğurlarlarken, başlarını sağa sola sallayarak konuşmadan birbirlerine bakakaldılar…
Memet rahatlamıştı, kendisinin doğru olanı yaptığını düşünüyordü, yol boyunca da Zorba’yı kendine alıştırmaya baktı. Eve geldiklerinde onu büyük bir hevesle ahırdaki yerine bağladı. Zorba o sene eşinden biraz güçsüz kalsa da boyunduruğu hiç yere düşürmeden, sahibine bağlı uslu titiz bir hayvan olmuştu. Mubarek çok uzun yıllar, ta ki iş yapamaz hale gelene kadar bu haneye hizmet ederken neler yapmadı ki? Yeni yapılan evin, samanlığın, mezranın kerestesi, yılların dirliği hep onun boynunda taşındı. Zamanla Zorba artık yaşlanmıştı, ama Memet onu bir türlü satmaya kıyamıyordu. Konu komşu ihtiyarladı satman lazım dedikleri yıllardan çok sonra istemeyerek de olsa onu satışa çıkardı. El sıkışırken bunca yıl geçmesine rağmen Mehmet emmi pazarlığı sevemiyor hala beceremiyordu. Suskundu, “neyse hayırlı olsun” diyordu. Zorba’sının evden çıkışını da görmemeliydi öylede yaptı, götürecekleri sırada evden kayboldu. Akşamüstü eve döndüğünde ev halkı ve komşuların onu merakla beklediğini görünce, uzaktan uzağa “Zorba evde yok ha”! Diye gidişata isyan bağırarak, başkada birşey demeden evine girecekti.
Zorbadan geriye onun emektarlığı ve satın alma hikâyesi kalmıştı. Hikâyeyi gençlere anlatıp “kim, pazarlık yaptıktan, para sayıldıktan sonra adamın istediği parayı verir? İşte! ben bunu yaptım” derken; kendi kendine gülüşler tuttururdu. Gençler de iyi yapmışsın Memet emmi deyince; “pazarlığı bozdum ama vicdanım rahat oldu” diyerek, yaşlılığında bu hikâyenin mutluluğunu tekrar tekrar yaşardı Memet Emmi.
Ahmet ÖZTÜRK