- 541 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
OVA YANIYOR
Bir zamanlar Amik Gölü varmış. Sazlıklarında kuşlar gezer, sularında balıklar yüzermiş. Sakın masal anlatıyor sanmayın...!
Yüksekten, ovayı seyrediyordum. Alevler yükselen, yanan tarlalara bakınca üzüldüm ve sonra, aklım yanlışlar silsilesinin en başına gitti. Ben görmemiştim tabi, babam söylemişti. Babamın çocukluğu Amik Gölü’nde bir adada geçmiş.
Bu ada, şimdi Baldıran köyü, eskiden Baldıran Höyüğü’ymüş. Amik Gölü’nde çeşit çeşit göçmen kuş varmış. Babam, Amik Gölü’nde adını bilmediği daha sonra da, televizyonda dahi görmediği, kuş çeşitleri olduğunu anlatırdı.
Balık çeşidi de oldukça bolmuş, bazen öyle büyük balık olurmuş ki, kayığa çekmeye zorlanırmış insanlar. Köyden Kırıkhan’a kayıkla gidilirmiş. Sâdece yaz aylarında gölün bazı yerlerinde sular çekilir, yerinde, kamış, bedri ve kındıra gibi göl bitkileri kalırmış. Buralar âdeta balta girmemiş ormanları andırırmış, ancak hayvanların gide/gele iz yaptığı yerlerden yürüyebilirmiş insanlar.
Söğüt ağaçları da ayrı bir güzellik verirmiş Amik Gölü’ne. Ne yazık ki şu an Amik Ovası’na baktığımızda, o günlerden hiçbir iz göremiyoruz. O güzellikleri göremeyişimiz, bizim için ne büyük bir kayıp. Belki de o günlerden haberdar olmamamız, bizim için daha iyidir. Kaybımızın büyüklüğünü bilmediğimiz için, üzüntümüzde o kadar derin olmuyor galiba…
Amik gölünün en bereketli anlarını, birçok hayvana ev sahipliği edişini görmek. Ve sonra onun can çekişmesine, kuruyup yok olmasına şahit olmak kim bilir, bunları yaşayan insanların üzüntüleri ne büyüktür.
Amik Gölü’nü ilk babamdan duymuştum. Önceleri bunu, babamın dinlemeye doyamadığım hikâyelerinden sanırdım. İlkokula başladığım zaman, öğretmenimden de duyunca, Amik Ovası’nın daha önce Göl olduğunu. Babama tekrar tekrar anlattırdım, o anlatmaya doyamazdı ben de dinlemeye. Hayâlimde canlandırırdım o yerleri, kuşların cıvıltısını duyardım. Garbi yelinde nazlı nazlı sallanan sazlıkları, hayalen görür ve gölün serin kokusunu duyardım.
Kendime ve babama sıklıkla sorduğum soru şuydu: Amik Gölü’nü neden kurutmuşlar sanki! Üstelik kurutmak içinde, büyük bir çaba ve bütçe harcamışlar. Amaç tarım arazisi elde etmekmiş. Daha doğrusu “göl yerinden tarım arazisi olur mu? ” diye denemişler.
Sonra uzun süre verimsiz, çorak toprakla uğraşıp, bunun hiç iyi bir fikir olmadığını anlamışlar. Bence de hiç iyi bir fikir değildi, çünkü Amik Gölü’nün mezarı üzerinde, bizim de bir tarlamız vardı.
Çok çaba harcamamıza rağmen bize ekmek yedirmedi, hatta ekmeğe muhtaç etti. Belki o zamanlar acısı tazeydi, her derdin ilacı zaman toprağı da teskin etti. Tabi önce Allah’ın izni sonra bu iyileşmede insan gayretinin de payı büyük olsa gerek.
Şimdi bu topraklar çok verimli bir durumda. Gerçi biz tarlamızı o zamanlar satmıştık ama olsun, toprağın yüzü güldü ya, bire bin vermeye, var gücüyle çalışıyor ya, bu da bize yeter. Sonuçta yine vatanımın insanı kazanıyor. Fakat! Şimdi, yine yok edici yanımız işbaşında. Bir elimizin yaptığını diğer elimiz nedense yok etmeye çalışır.
Yine bir buğday biçme zamanı. Toprağa umutla ekilen tohumun, sabırla olgunlaşan başakların hasat zamanı. Alınan hasat için Rabbimize ve aracı olup bizi Allah’ın izni ile besleyen toprağa, teşekkür zamanı. Bu teşekkür nasıl olmalı, kazancın zekâtını vererek. Bu zekât yalnız insana verilen pay değil, o tanelerde daha kaç canlının nasibi, kısmeti vardır. İnşallah onlar nasiplenince, ürün sahibine de sadaka sevabı olur.
Bunun bilincinde olan vicdan sahibi çiftçilerimize ne mutlu. Birde kısa vâdeli çıkarlar için bu durumu, kendine ve canlılara eziyete dönüştürenler var.
Nasıl mı, bir kibrit çakarak yakılır tarla, yakılır toprak budur onların teşekkür şeklide? Hasattan kalan kırıntıları kuşlar, böcekler, fareler vb. canlılar yemesin, isterse hepsi ölsün ama bir depo mazottan kâr edilsin. Hem zamandan, hem masraftan tasarruf edilsin. Tarla bir an önce, ikinci ekime hazırlansın, bir yılda iki ürün alınsın. Nasılsa o tarla, yalnızca bu günkü sahibine ait ya!
Hem o toprak yine verimsiz çorak olunca ne olacak? Etkisi yıl boyu süren, verimi kalitesizleştiren ilaçlar kullanılacak böylece maddi kayıp olacak. İnsan sağlığı boyutunu hatırlatmama gerek yok tabi. Artı, yine birçok canlı zarar görecek.
Yine buğday biçimi, biz yine ova manzarasında, cayır cayır yanan, kızıl alevlerin yükseldiği tarlaları seyrediyoruz. Seyretmekle kalmıyoruz aslında. Rüzgârın, evimizin balkonu ve pencere kenarlarına getirdiği yanık buğday saplarına bakıp kızıyoruz. “ya yeni yıkadım balkonu, yeni sildim pencereyi, her yer batmış, kapkara olmuş! ”
Biz günlük, anlık sıkıntıların derdine düşmüşüz. Şu da olsun, bu da olsun derken, korkarım çocuklarımız, torunlarımız bizim bulabildiğimiz kadar, yaşanır bir dünya bulamayacaklar.
Korkarım Amik Gölü, Amik çölü olacak. Keşke daha az hırs ve daha az, kavga olsa. Kendi derdimize düşmekten kurtulup dünyanın attığı imdâaat çığlığını duyabilsek!
Üzgünüm kurutulan Amik Gölü için. Üzgünüm kuruyan göllerde, yakılan tarla ve ormanlarda, yok olan canlılar için üzgünüm. Üzgünüm Hatay’ın tek doğal gölü, Gölbaşına sahip çıkılmadığı için, üzgünüm.
Umarım bu yanlışlardan bir an önce dönülsün, Göller, ormanlar, ovalar, nehirler, “bir varmış bir yokmuş” olmasın…
Selâm ve Saygılarımla…
Leyla Gülsüren
YORUMLAR
değerli kalem aziz dost.
tesadüf eseri sizinle gönül sayfamda karşılaştık bir,iki yazınızı zevkle okudum ve hala okumaktayım
kutlarım çok iyi yoldasınız.Tebrik ediyorum kalın sağlıcakla