- 1095 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
küçük yoldaşım
Başımda tarifi imkânsız bir ağrı şakaklarıma doğru inmeye başladı. Saçlarımdan resmen yağmur gibi ter akıyor. . Yattığım yastık terden sırılsıklam olup; boynumda ki yara, terin tuzundan yanmaya başladı. Elimin üzerinde genişleyen ve çepeçevre saran mavimsi damarlar, incelen derim ile birleşince; buruşmuş bir çarşafı anımsatıyor. Kupkuru uzayan kemikli parmaklarımla yatağın demirlerine asılıp, kuvvet alarak; ağırlaşıp, hantallaşmış bedenimi kaldırmaya çalışıyorum.
Doğrula bildiğim kadar doğruluyorum. Başım aniden dönüyor. Midem bulanıyor. Gözlerimin önünde küçük küçük yıldızlar uçuşmaya başlıyor. Elimle yatağın kenarını tutmayı bırakıp arka üstü yatağa düşüyorum. Sanırım ya çok hızlı düştüm ya da doğrulduğum o süre içinde ya ensemde biriken terler soğumuştu ya da yastığımın üzerinde çöreklenen ter ben kalkınca buz gibi olmuş; iyice üşütüp ağrıtmıştı başımı.
Çaresiz terin yeniden ısınıp beni sıcak tutması için zamanın geçmesini bekleyecektim. Bu sıkıntılı ruh hali içinde çok beklememe gerek kalmayacaktı zaten.
Komedinin üzerinde ki sürahinin dibinde bir yudum su bile kalmamış. Sanırım su içmeye gidemeyeceğim. Gitmek ne mümkün, kalkamıyorum bile yerimden. Kuruyup çatlayan dudaklarımı dilimle her ıslattığımda, ağzımın kenarında biriken tükürüklerin acı tadı dilime değdikçe ağzımın iiçi mayhoş, ekşimsi bir tat’a bırakıyor yerini.
Birinin gelmesini beklemekten başka çarem yok. Bu saatte de kimse gelmez. Apartmanda ki herkes sabahtan çıkıp akşamdan geliyor. Öyle bile olsa kapımı çalmazlar. Yatağa bağlanmadan önce her gün uğradığım bakkal Rüstem efendinin düzenli olarak çırağı Tuncay’ı yollayıp kapımı tıklatır. O da olmasa yaşadığımdan şüphe edeceğim doğrusu.
Saat dört’e geliyor. Ahşap merdivenlerden biri çıkıyor. Ağır ağır çıktığına göre bu üst kat komşum madam Joêlla olmalı. Yine pazara uğrayıp taze meyve ve sebze almıştır. Dura dura çıktığına göre bayağı bir yorulmuş anlaşılan. Tam da kapımın önünde durdu bu sefer. Yokluğumu fark edip kapımı mı çalacak yoksa?
Aslında ayaküstü bir merhaba ve hal hatır sormaktan ileri giden bir sohbetimiz olmadı. Bazen onun gözlerinde de benim gözlerimde ki gibi dertleşmeye ihtiyacı olduğunu hissetsem de her ikimiz de o ilk adımı atamamanın cesaretsizliğiyle fazla yaklaşamadık birbirimize.
Bu apartmana taşınalı neredeyse sekiz yıl oldu. İkinci katında oturuyorum. İki odası küçük bir mutfağı olan bir daire. Yıllar önce çocuklarım daha okuyup özgürleşmek gibi bir düşünceleri olmadığı zaman birbirimize ne kadar da bağlıydık. Büyük kızım evlenip yurt dışına taşındı. Zaten o babasına daha çok düşkündü. Babasının ölümünden de beni sorumlu tutmuş incelen bağımız iyice kopmuştu. Beş yıldır ne bir kez geldi, ne de aradı. Ortanca kızım özgürlüğüne düşkün, ve başına buyruktu. Özellikle üniversiteye başladıktan sonra girdiği farklı ortamlar, edindiği arkadaşlardan sonra iyice değişmişti. Ona söz geçirmek artık mümkün değildi. Ne dersem diyeyim, kendi bildiğini okuyordu. Sözümün dinlenmemesi içimde imkansız acılara yol açsa da bende tükenmiştim. Zaten yüzünü de göremez olmuştum. Geceleri de artık gelmez olmuştu. Sonra bir kaç arkadaşıyla dünya turuna çıktığını duydum. Ailesi olarak beni aradıkları zaman öğrenmiştim. Bir iki kez uyuşturucu kullanmaktan gözaltına alınmıştı. Oğlum Osman. Kızlarımın aksine içine kapanık, kırılgan, hassas bir çocuktu. Onunla konuşmak için doğru kelimeleri hep özenle seçmeye çalıştım.Babasıyla geçirdiği araba kazasından sonra beyninde oluşan ödem ilerlemiş bir gece sabaha karşı yoğun bakımdan çıkamadan ölmüştü. Henüz on üç yaşındaydı. Küçük kızım hiç bir zaman okumak istemedi. Bir işe girip çalışmaya başladı. Kısa bir süre sonra patronuyla beraber ortalıktan kayboldu. Bazı akşamlar gece geç vakit kapımı çalar, elimin içine ya da masanın üzerine biraz para bırakıp çabucak giderdi. En son dört ay önce gelmişti. Hasta olduğumu görünce hastaneye götürmüş bir kaç gün ilgilenmiş sonra eve getirmişti. Komşulara tembih etmiş, telefon numarasını vermiş. Anneme bir şey olursa beni arayın diye. Arada para yolluyor. Ondan sonra da bir daha da ne geldi ne sordu.Bende aramadım.
Bir kaç kez beni ziyarete gelen komşularım da gelmez oldu. Yalnız başıma evde ölürsem diye zorlanmamak için kapının üzerinde bir delik açtırıp bir ip ile dış tarafa doğru sarkıttılar. Değişen bir şey olmadı. Her sabah düzenli olarak bakkalın çırağı Tuncay geliyor. Kapının sarkan ipini çekip, yavaşça kapıyı açıp karşıma geliyor. Sapsarı saçları olan çocuk, uzun ve zayıfça haliyle karşımda durup bir şey isteyip istemediğimi soruyor. İlaçlarımı içmem için su istiyorum. Hemen sürahiyi mutfaktan doldurup getiriyor. Arkamda ki yastığı biraz yukarı kaldırmasını rica ediyorum; itiraz etmeden hemen yapıyor. Bende avucunun içine para sıkıştırıyorum. Açık ela rengi gözlerinin içine bakıp; sen hep gel olur mu diyorum. Olur diyor.
İki sokak aşağıda oturuyorlarmış. Anlattığına göre babası o çok küçükken veremden ölmüş. Annesi bir de ablası varmış.Ablası bir konfeksiyonda çalışıyormuş. Ama ev sahibi kiraya zam yapınca okulu bırakıp o da çalışmaya başlamış.
Benden, yalnızlığımdan ve hastalığımdan bahsedince bir akşam üçü birden ziyaretime gelmişler. Küçük bir tencere içinde sıcak çorba getirmiş annesi. O kadar uzun zaman olmuştu ki çorba içmeyeli... Zuzu derlermiş annesinin adına.
Orta boylu, yaşına göre yüzü bayağı bir çökmüş olsa da eli çabuk marifetli bir kadındı. Kendine ait bir kimliği bile yok! Bir gece kanlılarından kaçarken öldürülmüş babası.O zaman annesinin karnındaymış. Yedi sene bir yakınlarının yanında sığıntı gibi yaşadıktan sonra annesi de ölmüş. Akrabaları onu on dördüne girmeden askerden yeni gelmiş kimsesi olmayan bir adama nikahlamışlar. Sonra da eline bir kaç giysisinin olduğu yamalı bir bohça verip yollamışlar. Hiç tanımadığı bir adamın peşinden giderken değil de ona bunu reva gördükleri için çok gözyaşı dökmüş yüzüne kapanan kapının ardından. Korktuğu gibi olmamış hiçbir şey. Kendi gibi bir başına olan kocasını zaman içinde sevmiş. İyi kötü geçinip giderlerken verem olduğunu öğrendikleri zaman yıkılmışlar. Önce kızı okulu bırakıp işe girmiş. O öldükten sonra da oğlu...
Onlara içimden geçeni söylemek için günlerce düşünüp kendi kendimi yedim. Bu akşam konuyu açıp fikirlerini öğrenmeli ve beynimin içinde ki kuşkulara son vermeliydim. Zuzu hanım, diye başladım söze. Ben düşünüp taşındım. Eğer sende uygun görürsen burada benimle beraber yaşamanızı isterim. Önce çok şaşırdılar tabi. Sonra konuşmama devam ettim. Ben yalnız yaşayan bir kadınım, görüyorsunuz. Kimim kimsem yok. Var ama; yok. Neyse, diyeceğim o ki, benim yoldaşa, bakıma ihtiyacım var. Şu son zamanlarımda huzurla yaşamak istiyorum. Hem isterlerse çocuklar okullarına devam etsinler. Bizden kira isteyen de yok. Size çok fazla para da veremem. Ama gül gibi geçinip gideriz. Ne dersiniz?
Birbirlerine şaşkın bakışları ve yüzlerine yayılan gülümseme bana istediğim cevabı vermişti...
Zuzu elim ayağım olmuştu. Onun bakmasıyla kendimi daha güçlü hissediyordum. Tekerlekli sandalye almıştık. Hemen hemen her gün beraber dolaşmaya çıkıyorduk.
Zuzu’nun kızı çalışmaya devam etti. Oğlu ise okumak istediğini söyledi. Benim çocuklarımdan ise hala hiç bir haber yok...
Hayatın getirip, götürdüklerine, alıp, verdiklerinde, yaşayıp, öldürdüklerinde vardır bir hikmet diyorum...İçim başka türlü söylese de...
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.