- 832 Okunma
- 9 Yorum
- 0 Beğeni
Kravat
Kravat
Bayram köy yaşantısının can sıkıntısı içinde,sebze bahçesini dolaştı.Eline aldığı bir çomak ile büyük kümeler halindeki domatesleri eğilmeden,elindeki çomak ile aralayıp tek tek pembe,kırmızı domatesleri inceledi.Hepside bir el büyüklüğünde domateslerdi.Domates karıklarının ucundaki zehir gibi acı beş kardeş biberlerine baktı.Bilemezdi elbette ileride evleneceği karısının o beş kardeş biberlerini gördüğünde sevinçten çığlık atacağını; daha ileride karısının oğlu ile birlikte o beş kardeş biberlerini zevkle toplayacağını.
Güneş iyice yukarıya çıkıp,sıcak dayanılmaz bir hal aldığında bahçenin kenarındaki dut ağacının altına oturdu.sırtının ağaca dayayıp,hayaller kurmaya başladı.Bu sene ortaokula başlayacaktı. Kasabada öğrenci yurdunda kalacaktı,okumayı hiç istemiyordu.Keşke marangoz olsaydı.Marangoz olmayı gerçekten de istiyordu.Tahtalara şekil vermek,doğrama tahtasından çıkan ses,biriken talaşlar ona her zaman cazip gelmişti. Annesi,onun dayısının oğlu gibi okuyup kravat takmasını istiyordu.Bilmediği öğrencilik hayatı ve kasabada yaşama düşüncesi onu ürkütüyordu.Bahçe kapısından gelen ses ile daldığı derin düşüncelerden çıktı. Komşuları Emine Abla:
-Huuu! Fatma Abla,uyuyon mu yoksam?
Bayram oturduğu dut ağacının altından,hızla kalktı ve koşar adımlarla evin kapısının yanına geldi.
-Anam yok evde,yağcı deresindeki kiraz bahçesini babamla sulamaya gitti.
-Ya! Ben, ondan salça istemeye geldiydim.
-Ben vereyim.
Bayram kendisine uzanan çok büyük tabağı aldı.Kilere gidip kocaman tabağı salca ile doldurdu.Emine ablanın,salça dolu tabağı görünce küçük yeşil gözleri mutlulukla doldu.Al yanaklı yüzünde bir gülümseme belirdi.
-Sağol oğlumuz!
Diyerek arkasını döndü çalılıklar arkasında onu bekleyen kocasına doğru iri büyük kalçalarını, kıvırarak hızla yürüdü.
Annesi yorgun argın eve geldi.Salça kavanozunun yarısının olmadığını görünce Bayrama çok kızdı.
-Oğlum! o kadar çok salça verilir mi? Salçamız biterse biz ne yapacağız?kimden salça isteyeceğiz.Köylük yerde herkes kendi ihtiyacı kadarını yapıyor.Fikirsiz Emine,o kadar çok salçayı “Ben almayayım demez ki.” Ver iki kaşık yeter.Annesi kendi kendine söylenmeye devam ederken bayram bahçeye çıktı.Üzülmüştü.Kardeşlerinin yiyeceği salçayı vermişti.Yanlış yapmıştı.Annesinin dediği gibi” ver iki kaşık gitsin..”Olmuştu artık.Salçanın yarısı gitmişti.
Eylül geldi.Okullar açıldı.Bayram kravat takmaya başladı.Hiç sevmedi bu kravat işini bağlamayı öğrenmek dert,düzgün takmak,düzgün tutmak başka dert.Köyden arkadaşı Rıza ‘ nın kravatı çengelli idi; boynuna bağlamıyor gömleğin düğmelerine tutuşturuyordu.Bayram her gün Rıza ‘dan o kravatı istiyor,Rıza’ da hiç itiraz etmeden veriyordu.Rıza bir gün Bayram ‘ a
-O Almanyalılar var ya! Kışın kasabada oturuyorlar hani! Emine ablalar..geçen gün onların evine gittim.Bu kravatlardan bir çok onların oturma odalarının duvarındaki askıda vardı.Hadi gidip onlardan bir kravat isteyelim sana,bana bu kravatı onlar verdi
Bayram çok sevinmişti.Mutlaka ona kravat verirlerdi.Yazın evdeki salça kavanozunun yarısını onlara vermişti. Büyük bir heyecanla onların evlerine doğru yürümeye başladılar.Emine ablalar çok eski bir Rum evinde oturuyordu.Zarif ve tarihi bir binaydı ev,sokak kapısı eski orijinal dokusundan hiçbir şey kaybetmemiş bir halde varlığını koruyordu.Ahşap kapı açıldığında sanki içeriden yüzlerce yılın,sesini duyacak gibi bir his uyandırıyordu insanın içinde.Gizemler içinde kapalı bir kapıydı.Rıza üç basamak merdiveni çıktı.Kapıda iki adet el büyüklüğünde kapı tokmağı vardı.Birisi daha küçük bir el şeklindeydi.Eski Osmanlı gelenekleri ne kadar mükemmeldi.Eve erkek misafir geldiğinde büyük kapı tokmağını çalar,çıkardığı sese göre eve,gelenin,erkek ya da kadın olduğu anlaşılırdı.
Rıza büyük olan kapı zili görevi yapan kapı tokmağını birkaç kere çaldı.Kapıyı Emine abla açtı.Güler yüzle karşıladı iki genç öğrenci köylüsünü.Taş binanın serin havası insana yaz sıcağında huzur veriyordu.
Emine ablanın kocası Hasan,onların geldiğini görünce uzandığı sedirin üzerinden kalkıp oturdu.Çaylar içildi sohbet yapıldı.Bayram, duvardaki çengelli kravatlardan gözlerini alamıyordu.
Oraya gitmenin asıl nedenini söylemeye gelmişti sıra.Rıza Emine nin kocası Hasan abiye:
-Şu kravatlardan birini,bizim Bayram ‘a istemeye geldik.Elli tane kravatı ne yapacak sın?
Bayram az sonra duvarda asılı kravatlardan birinin kendisinin olacağı sevinci içinde heyecanla bekliyordu. Ona göre kravatı vermemeleri için hiçbir neden yoktu.Yazın evdeki salça kavanozunun yarısını onlara vermişti.
Hasan abi,uzun uzun duvardaki asılı kravatlara baktı.Sonra bayram ‘ ın gözlerinin içine dikti gözlerini…
-Bayram! kaç para verecen bu kravata ?
Bayram bir şok yaşadı.Yanında hiç parası yoktu.Böyle bir şey beklemiyordu.
Hasan ‘ ın karısı Emine kocasına destek çıktı.
-Bayram! parayı verirsin, kravatı alırsın…
YORUMLAR
Ah o Bayram var ya...
Çekingen, mahçup bir çocuk demek ki...
Kağıt kalem çıkartsa cebinden...
"Şu size verdiğim salçanın fiyatını bir hesaplasak!" dese...
"Yaklaşık 2 kilo vardı..."
"Salçanın kilosu şu kadar olsa, toplam bu kadar olur..."
"Yanınızda bu kadar para var mı?"
"Yoksa sorun değil, salçamı geri verseniz de olur..."
"Kullandığınız kadarının yerine de bir kravat yeter..."
Ama nerdeee... Kötüyle kötü olunamıyor ki...
Sevgili Sare.
Hikaye o kadar güzeldi ki kendimi alamadım. Sonunu çok merak ediyordum. Bitince de '' Vay edepsizler vay'' demişim kendi kendime..O derece daldım hikayeye yani
Ancak...Bir hususa dikkat et: Bazı kelimeleri çok fazla kullanıyorsun. Bu da hikayenin güzelliğine gölge düşürüyor. Mesela:
''halindeki domatesleri eğilmeden,elindeki çomak ile aralayıp tek tek pembe,kırmızı domatesleri inceledi.Hepside bir el büyüklüğünde domateslerdi.Domates karıklarının ucundaki zehir gibi acı beş kardeş biberlerine ''
Bu üç satırda kaç kez '' Domates '' yazmışsın?
Selam ve sevgilerimle.
Almanya'da kala kala Almanlaşmışlar, belli... Bayram'ın anasının dediği gibi "fikirsiz" de ayrıca, kadın... Rahmetli annem de "fikirsiz" ve "ferasetsiz" kavramlarını içi dolu olarak kullanırdı. Bu, annelerimizin değer verdiği unsurları da çok güzel açıklıyor.
Güzel hikaye için teşekkürler. Selâm ile.
:)
Bir gün Nasrettin Hoca pazara giderken çocuklar etrafını almışlar. Hepsi birer düdük ısmarlamış, ama para veren olmamış.
Hoca çocukların tümüne olumlu cevap vermiş:
- Peki, olur...
Çocuklardan yalnız biri, elinde para olduğu halde, Hoca'ya şunları söylemiş:
- Şu parayla bana bir düdük getirir misin ?
Hoca akşama doğru pazardan dönmüş. Yolunu bekleyen çocuklar hemen
Hoca'nın etrafını sararak düdüklerini istemişler.
Nasrettin Hoca, cebinden bir düdük çıkarıp kendisine para veren çocuğa uzatmış.
Ötekileri bağırmaya başlamışlar:
- Ya bizim düdükler nerede ?
Hoca'nın cevabı kısa ve anlamlı olmuş:
- Parayı veren düdüğü çalar .