- 558 Okunma
- 3 Yorum
- 0 Beğeni
Silinemeyen (2)
....................................................öykünün 1. bölümü, öykülerim sayfasındadır.
Yarım saat sonra eve girmişlerdi. Aslında on beş dakikaya, taş çatlasa yirmi dakikaya gelirlerdi. Ancak, birlikte yürümenin tadını çıkarmak için ağırdan almışlardı. Eve girer girmez, "sana bir kahve yapayım," diyen Refika, Münir’i de salona göndermişti. Münir, sırtında pardösü, elinde şemsiye; yüzünde tatlı bir tebessümle antikacı dükkânını andıran salonda kalakaldı. "Onca yıl bile bu kadını değiştirmemiş, yine panik, yine panik..." Aklından bunlar geçerken, ahşap sehpanın üstündeki gümüş çerçeveli fotoğrafı gördü; gözlerini hemen kaçırdı, bakmak istemedi. Pardösüyü şemsiye ve kasketiyle birlikte koltuğa bıraktı. Gümüş tabakların, işlemeli porselenlerin, çeşitli bakır işlerinin ve küçük bibloların doldurduğu camekânlı büyük dolaba yöneldi. Gümüş zinciri mavi boncuklarla süslenmiş kalp şeklindeki gümüş kolye, eski bir şarap kadehinin içinde yığılmış duruyordu. Gözleri titredi. Farkında olmadan kadehi eline aldı. Elleri titredi. Gözlerinde biriken birkaç damla yaş bıyıklarına kadar süzüldü. Bu kolyeyi otuz yıl önce Beyazıt’ta bir arkadaşından almıştı. Refika’yla buluşup, nargile keyfini bitirdikten sonra Kadıköy’e geçerken, etrafındakilere aldırmadan onu alnından öpmüş ve emretmişti.
"Kapat gözlerini."
"Neden?"
"İşte!"
"Hayır, olmaz"
"Kapat, diyorum sana!"
"Öpeceksin değil mi?"
"Hayır, öpmeyeceğim."
"Öpeceksin."
"Hayır dedim!"
"Yemin et!"
"Ölünü göreyim ki öpmeyeceğim."
"Öpersen ölümü gör."
Refika gözlerini kapatmış; Münir de onun incecik boynuna işte bu kolyeyi takmıştı.
Refika elindeki kahvelerle girdi salona. Münir, şarap kadehinde geçmişi yaşarken yakalanmıştı. Kadın, çalkalanan kahveleri dökmeden sehpaya yetiştirdi. Döndüğünde Münir’i tam karşısında buldu. Adam, elindeki kolyeyle Refika’nın omzuna dokunurken mırıldandı.
"Kapat gözlerini!"
"Neden?"
"Kapat işte!"
"Öpeceksin değil mi?"
"Evet!"
Otuz yıl, otuz saniyeye sığdı. Hasret, acı, sevgi, hüzün, mutluluk; aşka dair ne varsa... Silivri yolculuğunda yarım kalan öpüşmeler tamamlandı... Sandal sevişmeleri tekrarlandı... Şehvetler tazelendi, sevgiler yenilendi... Otuz yıl damıtıldı otuz saniye oldu. İki beden, iki ten salt sevgi salgıladı.
Hava karadığında ışıkları yaktılar. Işıklar yanınca, pencerenin olduğu duvar boydan boya bordo perdeyle kaplandı; kadife perde tabana kadar indi. Tıpkı, seçkin bir tiyatro salonunun henüz açılmamış sahnesine benziyordu; onlar da iki ünlü oyuncu gibi perdenin önünde karşılıklı duran iki antika koltuğa gömülmüşlerdi. Münir, aralarındaki oymalı sehpanın üstündeki rakıyla dolu bardağı aldı. Sanki parmaklarının arasında beyaz bir kuş var; sanki yaralı bir kuşu incitmekten korkuyormuş gibi tuttu uzun ve ince bardağı. Beyaz, yaralı kuşu gözünün hizasına kadar kaldırdı. "Biliyor musun?.." Kısa bir sessizlik oldu. Refika’da olan bakışlarını aldı, bardağa verdi. Kelimelere yakınma dolu sesini yükleyerek devam etti.
"Senden sonra bu mereti ağzıma sürmedim. O gün, hani seni akşama kadar..." Ağız dolusu bir yudum aldı, yutarken başını birkaç kez iki yana salladı, " ne akşamı, son vapura kadar beklediğim günden beri... Hani gittiğin gün, yani benim beklediğim gün... Ben beklerken senin gittiğin gün... Yani benim bittiğim gün, işte o günden beri..." O ağız dolusu rakı yavaş yavaş etkisini göstermeye başlamıştı. Sustu... Salonda esen müziği dinlemeye koyuldu, bardağını müzik setinin olduğu tarafa uzattı.
"Heyy... Rodrigo... Dost Rodrigo, şu benim kalbimdeki isyanın da bestesini dök gitarına... Sen, sen bir tanrısın, gitarın da bir melek. Durma tebliğ et şu aşk denilen, isyan denilen ulu dini..." Daha devam edecekti ama Refika’nın sesine döndü.
"Sen biliyordun, sana söylemiştim gelmeyeceğimi."
Münir umursamadı, tavrına uygun bir sesle kestirip attı.
"Daha öncede söylemiştin gelmeyeceğini; ama gelmiştin." Kadının yanıtını bekledi, birkaç nefeslik zaman geçti. Bu son söylediği sözleri beğenmiş olacak ki, hecelerin canını çıkarır gibi yineledi.
"Daha önce de söylemiştin; ama gelmiştin. Peki, o gün neden gelmedin?.. Seni çok bekledim Refo, beklemenin ne demek olduğunu o gün anladım. Ve harika bir final yaptım. Nerede! Meyhanede... İçtim, deliler gibi içtim. Ne finaldi ama görmeliydin! Kana kana içtim; içtikçe sanki sana yaklaşıyordum. Her kadehte sana koşuyordum, her yudumda bacaklarım uzuyordu. Seni Ankara yolunda yakalamak için daha uzun bacaklara; daha uzun bacaklar için daha çok içkiye ihtiyacım vardı. Sonra ne yaptım biliyor musun? Bir şişe şarap kaptım meyhaneden, doğru Moda’ya. Niye mi! Kervan’daki anılarımızı yeniden yaşamaya. Yaşadım mı? Evet, hem de saniye saniye... Sonra Meral’e gittim, hatırladın mı Meral’i, hani sevgilisi vardı Deniz, gönüllü Deniz derdik. Ne çocuktu ama değil mi? Vurdular onu da biliyor musun, vurdular. İyileri hep vurdular zaten... Meral, ikiletmeden açtı kapıyı, yığıldım kucağına, dizlerine kapandım ağladım. Deniz iyi çocuktu be, gözü pek, yiğit biriydi; ama kalleşçe vurdular..." Elindeki içki bardağını sehpanın üzerine bıraktı, gözleri dalgalandı. "Beni de sen..." Tamamlayamadı tümcesini, boğazından aşağı bir fare inmeye çalışıyordu sanki. Refika’nın sesi tam zamanında çınladı.
"Bir kelime daha edersen ağlarım."